Ferda Çetin: Direnen gerillayı tasfiye etmek için kimyasal silah kullanıyorlar

Gerillaya karşı kimyasal silah kullanımına karşı sessiz kalma ve durumu görmezden gelme siyasetine tepki gösteren Gazeteci Ferda Çetin, gerilla direnişinin dünyanın içine girdiği sessizliği parçalayacak güçte olduğunu kaydetti.

Ferda Çetin: Direnen gerillayı tasfiye etmek için kimyasal silah kullanıyorlar
29 Oct 2021   03:08
HABER MERKEZİ-ZANA DENIZ

İşgalci Türk devletinin 23 Nisan’da Avaşîn, Metîna ve Zap alanlarına yönelik gerçekleştirdikleri işgal saldırıları 6’ıncı ayını geride bıraktı. İşgal saldırılarında her türlü silahın yanı sıra kimyasal silahların da yoğunca kullanımı özellikle Kürt kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanıyor.

Kürt halkı dışında kimyasal saldırılarına karşı tüm dünyada üç maymunların oynanıyor olması ise dikkat çeken bir başka husus. Gözlemciler ve analistler sessizlik durumunun aynı zamanda bu kimyasal saldırılara destek anlamına geldiği yorumu yaparken, gerilla direnişi karşısında ilerleyemeyen Türk devleti şimdiye kadar en az 323 kez kimyasal silah kullandı.

Gazeteci Ferda Çetin, Türk devletinin kimyasal suçlarının kendisini destekleyenleri korkuttuğunu, gerçeklerin açığa çıkmaması için de heyetlerin inceleme yapmasının özellikle engellendiğini, kaydetti.

Gazeteci Ferda Çetin’le yapılan röportaj şöyle:

*İşgalci Türk devletinin saldırılarına karşı Başûrê Kudistan’da gerilla 6 aydır tarihi bir direniş sergiliyor. Asimetrik denilebilecek bu savaşta ortaya çıkan direnişi nasıl okumak gerekir?

Şimdi Güney Kürdistan ve Rojava’daki savaşı ele alırken, iki denk gücün silah teknolojisinin aynılığı üzerinden bir değerlendirme yapmak hem yanlış olur hem de eksik olur. Güney Kürdistan’daki Türk Ordusunun pozisyonu nedir? İlk önce ona bakmak gerekiyor. Yayınlanan birçok rapor ve istatistiki açıklamalar açıktır. Kürdistan gerillasının direnişi NATO’da yer alan en büyük ordulardan birine karşı devam ediyor. Dolayısıyla da denk iki güç savaşmıyor. İmkanları çok yüksek olan bir orduya karşı gerilla tarzı bir mücadele veriliyor. Gerillanın pozisyonunu böyle ele aldığımızda bu üstün tekniğe, büyük imkanlara, silahlara ve her türlü tekniğe karşı başarılı bir mücadele vermesinin kaynağı etkin insani irade ortaya koymasında olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim kara savaşında 40 yıldır gerillaya karşı Türk devleti başarı elde edemiyor. Güney Kürdistan’daki gerilla direnişinde insan iradesinin, teknolojinin devasa imkanlarını yenebildiğini, başarısız kıldığını görmek mümkündür.

*Bu 6 aylık savaş sürecinin sizce en fazla dikkat çeken yönü ne oldu?

