​​​​​​​‘Önder Öcalan'ın rehin alınması tarihin öldürülmesidir’

Reportaj Summay

​​​​​​​‘Önder Öcalan'ın rehin alınması tarihin öldürülmesidir’
29 Jun 2022   01:40

İşgalci Türk devletinin tecrit yöntemlerini, Şêx Seîd'in direnişinden bu yana Kürtlere karşı bir yıkım politikası olarak kullanıldığını belirten Medenî Ferho, “Önder Öcalan'ın İmralı Cezaevi'nde tutulması tarihin öldürülmesidir. Kürt halkı asla bu tarihi cinayetlere sessiz kalmaz" dedi.

29 Haziran 1999'da Türk devlet mahkemesi, Önder Abdullah Öcalan'ın dünyanın hegemonik güçleri tarafından uluslararası komployla Türk devletine teslim edilmesinin ardından Önder Öcalan’a idam cezası verildi.

O günden bu yana, Önder Abdullah Öcalan ağır bir tecrit altında tutuluyor. İşgalci Türk devleti, haftalık avukat ve aile görüşme taleplerini ya gerekçesiz ya da “disiplin cezası” gerekçeleriyle  engelliyor.

Yazar Medenî Ferho, ANHA'ya Önder Abdullah Öcalan'a karşı uygulanan tecrit politikasının nedenlerini belirterek, Önder Öcalan'ın İmralı cezaevindeki direnişini anlattı.

Medenî Ferho ile yapılan röportaj şöyle:

*15 Şubat 1925 ve 1999'da ne oldu, her iki tarih de Kürt halkı için ne anlama geliyor?

Bir söz vardır. Derler ki; her şey zamanına göre değerlendirilmelidir. Bu açıklama Kürtler için geçerli değil. Zaman, her daim Kürtler için aynıdır. Dün ve bugün, geçmiş ve gelecek birbirinin yerine geçebilir ve ayrılamaz.

Bu nedenle, 15 Şubat 1925 ve 15 Şubat 1999 tarihleri birbiri ile ilişkilidir. Hem zaman hem de tarih açısından "otoriter cumhuriyet" ve "diktatörlük cumhuriyetinin" resmidir.

Otoriter cumhuriyet döneminde Türk mahkemeleri 15 Şubat 1925'te Şêx Seîd'in ölüm cezasına çarptırılmasına karar verdi. Bugüne gelindiğinde ise 15 Şubat 1999'da Türk mahkemeleri Önder Abdullah Öcalan'ı idam etme kararı verdi. Türk mahkemeleri otoriter cumhuriyetin en güçlü kanadıdır ve adalet değerleri ile hukuk normlarını korumuyor. 

İşgalci Türk devleti, İttihat ve Terakki paşalarının ürünüdür. Tüm bu paşalar devşirmedir. Devşirme, insan bedeninde saklı öldüren kurttur. Parçalıyorlar, bölüyorlar, cehennemi yaşatıyorlar. Onların işi ölüm ve insan düşüncesini yok ediyorlar.

Türk devleti tampon bir devlettir. Birince Dünya Savaşı'nda Kürdistan coğrafyasında tampon devletler kuruldu. Irak ve Suriye de tampon devletlerdir. Tampon devletler "otoriter cumhuriyet" ve "diktatör cumhuriyet" kelimelerinin kaynağıdır.

Herkes bu devletlerin sistemlerinden uzak durmalıdır. Bir ulus olarak kuruldular, ancak aralarında farklı halklar, kültürler ve diller olmasına rağmen hiçbir halkın hakları yok.

Başûr sonradan statü sahibi oldu fakat özgür olamadı. Dolayısıyla Türkiye, Suriye, Irak ve İran cumhuriyetçi kamuoyundan uzak duruyor.

