Türkiye-Irak arasındaki güvenlik anlaşması ibretlik bir ihanet belgesidir- RAUF KARAKOÇAN

Türkiye-Irak arasındaki güvenlik anlaşması ibretlik bir ihanet belgesidir- RAUF KARAKOÇAN
18 Aug 2024   09:17

‘Türkiye-Irak yüksek düzeyli güvenlik mekanizması’ dördüncü toplantısı yapıldı.

Ankara’da bir araya gelen iki ülke yetkilileri ‘askeri, güvenlik iş birliği ve terörle mücadele’ konularında bir anlaşma imzalandığını kamuoyuna duyurdular. 

22 Nisan’da Irak’ı ziyaret eden AKP şefi Erdoğan, ‘stratejik çerçeve anlaşması (SÇA)’ imzalamış ve ortak planlama gurubu (OPG) kurulmuştu. 15 Ağustos’ta bir araya gelen grup iki ülke arasında süre gelen planlama toplantılarının pratik aşamasına geldiği anlaşılmaktadır. 

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin kameraların karşısına geçerek bu anlaşmanın ‘tarihi önemde’ olduğunu belirtiler. Fuad Hüseyin ‘iki ülkenin tarihindeki ilk mutabakat zaptıdır’ diyerek övgüyle bahsetti. Malum iki zat da Kürt’tür.  İki devlet adına Kürt kökenli iki dışişleri bakanı bir araya geldi ve Kürtler için tarihin en kapsamlı ihanet belgesini gurur verici bir gelişme olarak kamuoyuna duyurdular. Söz konusu ihanet zaptının 15 Ağustos tarihine denk getirilmesi de oldukça manidardır. 15 Ağustos direnişine karşı atılmış bir adımdır. İşbirlikçi-ihanetçi iki şahsiyetin imzaladığı mutabakat zaptının Kürtler için diriliş ve direniş bayramı olan Eruh ve Şemdinli eylemlerinin yıl dönümüne denk getirilmesi açık ki Kürt özgürlük hareketinden intikam almak anlamına gelmektedir. 

Her şeyden önce bu anlaşma Kürtler için ibretlik tarihi bir ihanet belgesidir. İki işbirlikçi Kürt bakan, parçalanmış Kürdistan’ın sömürge iki devleti adına, Kürt halkı için soykırım planını açıklarken, Türk devleti ve KDP’nin stratejik ortaklığına Irak’ın da dahil edildiğini ilan ediyorlar. Irak adına Fuad Hüseyin, Türkiye adına Hakan Fidan Kürtlerin tarihine kara bir leke olarak geçtiler. Sömürgeci devletin iki ihanetçi sömürge bakanı, kendi halklarına yapabilecekleri en büyük kötülüğü bu soykırım anlaşmasıyla tescillediler. 

Anlaşmanın detaylarına bakıldığında göze çarpan tek konu PKK’ye karşı stratejik bir ittifaktır. ‘Terörle mücadele için Bağdat’ta ortak güvenlik koordinasyon merkezi ve Başika’da da ortak eğitim ve iş birliği merkezi kurulacak’ deniliyor. ‘Askeri, güvenlik iş birliği ve terörle mücadele’ konularını kapsayan bu anlaşma ile aslında Türk devletinin Irak’ı işgal girişimi resmileştirilmiş oluyor. Türk devletinin askeri varlığının Irak’ta kalıcı hale gelmesi, Misakı Milli sınırlarının meşrulaştırılmasıdır. Londra merkezli El Ereb gazetesi de ‘Güvenlik anlaşması, Türkiye’nin Irak topraklarındaki Askeri Varlığını Meşrulaştırıyor’ ifadelerini öne çıkararak tehlikeye işaret etmektedir. 