Son dönemde bu bölgede çok şiddetli savaşlar yaşandığını görebiliriz. Son 10- 20 yıllık tarih aralığında bölgedeki ve Ortadoğu’daki en büyük savaşlardan birinin bu coğrafyada yaşandığını söylemek mümkün. Güney Kürdistan’da Türk devletinin gerillaya karşı tıkanması bu savaşı başka alanlara taşımasını gösteriyor. Rojava’ya saldırısını tetikliyor. Yine Kuzey Kürdistan’da yeni saldırılar gerçekleştiriyor. Türk devletinin aynı anda Irak’ta, Suriye’de, Libya’da Karabağ’da her tarafta savaşacak siyasi ve ekonomik gücü yok. İçeride ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal olarak çok büyük bir sıkıntı ve kriz yaşamasına rağmen sınırlarının dışında, bu kadar rahat hukuk dışılıkla uluslararası yasaları tanımayan pozisyonda olması, Türkiye’nin kendi gücüyle bu saldırıları gerçekleştirmediğinin açık ifadesidir. Türk devletine Ortadoğu’da ve Akdeniz’de kimse müdahalede bulunmuyor diye bu kadar rahat saldırı içerisine giriyor. Nitekim Kıbrıs ve Akdeniz’de değişiklik yapmak istediler. ABD, Fransa ve AB, bu duruma müdahale etti ve bu kararlarından kısmi olarak vazgeçmek zorunda kaldılar.

‘TÜRK DEVLETİ DESTEK ALIYOR’

*Hem içte hem de dışta siyasi ve ekonomik açıdan değişik güçlerden destek alan TC, gerillaya birkaç haftalık ömür biçiyordu. Ama bu ömür biçme bir yana, NATO’nun en büyük ikinci ordusu gerilla karşısında ilerleyemiyor bile. Sizce gerillanın bu direnişinin siyasi, ekonomik faturasının TC’ye geri dönüşü nasıl olur? Hem kısa hem de uzun vade açısından.

Kimse bu saldırıların geri dönüşü olmayacağını beklemesin, bu şimdiden bile TC’ye dönmüş durumda. Bu konu daha öncede çok tartışıldı. Savaşın bir maliyeti var. Erdoğan’ın kendisi hayat pahalılığı, ekonomik zamlar ve günlük sorunlar hatırlatıldığında, yaptığı bir konuşmasında, biliyor musunuz, bir kurşun ne kadardır? Diye soruyordu. Zaten ekonomik dönüşümü günlük ve saatlik olarak oluyor. İnsanların yediği ekmek, günlük harcamaları, bugün ortaya çıkan benzin zamları gibi bu savaşın bir geri dönüşü oluyor. Bunun ötesinde toplumsal bir çürümeden söz etmekte mümkün. Kara para aklama mafya ile içli dışlı olma gibi. Şunu çok net olarak gördük; kendisi de bir çete örgütünün üyesi olan Sedat Peker, hükümeti ve bakanları buna benzer siyasileri susturdu. Devlet olmaktan çıkmış, yasalara bağlı kalmaktan çıkmış, uluslararası bağlamda pozisyonunu eski ilişkilerini kaybetmiş bir mafya hükümetine ve devletine dönüşen bir Türkiye var.

Türk devleti maliye bakanlığı eliyle kirli ilişkilere de giriyor. Bu kirli işler bir bir ortaya çıkıyor. Bunun bir sonucu bunlar olur. Diğer taraftan gerillaya karşı savaşırken işgal ve gerillayı yenilgiye uğratma amacı var. Direnen gerilla gücüne karşı yaşanacak her hangi bir yenilgi içeride AKP- MHP koalisyonunun yıkılmasına neden olacaktır. Tayyip Erdoğan’ın ve onu destekleyen devletin en büyük korkusu bu. Türk devleti ortaya çıkan krizi, içerde kutuplaşma yaratmak ve dışarda da sürekli bir savaş hali oluşturarak atlatmak istiyor. Her alanda savaş hali yaratarak açlığı ve yoksulluğu savaş ile ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Türk devletini destekleyen güçler başarısızlık ve çıkmazları karşısında birer birer birer desteklerini AKP’den çekiyor. Bu devam edecek. TÜSİAD bile artık AKP’ye karşı çıkıyor. AKP ile siyasi ilişkisi olan çevreler, gazeteciler ve iş insanları artık tepkilerini yüksek sesle dile getirip görünür kılmaya başladılar. Artık bu şekilde yürünmez, demeye başladılar. Savaşın etkileri şimdiden bu şekilde ortaya çıktı diyebiliriz.

