​​​​​​​Dr. Naif Bezwan: Hol Kampı'ndaki sorunun nedeni uluslararası dar çıkarlardır

Reportaj Summay

​​​​​​​Dr. Naif Bezwan: Hol Kampı'ndaki sorunun nedeni uluslararası dar çıkarlardır
19 Apr 2021   05:46

DAİŞ’in katliamlarıyla gündeme gelen Hol Kampı’ndaki durumun başlıca nedeninin uluslararası alandaki dar çıkarlar ve dirayetsizlik olduğunu vurgulayan Siyaset Bilimci Dr. Naif Bezwan, kampın sürekli bir sorun, istikrarsızlık ve müdahale unsuru olarak canlı tutulmasının arkasında Rojava yönetimine karşı kullanılması amacı olduğunu söyledi. Toprak hakimiyetine son verilmesinden sonra yer altına geçen DAİŞ’e karşı etkin mücadele sürerken, Hol Kampı DAİŞ’in kendisini yeniden üretmesinden önemli mevzi olarak değerlendiriliyor.

Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri’nin, QSD-YPG-YPJ güçlerinin desteğiyle 28 Mart’ta başlattığı ve birinci aşaması 5 gün süren operasyonda çok sayıda çete üyesi yakalandı. Yakalanan DAİŞ üyelerinin itirafları üzerine kamp içinde yapılan nokta operasyonlarıyla, örgütün kamp içindeki yapılanması adeta çökertildi.

DAİŞ’in Hol Kampı başta olmak üzere Ortadoğu’daki örgütlenme girişimleri ve bu çete yapılanmasının tüm askeri operasyonlara rağmen varlığını sürdürmesi ve olası tehlikesine dikkat çeken siyaset bilimci Dr. Naif Bezwan, “Uygun şartlar oluştuğunda, özellikle ilgili güçler veya devletler tarafından gerekli desteği bulduğunda, DAİŞ’in yeniden büyük bir tehlike olarak sahneye sürülmesi kuvvetle muhtemeldir” uyarısında bulundu.

Naif Bezwan’ın DAİŞ’e ilişkin tanımı ise, “Hiçbir ahlaki ve medeni sınır tanımadan her tür şer aracını kullanılarak insanın insan eliyle yol edilmesine dayanan köktenci bir kötülük” şeklinde.

DAİŞ’in Şengal katliamı başta olmak üzere işlediği tüm suçların ve Hol Kampı’ndaki DAİŞ üyelerinin yargılanmasının Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) başlıca görevi olduğunun altını çizen Bezwan, “DAİŞ’in emir, amir ve çekirdek kadrolarının tespit edilerek uluslararası gözetim altında yargılanması ve kampın tedricen kapatılması yönünden, ilgili bütün ülkeler nezdinde, etkin ve sistematik girişim ve müzakerelerde ısrar etmenin dışında daha başka makul bir seçenek görülmüyor” dedi.

Dr. Naif Bezwan ile gerçekleştirdiğimiz röportajın içeriği şöyle:

Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri ve QSD-YPG-YPJ güçleri ile birlikte 28 Mart’ta Hol Kampı’na ‘İnsani ve Güvenlik Operasyonu’ başlattı. DAİŞ’e karşı yürütülen bu tür operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?

DAİŞ teritoryal bir rejim olarak hükümranlığını ve gücünü büyük ölçüde kaybetmekle birlikte örgütsel varlığını ve bağlantılarını korumaya devam ediyor. Uygun şartlar oluştuğunda, özellikle ilgili güçler veya devletler tarafından gerekli desteği bulduğunda, DAİŞ’in yeniden büyük bir tehlike olarak sahneye sürülmesi kuvvetle muhtemeldir. 60 binin üzerinde insanı barındıran Hol Kampı’nın, DAİŞ’in ve onu yeniden canlandırmak isteyen devletler tarafından, ana üslerinden biri olarak seçildiği görülmektedir. Başta çocuk ve kadınlar olmak üzere çoğu travmalardan geçerek hayatları darmadağın olmuş kamp sakinlerinin DAİŞ tarafından korku ve zulüm yoluyla denetim altına alınmasını önlemek, Rojava yönetimi için insani ve hukuki olduğu kadar siyasi bir yükümlülüktür.

Resmi rakamlara göre Hol Kampı’nda 57 farklı ülkeden 60 binin üzerine insan bulunuyor. Fakat uluslararası toplum kamptaki mülteci ve göçmen krizinin çözümü için hiçbir adım atmıyor. DAİŞ’in katliamlarıyla sürekli gündeme gelen bu kamptaki sorunların çözümü için neden harekete geçilmiyor?