Aynı zamanda fikir ve düşünce bakımından da dardırlar. Bu ülkeler dünyanın değişim ve dönüşümden kendilerini uzak tutuyorlar. Bu devletlerin karakterinin beyin hücreleri insani değerlere, gelişmelere, değişimlere, demokrasiye ve haklara kapalıdır. Zincirleme yasaları vardır. Ülke içinde yaşayan halkları inkar edip, demir yumruk yönetimiyle asimile politikasını uygulayarak, zamanla yok eder.

Türkiye, İttihat ve Terakki önderliğinde kuruldu. Bu teşkilat hem çete hem de komplocudur. Kasıtlı olarak "teşkilat" kelimesini kullanıyorum. Türkiye'nin inşası sürecinde Kürt halkı ve Çerkezler tüm güçleriyle İttihat ve Terakki’nin yanında birlikte yer aldılar.

Erzurum ve Sivas kongresinde, Ankara'nın ilk parlamentosunun oluşumunda devlet, Kürt ve Türk halkı olarak adlandırıldı. İttihat ve Terakki inşa sürecinden sonra Kürtler ve Çerkezleri reddettiler ve onları katletmeye başladılar. Avrupa ve Rusya’nın da içinde olduğu süreçte, tüm insani değerleri, evrensel hukuku ve İslami değerlerini ihlal ederek, dünya kamuoyunu aldattı.

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923'te imzalandığında, İttihat ve Terakki paşalarının sözlerini yerine getirmedikleri açıktı. Sözlerin tutulmaması Azadi Partisi’ni de harekete geçirdi. Ancak komplocu paşalar partinin lideri Xalid Begê Cibrî de dahil olmak üzere, Azadi Partisi çevresindeki tüm siyasi kadroları ve aydınları tutukladı.

Komplonun ikinci adımı için de askerler Piran'a gönderildi. Fakat Şêx Seîd onların tuzaklarına düşmeyerek, 13 Şubat 1925'te direnişi başlattı.

Bu gelişmeler ilginçtir ki Azadi Hareketi’nin liderleri Miralay Xelîl Begê Cibrî ile İhsan Nuri Paşa da dahil olmak üzere tüm parti kadrolarının her türlü saldırı ve tasfiyeye karşı toplumsal ve örgütlenme açısından komplolara hazır olmadıkları görülüyor.

Fikir ve düşüncelerinde zayıflık mevcuttu. Son güne kadar, "cumhuriyet" adından, halkların, farklı dillerin ve kültürlerin hukukundan bahsedilmiyor bile. Her şey gizli tutuluyordu.

Kürtler, bölgelerinde, özellikle Dilok ve Maraş'ta düşmanı yenerek, savaş pratiğinde ortak devlete sadık olduklarını göstermişlerdi. Ancak, kendi savunma ve hak güçlerini kurmamışlardı ve karakol ile tabur askerlerinin teslimine karşı kendilerini savunamadılar. Miralay Xalid Begê Cibrî ve çevresindekiler tutuklanınca kendilerini koruyamadılar. Kendini koruyamayan öncüler halkı da koruyamaz.

Şêx Seîd, İttihat ve Terakki paşalarının ikinci komplo adımına karşı etkili bir şekilde "diriliş" başlattı.

Şêx Seîd’in askerleri müritlerinden ve halktan oluşuyordu. Askeri eğitim ve öğretimleri bulunmuyordu. Bu yüzden "diriliş" kelimesini kullandım.

Şêx Seîd'in direnişi kısa sürede Bakûr Kürdistan'ın birçok şehrine yayıldı. Türk ordusuna da ağır darbeler vuruldu. Ancak merkezi bir gücü ve "Şûra" başkanlığı yoktu. Bu nedenle, Türk devletinin büyük saldırısına karşı direnemediler ve dağıldılar.

Bazı Kürt aşiret güçleri Şêx Seîd'in yardımına geç kalmış ve Diyarbakır'a ulaşamamış, bu nedenle farklı değerlendirmelerle karşı karşıya kalmışlardı.