Iraklı yetkililer ve hatta Güney Kürdistan halkı ‘Güvenlik’ anlaşmasının ne anlama geldiğini, işin ucunun şimdilik nereye varacağını pek kestirmeyebilirler. Ama çok iyi bilinmelidir ki, bu anlaşmayla Güney Kürdistan’ın işgal ve ilhak edilmesi kalıcı hale gelmiştir. Irak ise kendi geleceğini Türk devletine ipotek etmiştir. Misakı milli güncellenmiştir. Vaktiyle Suriye devletiyle imzaladığı Adana mutabakatı çerçevesinde Suriye topraklarının önemli bir kesimini işgal ettiler. Sınırlarından 30 kilometre içerlerde ‘terör’ gerekçesiyle operasyon yapma yetkisi tanıyan Adana Anlaşması dahilinde, Efrin, Azaz, Bab, Crablus, Girê Sipî, Serêkanîyê Suriye’den fiilen koparılmıştır. Türk devleti bütün kurumlarıyla buralarda kalıcı bir yerleşim içindedir. Irak’la imzalanan sözde güvenlik anlaşmasıyla, Suriye’nin başına gelen şimdi Irak’ın başına gelmiştir. Hatta Irak, bu anlaşmayla Suriye’den daha kötü bir duruma düşmüştür. İşgal edilen güney Kürdistan’da saysız askeri üs, kontrol noktaları, denetim alanları kurarak, stratejik alanlara yollar yaparak kalıcı hale gelmiştir. Bu alanlardan çıkması artık mümkün değildir. 

Bağdat’ta ortak güvenlik koordinasyon merkezinin kurulması ile Türk devleti arayıp da bulamadığı bir fırsatı yakalamıştır. Irak’ın kalbine sızmıştır artık. Başika Kampının eğitime açılması da Irak için ayrı bir derttir. Bu kampta Türkiye’nin eğitici pozisyonda olması Irak’ın damarlarına girmesidir. Iraklı yetkililer kendi elleriyle, DAIŞ çetelerinin Türk devletinin himayesinde Irak’a resmi girişine vize vermiş oldular. Kısacası iki ülke arasındaki anlaşma ‘güvenlik’ adını taşısa da ve çok masumane bir anlaşma gibi görülse de Irak devleti bu anlaşmayla kendisini Türkiye’ye bağlamış oldu. 

Irak’ın mevcut anlaşmayla resmen DAIŞ çetelerine yol vermiş olduğunu idrak etmesi gerekir. Türk devletinin DAIŞ ve diğer radikal cihatçı örgütlerle ilişkisi, desteği ve himayesi artık sır değildir. Bu örgütleri sınır ötesi operasyonlarda kullandığı da bütün dünyanın malumudur. Türk devleti artık meşru bir devlet olmaktan çıkmıştır. Saldırgan politikalarla, işgal amaçlı askeri operasyonlarıyla, işgal ettiği alanlarda işlediği savaş suçlarıyla, radikal İslami çetelerle olan açık ve resmi ilişkileriyle bir terör devletine dönüşmüştür. AKP iktidarı, ülke içinde bütün devlet kurumlarında faşizmi kurumlaştırmıştır. Dışarda ise tehditkâr bir güç olmuştur. Suriye ve Irak’taki askeri siyasi varlığını PKK gerekçesiyle daha da ileri bir noktaya vardırarak asıl amacını gizlemektedir. Asıl amaç coğrafik yayılmadır. Girdiği alanlarda demografik yapıları değiştirerek faşist, milliyetçi, ırkçı, dinci tahakküm kurarak kalıcılaşıyor. 

Bu anlaşmanın öznesi hiç kuşkusuz PKK’dir. PKK karşıtlığı üzerinden sağlanan bir konsensüstür. Irak mahkemesinin bir süre önce Şengal ve Güneyde faaliyet yürüten bazı parti ve örgütleri yasaklaması, siyasi zemini tümden yok etme amaçlıydı. Şimdi de yapılan ise askeri imha operasyonlarına başlamadır. Hakan Fidan’ın, ‘bu anlaşmanın sahada pratikleşmesinin arzusu içindeyiz’ sözleriyle Türk devletinin, KDP’nin, Irak ve DAIŞ’ın aynı amaçlar doğrultusunda operasyonel hale geldiğini ifade etmektedir.

İki ülke arasında yapılan anlaşmanın, halkımız tarafından iyi anlaşılması gerekir. Sonuçları çok ağır olacağının farkına olunmalıdır. Kürt özgürlük hareketinin topyekûn tasfiyesi amaçlanmaktadır. Halkımızın bütün kazanımları ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu tehlikeleri şimdiden görerek duyarlı olma, karşı tutum alma, ortak ve yaygın eylem geliştirme kaçınılmaz hale gelmiştir.