Bu konuda birbirini karşılıklı besleyen başlıca iki temel faktörden söz edebiliriz. Bunlardan birincisi, ilgili devletlerin dar çıkar hesapları ve dirayetsiz tutumlarıdır. İkincisi ise, Rojava yönetiminin devletlerarası ilişkilerde eşit bir taraf olarak tanınmamasıdır. Bundan dolayı çözüm yerine bahane üreten bir siyasi tablo oluşmaktadır. Hâlbuki bu çapta bir kampı uzun süre ayakta tutmak ne mümkün ne de arzu edilebilir bir çözümdür. Rojava yönetiminin daha kalıcı ve adil çözümlere açık olduğu ve hatta bu yönde etkin girişimleri bulunduğu bilinmektedir. Uluslararası yardım eksikliği, Rojava’nın içinden geçtiği ağır ekonomik koşullar, ambargodan kaynaklanan sıkıntılar ve kaynak yetersizliği, kampta yaşayan binlerce çocuk, kadın ve ailenin eğitim, sağlık, insani gelişme, sosyalleşme ve özgürleşme ihtiyaçlarını doğru bir zeminde karşılamayı imkânsız hale getirmektedir.

Öte yandan, nihayet soykırım suçları işleyen bir örgüt olduğu gerçeği bizzat Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen DAİŞ’in emir, amir ve çekirdek kadrolarının tespit edilerek uluslararası gözetim altında yargılanması ve kampın tedricen kapatılması yönünden, ilgili bütün ülkeler nezdinde etkin ve sistematik girişim ve müzakerelerde ısrar etmenin dışında daha başka makul bir seçenek görülmüyor.

Başta Şengal’de Êzidî Kürt toplumuna karşı islenen soykırım saldırıları olmak üzere DAİŞ’in işlediği suçlar Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (International Criminal Court) asli görevleri arasında yer almaktadır. Gerek şu anda cezaevinde bulunan gerekse kampta yönetici ve yürütücü düzeyde çalışan DAİŞ elemanlarının bu Mahkeme nezdinde yargılanmasını sağlamak hem adaletin tecellisi hem de Rojava yönetiminin uluslararası meşruiyeti ve güvenliği için merkezi bir öneme sahiptir.

DAİŞ’in verilen bütün mücadelelere rağmen bitmediği gibi zaman zaman yeniden örgütlendiğine dair açıklama ve uyarılar yapılıyor. Sizce DAİŞ yeniden nasıl örgütlenebiliyor?

Toprak hakimiyetini kaybetmiş ve dolayısıyla işgal ettiği bir coğrafya üzerinde ‘hilafet’ rejimi inşa etme kapasitesi ortadan kaldırılmış bir DAİŞ’in bundan sonra hangi eksende örgütlenebileceği sorusu üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Genel olarak DAİŞ ve benzeri yapılanmaların şiddet ve güçle varoluşsal bir ilişki içinde olduklarını belirtmek gerekir. Yani şiddet sadece temel bir araç olarak değil, aynı zamanda kutsal bir görev, bir varoluş sebebi olarak görülmektedir. Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Acaba DAİŞ’in şiddetle olan hayati bağını keserek var olabilmesi, mümkün mü? Tahminim DAİŞ’in destek ve fırsat buldukça rakip olarak gördüğü kesimlere karşı esas olarak suikast, canlı bomba, kitlesel kıyım gibi terör saldırılarını temel alan bir rotaya gireceği; bunu yaparken de gerekli kitle desteği buldukça daha klasik sayılabilecek cemaat faaliyetlerine yöneleceği yönündedir.

Size göre DAİŞ’in yeniden örgütlenmesi Suriye, Ortadoğu ve dünya için ne gibi sorunlara yol açacak?

DAİŞ’in yeniden güçlenmesinin ne tür sorunlara yol açtığını anlamak için her şeyden önce bu örgütün iktidarı elde etmek için başvurduğu araçlara ve egemenlik kurduğu alanlardaki pratik ve politikalarına yakından bakmak gerekir. Hemen belirtmek gerekir ki Kürtlerin bu konuda elde ettikleri bilgi ve belgelerin uluslararası akademik camia ve kamuoyuyla paylaşılması büyük bir önem arz etmektedir.