‘KDP ÖZEL OLARAK DEVREYE SOKULDU’

*Türk devletinin hizmetine giren KDP güçleri Xelîfan’da 5 gerillayı katletti, bir gerillanınsa akıbeti halen bilinmiyor. Kürt toplumundan büyük tepki almasına rağmen KDP neden TC ile işbirliği siyasetinde bu kadar ısrar ediyor? Bu denklemde Ulusal birlik tartışmalarını nasıl ele almak gerekiyor?

Kürt özgürlük mücadelesinin son 40 yıllık süreçte geldiği düzey, elde ettiği kazanım, toplumda yarattığı sosyokültürel değişim ve Kürt halkının bir bütün olarak kendi hak ve özgürlüklerini talep etmesi, KDP’nin bilinç ve kavrayış düşüncesinin çok üstündedir. Son 20 yılda hem Güney Kürdistan’da, Bakur’da, Rojava’da Kürt kazanımlarının görünür hale geldiği ve uluslararası alanda sempati uyandırdığı bir dönem yaşanmaktadır. Kürtlerin bu kadar görünür olduğu bir süreçte KDP’nin Türk devletini ve AKP’yi destekleyen durumu talihsizliktir. KDP şu anda işgalcileri destekleyen ve onların hizmetine giren bir pozisyondadır. KDP sadece kapılarını ve toprağını Türk devletine açmıyor, aynı zamanda PKK’nin terör listesinde yer almasında TC kadar rol oynamıştır. Yine ENKS, Rojava’nın statüsünün tanınmaması için Rojava karşıtı bir çalışma sürdürmekte. Türk devleti kendi diplomatlarıyla yol yürüyemediği yerde KDP devreye sokularak Kürt kazanımlarının üstü örtülüyor.

‘İHANETİ NORMALLEŞTİREN BİR ULUSAL BİRLİK OLMAZ’

Kimi çevreler sürekli ulusal birlikten bahsederken KDP’nin yaptıklarını görmezden geliyorlar. Ulusal birlik dış güçlere ve düşmanca saldıranlara karşı, işgali engellemek için gerçekleştirilir. Ama kendi toprakları ve egemenliği altındaki topraklarda Türk devletine 50 karargah, askeri üs ve alan açan KDP’nin işgali desteklemesiyle olmaz. Bu gücün ulusal birlikten dem vurması akla ve izaha, mantığa uygun bir şey değil. Hem Türk devletine sonuna kadar hizmet edecek hem de siyasi güçlerle ulusal birliği tartışacak. Bu bir manipülasyondur. Ulusal birlik oluşturulacaksa düşmanla ihanet içerisine girenlere karşı oluşturmalıdır. İhanetçilerin ihanetini normalleştiren bir ulusal birlik propagandası yapmak algı yaratmaktır. Bu KDP ve ENKS’yi meşrulaştırmak onların Türkiye ile ortaklığını onaylamaktır.

*TC’nin kimyasal silahları artık rutin şekilde kullanmaya başlamasını nasıl okumak gerekir, siz nasıl yorumlarsınız? Arap ve Kürt Aydın ve yazarlar konuya ilişkin BM’ye mektup iletti. Yine İtalya ve Almanya hükümet parlamenterlerinden BM’ye soru önergesi sunuldu. Konunun birinci dereceden muhatabı olan Türk devleti ile arkasında duran güçler ise sessiz. Bu sessizlik nasıl kırılabilir, neler yapmak gerekir?

Türk devletinin mevcut yönetimi sorunları öteleyen pozisyondadır. Bu kadar ağır yükü kaldıracak, toplumsal kesimlerin mutabakatını ve desteğini alan bir yönetim durumu söz konusu değil. Türkiye’de yapılanlara bakınca ailesel bir despotizmin olduğunu görürsünüz. Bu hakimiyet öyle bir yere geldi ki, hukuk, ekonomi ve kültürel alanda toplumu saflara bölen, karşıtlaştıran aynı zamanda ekonomik anlamda toplumu zora sokan bir rejim var karşımızda. 