Bu da Şêx Seîd Direnişi'nin, düzenli bir örgütten uzak olduğunu gösteriyor. Evet, Azadi adına başladı, ancak Azadi Hareketi de Bakûr’daki tüm Kürtler arasındaki örgüt tarafından zayıflatıldı. Özellikle askeri hazırlıklar konusunda hiçbir adım atılmamış, iyi bir örgütlenme yapılmamıştır. Aşiretler arasında da güçlü bir ilişki oluşturulamamıştı.

Arap verilerine göre, 4 binden fazla Kürt köyü talan edildi. On binlerce Kürt toplu olarak sürgün ve katliamlarla yüz yüze bırakıldı.

Bu hareket direniş rüyası olarak başladı, destanlar yazıldı, ama tarihte kaldı. Kürt halkı kendi coğrafyasında köleleştirildi. Kürtler de iki ayrı kanada bölündü; bir kanat köleliği onayladı, diğer kanat özgürlüğe sadıktı. Her iki kanat da gizlenmişti.

Kürtlerin yok edilmesinde, "katliam-cinayetler" Cumhuriyeti, festivaller, yasalar, seçimler ve parlamentolar düzenleyerek halkı davet etti. Bu cinayetler gösteri mekanları gibiydi. Dönemin mahkemeleri cinayetleri meşrulaştırdı. Sistematik ve şiddetli bir soykırım süreci vardı. Şiddetliydi, çünkü Türk Aydınlar Kulübü bile Kürtlerle bir araya gelerek Karadeniz Rumlarını yok ettiklerini, Anadolu'nun artık saf olduğunu, Ermenilerin kalmadığını, sadece Kürtlerin kaldığını, belediyeler, halk evleri, okullar ve ırkçı yayınlar aracılığıyla onları da yok etmeleri gerektiğini söylüyorlardı.

Her on yılda bir askeri darbeler yapıldı. Darbelerde her zaman ilk hedef Kürt halkıydı.

Askeri darbe dönemlerine çok fazla değinmeyeceğim. Ancak 12 Eylül'deki son askeri darbe farklı bir yere sahip. Çünkü bu darbe Kürtlerin yeni tarihine karşı yapıldı.

Kürtlerin yeni tarihi PKK hareketi ile başladı. Önce öğrenciydiler, sonra Apocu oldular, daha sonra da PKK oldular. Önder Öcalan, Kürt tarihinin yeni bir kademesini yaratmak için bir paradigma yarattı.

*Önder Öcalan’ın paradigması ve PKK ile birlikte Kürtler nasıl bir tarihsel sürece adım attı?

Bu paradigma, demokratik halk, demokratik devlet ve demokratik anayasa temelinde inşa edilmiştir. Bu paradigma, Kürtler etrafına ve Kürtler arasında inşa edilen, yıkılan tüm duvarları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında belirlenen sınırları da reddetti. Önder Öcalan yozlaşmış cumhuriyeti, yolsuzluğu, nefreti, otoriteyi ve diktatörlüğü reddetti.

Cumhuriyetçi kamusal eşitlik talep etti. İkinci adımda, bir "danışmanlık şurası" kuruldu. Yani, bir merkez inşa etti. Bu merkez başkanlık ve bu merkeze bağlı çevreler vardı. Bu çevrelerin inisiyatifleri bulunuyordu ve inisiyatifin kullanımında Öcalan'ın paradigmasını dikkate almak zorundaydılar.

Uygulama aynı zamanda halkın örgütlenmesine de dayanıyordu. İnisiyatifin sahibi tüm çevreler de silahlı kuvvetlerdi. Silahlar ve ideoloji birlikte yürütüldü. Böylelikle köleliği kabul eden ve özgürlüğü seçen Kürtler de ortaya çıktı.

Önder Öcalan bu putu kırdı. Muhammed Peygamber de Mekke’yi fethettiğinde durduğunda tüm putları kırmıştı. Önder Öcalan da paradigması ve 15 Haziran atılımıyla diktatör ve otoriter cumhuriyettin putlarını kırdı.

