ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN: İMRALI ADASINDA CEZAEVİ YAŞAMIMA DAİR – 1

ÖNDER ABDULLAH ÖCALAN: İMRALI ADASINDA CEZAEVİ YAŞAMIMA DAİR – 1
19 Jul 2023   23:25

İmralı'da Önder Abdullah Öcalan'a yönelik işkence ve ağır tecrit sistemi; Kürdistan, Ortadoğu halkları ve demokratik, devrimci ve özgürlükçü çevreler için temel gündem maddelerinden biri. Önder Abdullah Öcalan, uluslararası komplo sonucunda 15 Şubat 1999'dan beri İmralı'da esaret altında. İşkence sisteminin yanı sıra, uluslararası hukuk ve Türk devletinin yasalarının tanıdığı hakları da engelleniyor. Ailenin ve avukatların ziyaretleri çeşitli gereceklerle engellenirken, 25 Mart 2021 tarihinden bu yana ise hiçbir bilgi alınamıyor.

Başta Kürtler olmak üzere, halkların durumu hakkında bilgi sahibi olmak istediği ve özgürlüğü için alanlara aktığı Önder Abdullah Öcalan hangi koşullarda kalıyor? Önder Abdullah Öcalan’ın işkence sistemine karşı tüm halklara özgürlük ve eşitlik yolunu gösteren tarihi direniş ortaya koyduğu İmralı'da nasıl bir sistem var? Önder Abdullah Öcalan orada nasıl bir mücadele yürütüyor, nasıl yaşıyor?

Soruların cevaplarını Önder Abdullah Öcalan savunmalarının beşincisi olan "Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü –Kültürel Soykırım Kıskacındaki Kürtleri Savunmak” adlı kitabında yanıtlıyor.

Önder Abdullah Öcalan’ın 22 Aralık 2010 tarihinde kaleme aldığı kitabın “İmralı Adasında Cezaevi Yaşamıma Dair” adlı son bölümünde bu konular ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.

Konunun öneminden dolayı Önder Abdullah Öcalan'ın bu değerlendirmesini 5 bölüm halinde yayınlıyoruz.

TECRİDE KARŞI NASIL DİRENDİĞİMİ VE YALNIZLIĞA NASIL DAYANDIĞIMI ANLATMADIM

Şimdiye kadarki tüm yazılı savunmalarım ve sözlü diyaloglarımda kişisel yaşamıma pek değinmedim. Genel geçer sağlık sorunları ve cezaevi idaresiyle ilişkiler dışında, sistemin özel olarak hazırladığı ve sadece bana uygulanan tecride karşı nasıl direndiğimi ve yalnızlığa nasıl dayandığımı anlatmadım. Sanırım en çok merak edilen konu bu mutlak yalnızlığa ve durağanlığa karşı geliştirdiğim yaşam deneyimlerimdir. Daha çocukluk döneminde köyün güngörmüşlerinden olan ve bilge sayılan biri hal ve hareketlerimi gözlemlerken, halen hatırımda olan şöyle bir cümle sarf etmişti: “Lo li ciyê xwe rûne, ma di te de ciwa heye?” Türkçesiyle, “Yerinde otur, sende cıva mı var?” demişti. Bilindiği gibi cıva çok akışkan bir elementtir. Ben de işte öyle hareketli birisiydim. Mitolojik tanrılar düşünselerdi, İmralı kayalarına bağlamak kadar ağır bir cezayı herhalde akıl edemezlerdi. Buna rağmen tek kişilik hücredeki on iki yılımı doldurmuş bulunuyorum.