DAİŞ’i Batı tahakkümüne karşı mücadele eden bir bâtıni romantikler topluluğu veya ‘ümmetin ümitsiz yetimleri’ gibi tanımlamalarla taltif eden tutumların aksine, ben DAİŞ’in militarist, totaliter ve fundamentalist özellikleri bir arada barındıran bir “medeniyet kırılması” (rupture in civilisation/Zivilisationsbruch) olduğunu düşünüyorum. Bu kavram, tarihçi Dan Diner tarafından Yahudi soykırımı bağlamında ortaya atılmış ve daha sonra başka bilim insanları tarafından başvurulmuş ve geliştirilmiştir. Konumuzla ilgili boyutuyla şöyle ifade edebiliriz. Hiçbir ahlaki ve medeni sınır tanımadan her tür şer aracını kullanılarak insanın insan eliyle yok edilmesine dayanan “köktenci bir kötülük”! Bir radikal kötülük ve medeniyet kırılması olarak DAİŞ, Müslüman olmayan toplumları zorla din değiştirme ve fiziksel yok etme yani kültürel veya fiziki soykırım arasında barbarca bir ikileme zorlarken, İslam çoğunluklu toplumlarının da özgürlük, adalet ve eşitlik alanlarında sürdürdükleri mücadele ve elde ettikleri kazanımlarının tümünün yok edilmesini hedeflemektedir.

Kürtler açısından bakıldığında, sadece DAİŞ ve benzeri Sünni eksenli cihadi örgütlerin değil, aynı zamanda Haşdi Şabi gibi devlet güdümlü paramiliter yapılarının da büyük bir tehdit oluşturdukları belirtmek gerekir. Bu örgütlerin her şeyden önce Kürdistan’ın görece özgürleşen bölgeleri olan Güney Kürdistan ve Rojava’yı yeniden sömürgeleştirmenin kullanışlı bir aracı olarak çalıştıklarını görmek zorundayız.

DAİŞ’in tasfiyesi ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması için neler yapılmalı?

Bu tür örgütlerin daha uzun süre İslam toplumlarının gündeminde kalacağı ve varlıklarını şu veya bu şekilde sürdürecekleri aşikârdır. Başka bir deyişle, gerekli önlemler alınmadığı takdirde DAİŞ ve benzeri cihadi örgütlerin İslam çoğunluklu ülkelerin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve siyasal krizlerin ortaya çıkardığı fırsatları kullanarak, bölgesel ve küresel ölçekte yeniden bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkabilir. Kalıcı bir çözüm, başta Kürtler arası siyasi ve askeri bir ittifak olmak üzere bölgesel ve uluslararası düzeyde yapılacak çok yönlü diplomatik, akademik ve siyasi çalışma ve iş birliklerine bağlı olacaktır. Bunlar yapılmadan, DAİŞ veya benzeri yapılanmaların Kürdistan ve bölge halklarının medeni ve siyasi hayati, özgürlükleri ve geleceklerine tehdit eden bir güç olarak yeniden ortaya çıkmasının önlenmesi ne yazık ki mümkün değildir.

Nihayet DAİŞ’i askeri olarak yenme onuruna sahip olan Rojava ve Başûrê Kurdistan’ın, elde ettikleri olağanüstü mücadele deneyimleri ve bilgi birikiminden hareketle zaman kaybetmeden siyasi, düşünsel, eğitsel, ekonomik ve askeri önemlerinin bir arada yürütüldüğü orta ve uzun vadeli programların hayata geçirilmesi şarttır. Bu tür yapılanmaları toplumun belli kesimleri nezdinde cazip hale getiren sebeplere eğilirken bunların iç ve dış bağlantılarının etkili bir şekilde deşifre edilmesi ve bütün bir toplumun bu mücadele sürecine etkin olarak katılması sağlanmalıdır. Başka bir deyişle, kalıcı bir çözüm için askeri mücadele gibi siyasi ve ideolojik mücadelenin önemli olduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda, DAİŞ’in etki alanına girmiş unsurlar arasında insani gelişme, toplumsallaşma ve özgürleşme yönünde arayış içinde olanların bu yönlü eğilimleri ve ihtiyaçları sonuna kadar desteklenmelidir ve buna dönük çalışmalar etkin bir şekilde yürütülmelidir.

DAİŞ’in eski çetebaşı Ebubekir El Bağdadi öldürülmeden önce Hol Kampı’nın her şeye rağmen ‘korunmasını’ söylemişti. Bu bağlamda Hol ya da benzeri kampların bu tür örgütler açısından nasıl bir önemi var?

Bu başlıca iki temel nedenle açıklanabilir. Birincisi, kampın toprak hakimiyetini kaybeden DAİŞ için bir tür alan hakimiyeti kurabileceği, insan gücü ve eleman devşirebileceği küçük bir örgütlenme ve egemenlik coğrafyası olarak konumlandırılması. Buna bağlı olarak ikincisi ise; Rojava yönetimi karşısında sürekli bir sorun, istikrarsızlık ve müdahale unsuru olarak canlı tutulması ve kullanması amaçlanmaktadır. Söz konusu kampın sonuç olarak ortak bir hikâyeyi, deneyimleri ve giderek suçları paylaşan insanlardan oluşan homojen bir yapı olduğu ve bu anlamda ideal bir üreme ortamı sunduğu unutulmamalıdır. Kamp hayatının kendine özgü yoksunlukları, problemleri ve yarattığı umutsuzluk ve perspektifsizlik buna eklenirse bu üreme ortamı çok daha elverişli bir hale gelebilir.