O dönemde halkın iradesini yok eden mekanizma, halka karşı dünya siyasi tarihinde var olmayan komplo uyguluyordu. Ne otokratik ne de diktatör, Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı'nda Kürdistan'ı bölen güçler, korku ve panikle harekete koyuldular.

Önder Öcalan'ı korsanvari bir şekilde tutuklayıp Türkiye'ye teslim ettiler. Bu komplo yeniden inşa edildi. Ya da diktatör cumhuriyeti yeniden revize edildi. Bununla Tampon olan Türkiye’nin korunması planlandı.

Bu aynı zamanda İttihat ve Terakki paşalarının mirasçıları için de büyük bir fırsat oldu.

İttihat ve Terakkinin mirasçı paşaları bu tarihi yok etmek istedi. Bir kez daha, 15 Şubat 1925 tarihini yaşatmak için Önder Öcalan, 15 Şubat 1999'da idam cezasına çarptırıldı. Bu bir mesajdı ve Şêx Seîd döneminde yaptıklarını tekrarlamak istediler.

Ancak bu defa karşılarında 5 bin yıllık tarihi, tecrübeyi, bilimi, olayları ve sistemleri yorumlayan, bir fikir ortaya çıkarmaya başlayan ve binlerce yıllık adımlar atan bir önder vardı.

Siyaset felsefesinin yaratıcısı ve siyaset biliminin yaratıcısı olarak tarih ortaya çıktı. Bu aynı zamanda Kürt halkının varlığının ve kimliğinin kabul edilmesi ve tanınmasının da temelini oluşturdu.

*İmralı'da, 1999 yılından bu yana izlenen politikayı ele alacak olsanız bize ne söylemek istersiniz?

Tek kelimeyle, tecrit düşünce devriminin önünde en büyük engeldir. Düşünce devrimi, fedakarlık mücadelesinin temelidir. Bu aynı zamanda anlama, öğrenme, inanç, bilgeliktir. Yaratıcılığın ve değişimin gücü haline gelir.

Önder Öcalan'ın paradigması bu devrimi gerçekleştirdi ve 1999 yılına kadar pratikte bu gerçekle hareket edildi. Kolektifçilik, mücadelenin temeli haline geldi ve dalları katlanarak ulusal savaşa büründü.

Tüm sosyal ve politik doktrinler yerle bir edildi. Bu aynı zamanda statükoyu sarstı ve sistemde bir deprem yarattı. Önder Öcalan, dünyanın fikir ve bilgelik tarafından yönetilmediğini, barut ve ateş tarafından yönetildiğini ortaya çıkardı.

Kapitalistlerin öncelik değeri egoizmdir. Bu ego harekete geçerek, Önder Öcalan'ı korsanvari şekilde tutuklayarak tecrit politikası yürüttü.

Bununla birlikte, kapitalist modernite Roma'yı, Babil'i, İngiliz İmparatorluğu'nu koruyamadı, hepsi başarısız oldu.

Ankara'nın da diktatör ve otoriter kalesini koruyamayacak. Ankara, otoriter ve diktatörlük cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana devrimcilerin ve halkların kanını döküyor. İlk başta 6 halk yok edildi, ardından Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz'de boğuldu. Merd-i Kipti benzeri bir grup egoist, merkezci, tüccar ve kindar ortaya çıktı. Sistem kalesinin duvarında alan açıldı ve o duvarlar kaleler yerle bir olacak.

*Önder Abdullah Öcalan'ın tutuklanmasından bu yana, disiplin cezaları kesintisiz olarak uygulandı. Önder Öcalan'ın şahsında direniş nasıl yürütülüyor?

Önder Öcalan'ın İmralı özel hapishanesindeki direnişi, merkezi güçlerin tüm planlarını bozguna uğrattı. Tüm yaptıkları tecrit ve hak ihlalleri ve başka çıkar yolları yok. CPT de onlara yardım ediyor.