‘KENDİ ÇIKARLARINI KORUMAK İÇİN SALDIRIYOR’

AKP sistemi kendi çıkarları konusunda adım atan bir menzile girdi. 2015’ten itibaren bu durum daha da görünür olmaya başladı. İktidarını hiç kaybetmeden sonsuza kadar sürdürmenin dışında bir seçenek görmüyor. Karşımızda; suça, kire, pasa, yolsuzluğa, haksızlığa o kadar çok bulaşmış ve bunu alenen yapan bir sisteme bürünmüş devlet aklı var. Bu durumu normal seçimlerle başka bir rejime devretmesi mümkün değil. Her kim iktidara gelirse gelsin öncelikle AKP- MHP dönemindeki icraatları reddetmek ve bunları tersine çevirmek gibi bir görev ile karşı karşıya. Bu da geçmişin hesabını sormak ve bunların sorumluluğunu açığa çıkartmakla mümkün olabilir. AB ve ABD ile ilişkilerde bu durumun içerisindedir.

Erdoğan hedef 2023 sloganını son dönemde sık sık gündeme getiriyor. Bu kapsamda kendisini örgütlüyor. Siyasi ve askeri olarak çalışma yapıyorlar. Mahalle bekçilerini hazırlıyorlar. Ankara ve İstanbul’da özel birlikler oluşturarak, aileleri koruncak. SADAT tarzı oluşumlar var. Yine Türk devletine bağlı parayla savaştırılan çeteler var. Bunlar Türk ordusunun bir aparatı ve parçası olarak hareket ediyorlar. Erdoğan iktidarını kaybetmemek için kendisini hazırlıyor. 

Türk devleti 2021’in Şubat ayında Garê’de kimyasal silah kullandı. Uluslararası güçler, kamuoyu ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) bu konuda ses çıkarmadı. Türk devleti bu sessizlikten yararlanarak bugün de kimyasal silah kullanmaya devam ediyor. Türk ordusu Metîna, Zap ve Avaşîn’de sıkıştığı her anda bu kimyasallara başvuruyor. Sıkışan Türk ordusu ne bir adım ileri gidebiliyor nede geri çekilebiliyor. Türk devleti içine girdiği çaresizlikten kaynaklı bu kimyasal gazlı saldırılarını daha fazla yoğunlaştırdı.

‘İŞGAL SALDIRISI VE KİMYASAL GAZ KULLANIMININ ARKASINDA ULUSLARARASI GÜÇLER VAR’

*Kimyasal silah kullanımı konusunda muhatap olan OPCW örgütü ile Türk devletinin ekonomik anlamda ilişkileri basına yansımıştı. OPCW’nin bu konuda atacağı adım nasıl olmalı, sorumlulukları nelerdir ve ne yapmalı? Bir bütün olarak bakıldığında insan ve doğa üzerinde tahribatı bu kadar güçlü gazların kullanılmasına rağmen uluslararası güçlerin sessizliğini nasıl yorumlamak gerekiyor?