AYAKTA DURMAYI ZİHNİM VE İRADEM BELİRLEYECEKTİ

İmralı tarihte devletin üst yetkililerine verilen cezaların infaz edildiği bir ada olmakla ünlüdür. İklimi hem çok nemli hem de serttir. Fiziki olarak insanın bünyesini çökertmeye yatkındır. Kapalı oda tecridi de buna eklenince, bünye üzerindeki yıpratıcı etkisi daha da artar. Ayrıca yaşlanma sürecinin başlangıcında adaya alındım. Uzun süre Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın denetiminde tutuldum. Son iki yıldır sanırım Adalet Bakanlığı’nın denetimi devreye girdi. Birer kitap, gazete, dergi ve tek kanallı bir radyo dışında iletişim imkânım yoktu. Tabii birkaç ayda bir yarım saatlik kardeş ziyaretleri ve ‘hava muhalefeti’ gerekçesiyle sıkça kesilse de haftalık avukat görüşmeleri iletişim evrenimi teşkil ediyordu. Şüphesiz bu iletişim etkenlerini küçümsemiyorum, ama ayakta durmak için yeterli ilişki olamazlar. Ayakta durmayı, çürümemeyi zihnim ve iradem belirleyecekti.

TÜM BU DENEYIMLER İMRALI’DAKI DAYANMA GÜCÜMÜ İZAH ETMEYE YETMEZ

Daha dışarıdayken kendimi hem yalnızlaştırmış hem de yalnızlığa karşı hazırlamıştım. Çok önemli bir bağımlılık ilişkisi olan aile, yakın akraba, hatta yakın arkadaş ve yoldaş ilişkisini soyutlaştıracak deneyimlerim olmuştu. Kadınla ilişki önemli olmakla birlikte, o da soyutlaştırdığım bir ilişki alanıydı. Nazım Hikmet’in tam tersiydim. Çocuk edinmemeye ahdım vardı. Daha lisedeyken edebiyat hocasından on puan alan kompozisyon yazımın başlığı şöyleydi: “Sen benim için hiç doğmayacak çocuksun!” Sanırım bu yazıyla zorlu geçen çocukluk yaşamlarını konu edinmek istemiştim. Fakat tüm bu deneyimler İmralı’daki dayanma gücümü izah etmeye yetmez.

MİLYONLARIN İRADESİNDEN AYRILMAYA UZUN SÜRE NASIL DAYANACAKTIM!

Şunu da belirtmeden geçmemeliyim. İmralı sürecinde bana dayatılan komplo umudun zerresini bırakmayan cinstendi. İdam cezasının infazı ve psikolojik savaşın uzun süre gündemde tutulması bu amaçlaydı. İlk günlerde nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül edemiyordum. Yıllar bir yana bir yılı bile nasıl geçirebileceğimi düşünemiyordum. Şöyle bir düşüncem oluşmuştu: “Milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz!” Gerçekten Kürt Ulusal Önderliği olarak, zindana giriş koşullarında kendimi milyonların sentezi haline getirmiş veya getirilmiştim. Halk da böyle algılıyordu. İnsan ailesinden ve çocuklarından yoksun kalmaya bile hiç dayanamazken, ben bir daha hiç kavuşmamacasına ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden ayrılmaya uzun süre nasıl dayanacaktım!

HALKTAN İNSANLARIN BİRKAÇ SATIRLIK MEKTUPLARI BİLE VERİLMİYORDU

Halktan insanların birkaç satırlık mektupları bile verilmiyordu. Şimdiye kadar zindandaki yoldaşların büyük kısmı verilmeyen sıkı denetimden geçmiş az sayıdaki mektupları dışında ve birkaç istisna haricinde, dışarıdan hiç mektup almadım. Mektup gönderemedim. Bütün bu hususlar tecridin yol açtığı durumu kısmen anlaşılır kılabilir. Fakat benim konumumun özgün yönleri vardı. Kürtlere ilişkin birçok ilk’e çıkış yaptıran kişi konumundaydım. Yarım kalan bu çıkışların hepsi özgür yaşamın olmazsa olmazlarıydı. Halkımızdan herkese, her toplumsal alana ilişkin ilk çıkışı yaptırmış, ama hiçbirini güvenilir eller ve koşullara terk edememiştim. Bir aşığı düşünün: Aşkı için ilk çıkışı yapmış, ama tam tutuşacakken elleri hep havada kalmış. Benim toplumsal alanlardaki özgürlük çıkışlarım da hep böyle havada kalmıştı. Kendimi toplumsal özgürlük alanlarında âdeta eritmiş, ‘ben’ diye bir şeyi pek geride bırakmamıştım. Toplumsal açıdan zindan süreci böylesi bir anda başlamıştı.

DEVAM EDECEK…

ANHA