Avrupa Konseyi sessiz kalarak işgalci Türk devletine mazeret ve yol gösteriyor. Önder Öcalan’a son zamanlarda disiplin cezaları verilmeye başlandı. Disiplin cezası aynı zamanda hukukun ve adaletin yok edilmesidir. Kendi yasalarının ihlalidir. Asrın Hukuk Bürosu avukatları, disiplin cezalarının hukuksuzluğunu vurguluyor. Verilen cezaların kanun çerçevesinde olmadığını keyfi şekilde suç işlendiğini defalarca kez dile getirdi.

Tecrit izole etmektir ve insanlık suçudur. Komplonun ilk gününden beri suç işleniyor. Halklara karşı ve özgür gelecek fikri işlenen suçlarla daha zor hale gelmektedir. Bu tecrit koşulları küresel bir suçtur!

*Kürt halkı ve dostları bu politika ve disiplin cezasına karşı nasıl mücadele etmeli?

Önder Öcalan, tüm diyalektik materyalist teorisyenlerin önünde adım atmıştır. Bu da demek oluyor ki kapılar kapatılarak aslında gelecek özgür günler gelişmelere kapatıldı. İlk olarak, İngiliz sendikaları bu gerçeği gördü. Sonra dünya bilim insanları ve filozofları bu gerçeği gördü. Uyanan dünyanın beyninin beyin hücrelerini Öcalan'ın paradigmasıyla dolmasının önünün açılmasını istediler. Bu aynı zamanda Öcalan'ın özgürlüğü için kampanyaların yolunu açtı. Bugün dünya çapında kampanyalar yürütülüyor. En anlamlı kampanyanın Strazburg'daki "Önder Öcalan'ın Özgürlük Nöbeti" olduğunu düşünüyorum. 10 yıldır devam ediyor. Hiç şüphe yok ki 10 yıllık saat, insan ruhunda dinamit ve atom bombası haline geldi. Uzun süredir devam eden eylemle Kürtler küresel zenginliği güçlendirdiklerini de ifade ediyorlar.

Bu dünyanın sesidir Darbeci güçler ve korsanlar bu sese karşı sağır ve dilsiz oyununu oynayamayacak.

Kürt halkı ölüm ile eylem arasında seçim yaptı. Halk, özgür yaşamı seçti. Özgür yaşam da mücadeleyle yaratılır. Kürtlerin mücadelesi çok taraflıdır. Kürtler, Türk devleti faşist AKP/MHP bloğunu sarsmıştır ve çöküşü bu blok çöküşün eşiğindedir. Siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerin ortasında sallanıyor. İşgalci Türk devleti dünyadan izole edilmiş durumda. Tehditler ve şantajlar sayesinde ayakları üzerinde durmaya devam ediyor. Diktatör ve otoriter Cumhuriyet NATO ile birlikte ayakları üzerindedir. Erdoğan'ın para koparmak için seyahat etme kısmından bahsetmiyorum. Böylece Türkiye özgürleşemez, yorulur ve boynu bükük durur. Bu tarihi bir yenilgidir.

Ankara'nın yenilgi savaşı İmralı'daki direnişle başladı; halkın direnişi ve Özgürlük Gerillalarının mücadelesiyle son bulacaktır.

Ama bu yeterli değil. İttihat ve Terakki'nin mirasçı zihniyeti, bir bütüne sarılmış, bilgelik yolundan çok savaş, barut ve ateş yolunu seçmiştir. Öcalan'ın "Genç başladık genç başaracağız" dediği açıklamasından vazgeçmiyoruz. Gençlerin enerjisiyle, insanlara yol gösterir. Toplum enerjisi güçlüdür, başarısız olmaz. Bu aynı zamanda gerçeğin gücüdür.