Türk devletinin Irak, Bakur ve Rojava’ya dönük saldırılarını kendi ekonomik gücüyle yapmadığına daha öncede defalarca değinmiştik. Bu saldırıları BM, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve İsveç gibi ülkelerin onayıyla gerçekleştiriyor. Bir devlet başka bir devletin sınırlarını ihlal ediyor, topraklarını işgal ediyor. Oranın kara ve hava sahasını istediği gibi kullanıyor. Uluslararası güçler izlemekle yetiniyor. Bu güçler Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spê işgalini birlikte kararlaştırdılar. Demokratik konfederal sistemin uygulama ve pratiğe geçme alanlarını bir birinden kopartmayı hedeflediler. Türkiye’nin oraya girmesini sağladılar. Türkiye DAİŞ ile birlikte Suriye’de yenilmişti. Bir kez daha Suriye’ye girmesi için hiçbir neden yoktu. Aynı şey Güney Kürdistan topraklarında da bu şekilde geçerlidir. Önder Abdullah Öcalan’ın tecrit altında tutularak, geliştirdiği demokratik konfederal sistemin hayat bulmaması için ciddi bir ortaklık kuruyorlar. Bu projeye karşı ciddi saldırılar gerçekleştiriliyor. Fiili olarak, askeri olarak, diplomatik olarak bu gerçekleştirilen saldırıların bir boyutu budur.

‘AMAÇLARI PKK’Yİ TASFİYE VE MARJİNALLEŞTİRMEK’

Bu ülkeler PKK’nin tasfiye dilmesi, marjinalleştirilmesi ve etkisinin kırılması için uğraşıyor. Bu konuda ülkelerin kendileri arasında bir mutabakat var. Bu sözü edilen devletlerin PKK’ye karşı Kürt özgürlük mücadelesine karşı, demokratik konfederal sistemin hayat bulmamasına karşı oluşturdukları bir birlikten söz edebiliriz. Bu ortaklık Türk devletinin rahat bir biçimde kimyasal silah kullanmasının önünü açıyor. Aynı zamanda bu güçler saldırılara gözlerini yumuyorlar. OPCW’nin merkezi Lahey’de, bu örgütün kararlarına ülkeler müdahale ediyor. Bu güçler örgütün, hiçbir şey olmamış gibi davranmasını istiyorlar. Buna karşı ne yapılmalı diye de bir soru ortaya çıkıyor. Bu kuşatma ve baskılara rağmen Kürt halkı bu kurumun harekete geçmesini sağlamalı. Bunun üzerinde baskı oluşturmalı ve hep birlikte bu sessizlik ablukasını kıracak mücadeleyi geliştirmeliyiz. Bu kimyasal silah meselesine tepkiler var, fakat bunu daha fazla gündeme taşımak gerekiyor. OPCW ve buna yakın örgütleri harekete geçirecek güç halkın mücadelesidir.

‘KÜRT HALKI BU SESSİZLİĞİ PARÇALAYACAK GÜÇTEDİR’

*Kürt özgürlük hareketi defalarca gerekli incelemenin yapılması için çağrı yaptı. Neden hiçbir devlet ya da ilgili örgüt buna yanaşmıyor? Gerçeğin ortaya çıkmasından mı korkuyorlar?

Ülkeler tepkilerin kendilerine yönelmesinden korktukları için OPCW’nin araştırma yapmasının önünü kapatıyorlar. Bu ülkelerin ve devletlerin yaşadıkları korkular var. Birçok açıklama yapıldı bu konuda, fakat bu konu basına yansımadı.  Basının bu eylemleri de görmezden gelmesi basının da tek bir merkezden yönetildiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Kürt halkına karşı girişilen bu saldırı dalgasının önünü uluslararası güçlerin desteğiyle Türk devletinin işlediği savaş suçunun üstü kapatılıyor. Kürt halkı her yerde bu tutuma karşı teşhir çalışması yürütmelidir. HPG bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapması için defalarca açıklama yaptı. Burada kimyasal kullanımının tespit edilmesi Türk devletini her alanda mahkum edecek. Aynı zamanda onlara bu silahları satanlarda bu kapsamda cezaya çarptırılacak. Bundan kaynaklı gerçeğin üstünü örtmek istiyorlar. Onlar istiyor diye Kürt halkı bu süreçte sessiz kalamaz. Kürt halkı, bu süreci tersine çevirecek irade ve mücadele gücüne sahiptir. Bundan kaynaklı Kürt halkının kimyasal silahlara karşı harekete geçmesi öncelikli görev olmalıdır.

ANHA