Konuyu daha kapsayıcı bir biçimde değerlendirecek olursak, DAİŞ gibi örgütler son 20 yıl içinde bölgede çok fazla yayılmaya başladı. Sizce bunun arkasındaki sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik dinamikler nelerdir?

Üzerinde çok yönlü düşünülmesi ve araştırılması gereken bu soruya belki en genel olarak şöyle bir cevap verilebilir. Batı medeniyetiyle özdeşleştirilen modernizm, kapitalizm, liberalizm, sekülerizm, feminizm, sosyalizm ve demokrasi gibi modern çağın güçlü ideoloji ve kurumlarıyla çatışma ve bunlara karşı tutunamamaktan kaynaklanan öfke ve itiraz siyasal İslam’ın sosyo-kültürel beslenme kaynakları arasında yer almaktadır. Adı geçen bu düşünce sistemleri ve yapılardan kaynaklanan toplum düzenleri ve hayat tarzları karşısında yenilgi duygusu sosyo-psikolojik bir arka plan sunmaktadır. Geçmişte daha çok Sovyetler Birliği, günümüzde de başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere İslam karşıtı olarak görülen büyük devletlerden kaynaklanan siyasi ve askeri müdahaleler ise konjonktürel siyasi fırsat yapısı oluşturmaktadır. Bununla birlikte DAİŞ’in esas olarak başta Êzidî Kürt toplumu olmak üzere; Süryani ve Asuri gibi Ortadoğu’nun diğer savunmasız yerli toplumlarını ve muhalif olarak görülen herkesi hedef aldığını özellikle belirtmek gerekir.

Uzun vadede kalıcı bir çözümün yaratılmaması durumunda DAİŞ ve benzeri örgütlerin Ortadoğu sosyolojisine etkisi ne olur?

DAİŞ, siyasal İslam geleneği içinde militarist, totaliter ve fundamentalist bir İslamizmi en keskin şekilde savunan yeni nesil bir hareketi temsil etmektedir. Militarist niteliği, yayılmacı, şiddet ve kendi kurallarını kılıçla dayatma özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Totaliter karakteri, egemenliği altına aldığı yerlerde hayatın bütün alanlarının mutlak denetim ve kontrol altına alınması ve ötekinin yok edilmesine dönük politikalarıyla açıklanabilir. Fundamentalizm ise bir asrı-saadet devrinin ölçülerine, başarı öykülerine ve fantezilerine dayanmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle DAİŞ ve benzeri yapılanmalar, İslam toplumlarını kuşatan bütün siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların ve krizlerin kaybedilmiş hayali bir saadet devrinin yeniden kurulmasıyla çözülebileceği bir anlayışa dayanıyor. Bu amaca ulaşmak için de “hilafet” adı altında organik ve totaliter bir cemaat ve dünya nizami kurulması şart sayılmakta ve bu düzenin sağlanması için de her tür yol ve kötülük meşru olarak görülmektedir.

Yerkürenin her coğrafyasında olduğu gibi, İslam çoğunluklu toplumların da adalet, refah, eşitlik, demokrasi ve özgürlük talepleri ve arayışları artarak devam edecektir. Siyasal İslam geleneğine dayanan anlayışlar tıpkı Ortadoğu’daki diğer Batı yanlısı veya karşıtı otokratik rejimleri gibi bugüne kadar ne bu talep ve ihtiyaçları doğru bir şekilde okuyabildi ne de onlara somut çözümler üretebildi. Bununla birlikte İslami hareketler ve cemaatlerin Ortadoğu’nun politik ve sosyolojik tablosunda önemli bir eleman olarak varlıklarını sürdüreceğini söylemek kehanet sayılmaz. Ancak bu hareketlerin olumlu bir rol oynaması her şeyden önce DAİŞ ve benzeri yapıların temsil ettiği militer, totaliter ve köktenci anlayışlara karşı çağın ihtiyaçları ve gerçeklerini ıskalamayan; insan hakları, haysiyeti, adalet ve dayanışma üzerine bina edilmiş yeni bir kurtuluş anlatısını inandırıcı bir şekilde sunmalarına bağlı olacaktır.

ANHA