İnsanlar Önder Öcalan'ın düşünce ve felsefesinin yanındadır. Önder Öcalan, bir lider, bir filozof olarak, halkına olan ihtiyacı açıklamış, her düşüncesini ve konuşmasını netleştirmiş, toplumunun yolunu aydınlatmıştır. Nasıl ki İsa peygamberin din insanları, Muhammed peygamberin sahabeleri öncülerinin aydınlık fikirlerini halka yaydıkları gibi, Öcalan'ın kadro ve devrimci yoldaşları da ışığını halka ulaştırdı. Kürt halkı artık düşmanın diktiği kıyafetleri giymiyor, kendisi de kendi elbiselerini giyiyor. Kıyafetlerini giyer ve yıkar.

*Uluslararası arena neden Önder Abdullah Öcalan'ın fiziksel özgürlüğü için bugüne kadar sessiz kaldı?

Bu soru önemlidir, ancak Kürtlerin başına gelen trajedilerin uluslararası güçlerin ürünü olduğunu, çok zor ve derin olduğunu bilmeleri gerekir.

Fantastik ya da trajik bir roman okumuyoruz, gerçekleri okuyoruz. Rüyaları da görmüyoruz. İdeal olan biçimde davranmalıyız. Savaş hukukuna karşıyız.

Kürt halkına, Kürt aydınlarına, yazarlarına, diplomatlarına, gazetecilerine büyük ve ağır bir yük düşüyor. Kimsenin bu gerçeklerden kaçmak gibi bir lüksü olamaz.

Önder Öcalan'ın özgürlüğü için yürütülen küresel kampanyalar şüphesiz otoriter ve diktatör cumhuriyetin ölümünün sesidir.

Ama yeterli değil, tarihin ana aktörü olan güçler harekete geçmelidir. Akıl maddi gücü yok etmelidir. Aklın gücü, mekanik materyalizme ve dünyanın geri kalmışlığına cevap olmalıdır. Bu nedenle, Kürt aydınların, yazarların ve gazetecilerin her zamankinden daha fazla ve toplumun diğer tüm kanatlarından daha fazla çalışması gerekiyor. Önder Öcalan tez ve antitezini ortaya koymuştur. Kürt aydınları özgür bilinci tüm coğrafi renklerle tanımalıdır. Kürdistan'ın gerçekliği yoksullarda, geri kalmışlıkta, kara propagandada, çıkarlarda, siyasi oyunlarda değil, aklın müzakeresindedir. Bu aynı zamanda toplumların ruhunu ortaya çıkaracak ve iyi çalışmalarını sağlayacaktır.

Bu durum gerçeği yazarak ve ortaya çıkararak da yapılır. Kürdistan'da bugünkü manzara iyi işlenmeli ve tüm renkleriyle ortaya çıkarılmalıdır.

Bugün, Başûr, Rojava, Bakûr ve Rojhilat’taki savaş var olma savaşıdır. Türkiye'nin tehditleri hiçbir Kürt'ün özgürlüğü için değil, demokrasi ve adalet için değil, bölgenin istikrarı için değil. Her şey İttihat ve Terakki'nin mirası için, her şey işgalci Türk devleti için. Mussolini de bu tezi seçmiş ve otoritesi haline getirmişti.

Önder Öcalan'ın İmralı Cezaevi'nde tutulması tarihin öldürülmesidir. Önder Öcalan’ın tecrit edilmesi, tarihin ikinci cinayetidir. Kürt halkı bu tarihi cinayetleri kabullenemez. Olamaz!

Kürt aydınları bu tarihi cinayetleri tarafsızlık adına bir önlem olarak onaylayamaz. Olamaz!

Bu bir suç ortaklığıdır. Herkes tarihsel hümanizm ruhuyla hareket etmeli. Tarafsızlık, tarihsel hümanizmin öldürülmesidir. Tarihsel hümanizmin amacı insanları daha çok sevmektir. İmralı'da tecrit, tarihsel hümanizmin öldürülmesidir ve insani felaketin adıdır.

ANHA