Türkiye küresel bir risktir - RAUF KARAKOÇAN

Türkiye küresel bir risktir - RAUF KARAKOÇAN
13 Aralık 2021   01:12

Rauf Karakoçan

Türkiye’deki faşist iktidar kendi bölgesinde sorun üreten, bu sorunları bölgesel düzeyden küresel boyuta taşıyan politikalar uygulamaktadır. Sınırlandırılmadığı taktirde çatışma riski barındıran alanlara yenileri eklenecektir.

Uzun süreden beridir medya savunma alanlarına, Kuzey ve Batı Suriye’ye (Rojava’ya) Maxmur mülteci kampına, Şengal’e yaptığı saldırılar devam etmesine rağmen engellenemiyor. Bu saldırı alanlarında masum insanlar hedef alınarak katledilirken uluslararası hukukun kör ve sağır duruşu, duyarsızlığı da devam etmektedir. Sivil yerleşim alanlarına yapılan saldırılarda yaşanan can ve mal kayıplarının dökümü yapılsa savaşın hangi boyutlarda olduğu rahatlıkla görülecektir. Kürtler görülmemiş soykırım savaşıyla karşı karşıya kalmalarına rağmen bu kirli savaş görülmemektedir.

Kürtlere yapılan saldırılar, hiçbir uluslararası hukuk kuralına, anlaşmaya-sözleşmeye, bağlayıcı hükümlere dayanmadan yapılan saldırılardır. Kürtler sanki uluslararası hukukun hükümsüz olduğu bir coğrafyada yaşıyor. Savaş hukukunda bile olmayan bir pervasızlıkla Kürtlere saldırıyor. Her gün insanlık suçu işleniyor, terörün her türlüsünü sürdürülüyor.

Efrin’de yaşananlar, Türk devletinin terör uygulamalarına en somut örnektir. Zeytin ağacına varana kadar, insanı doğasıyla birlikte katlediyor. Terörün kıskacındaki Kürt halkının kendisini savunma hakkı olmayacak mı? Koyun gibi bıçağın altına yatma dışında seçenek olmayacak mı? Eğer savunma hakkı olacaksa nasıl olmalıdır? Sorularını sormak gerekir.

Kürt özgürlük hareketi doğuştan gelen meşru haklarını savunduğu için kapitalist sistemin terör listelerine giriyor. Terör uygulayan Türk devletine terörist denilmiyor, yaşam mücadelesi veren PKK ise ‘terör’ listesine alınıyor. Garip olduğu kadar ikiyüzlü bir siyasetin kurbanı olan Kürtlerin meşru savunma hakkına terör yaftası yapıştırmak, Kapitalizmin nasıl bir sistem olduğunu tanımlamaktadır.

Garip olan başka bir durum ise, KDP gibi ihanetçi işbirlikçi bir gücün de bu politikalarda rol almasıdır. Son dönemde DAİŞ saldırılarında peşmergeler ve halktan insanlar yaşamını yitirirken tedbir alacağına; DAİŞ’e karşı mücadele amacıyla aldığı silah, araç-gereci PKK’ye karşı kullanmakla meşgul. Maxmur ve Şengal saldırılarına zemin hazırlıyor, Türk devleti adına uşaklık rolüne soyunarak katliamlara hedef gösteriyor. KDP’nin bölgesel çaptaki suç dökümü Türk devletinden hiçte aşağı değildir.

Türk devletinin Kürt düşmanlığı Ortadoğu’nun da en başat sorunu haline gelmiştir. Arap alemiyle (Katar dışında) çelişik, istikrarsız ve hasmane tutumu iç sorunlarına müdahaleye varana kadar elindeki bütün kozlarını masaya sürerek kumar oynadı. Suriye, Libya, Mısır, BAE’den Sudan, Etiyopya’ ya kadar bütün bölgesel çelişkileri çatışmaya dönüştürmek için elinden geleni yapıyor. 

Benzer saldırganlık politikalarını Akdeniz’de sürdürmektedir. Anlamsız ve mantıksız gibi görünse de çelişki yaratarak kaostan beslenmek Türkiye için bir tercihtir. Kafkasya’da da kedisine cephe açarak çatışmalı bölgelerin müdahili olmuştur. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki soruna müdahale ederek Karabağ savaşının aktörü olmuştur. Hızını alamayarak Ukrayna-Rus gerilim benzinle giderek, şiddet yönteminin devreye girmesine yol açmıştır.

Nur topu bir sorun da Yunanistan cephesinde yoldadır. Eskiden beridir var olan adalar sorunu, Ege denizi kıta sahanlığı hakları gibi kronik müzmin sorunların varlığı zaman zaman gerilimli hale getirilerek iç politika malzemesi haline getirilmesi de dahil, yeni bir çatışmalı mecraya girme ihtimali belirmektedir. İlerde, üzerinde konuşulmaya değer bir sorun haline gelecek Yunanistan’la yaşanan krizin daha da derinleşeceğini şimdiden söylemekle yetinelim.

ABD ve Rusya arasındaki denge veya dengesizliklerden yararlanarak politika oluşturması kendisi açısından fazla kalıcı sonuçlar vermediği gibi, bölgenin baş belası haline geldi. Dış politikasını çatışma zeminleri üzerinden nemalanmaya ayarlı, yayılmacı, saldırgan pozisyonunda olması kendisine kaybettirmekten başka işe yaramadığını anlama kapasitesinden de yoksundur. Kürt düşmanlığının, Türkiye’yi çöküşün eşiğine getirdiğini sadece biz söylemiyoruz. Bütün muhalefet partileri aynı telaffuzu kullanmasalar da Türkiye’nin çökmekte olduğu kendilerinin ortak söylemidir.

Türkiye’nin Avrupa cephesinde istikrarsızlık yaratmaya dönük atakları da hiç eksik olmadı. En büyük silahı ise mülteciler oldu. Türkiye, İnsan ticareti ve insan kaçakçılığını uyuşturucu trafiğiyle birlikte yürütmekte oldukça mahir bir ülke haline geldi. Avrupa’nın başını ağrıtan uyuşturucu ve mültecilik konularında transit ülke haline geldi. Açıktan tehdit eder hale gelerek çeşitli manevralarda bulundu. Yunanistan sınırına mültecileri yığarak Avrupa fonlarından daha fazla yararlanmaya çalıştı.

Mülteciler üzerinden kriz üretmeye halen devam etmektedir. Son marifeti ise Belarus-Polonya sınırına ağırlıklı olarak Kürtleri taşıyarak yeni bir Kürt dramına yol açtığı gibi, Avrupa’ya baş ağrısı olmaya devam ettiğini göstermiş oldu. Zaten kendileri için bağlayıcı olan AHİM ve AB güvenlik konseyinin kararlarını kendi iç hukukunda uygulamadığını ve uygulamayacağını açıktan beyan ediyorlar. Ama her ne hikmetse Avrupa kurumlarından tık yok.

Kendi sınırları içinde tam bir zulüm uygulamakla kalmayarak sınırları dışında da hukuk tanımaz terör saldırılarında bulunmasına rağmen, uluslararası herhangi bir yaptırımla karşı karşıya gelmiyor.

Bütün bunlar bize şunu söylemektedir; Türkiye’ de ki diktatörlük dünya için küresel bir risktir.

ANHA