Ahmet Türk: Sorun yok demekle yok olmuyor

Bir sorunun yok demekle yok olamayacağını söyleyen Ahmet Türk, sorunun çözümünde ise, HDP’nin dışında da aktörler olduğunu belirterek, “Elbette Başkan ve PKK de muhataptır” dedi.

Ahmet Türk: Sorun yok demekle yok olmuyor
28 Sep 2021   04:16
HABER MERKEZİ – CİHAN BİLGİN

Ahmet Türk, Önder Abdullah Öcalan’la olası bir görüşmenin süreci çok olumlu etkileyeceğini belirterek: “Sürece dâhil olması sorunun kolaylaştırıcı olacağına inanıyorum ve bu sürece dâhil edilmesi gerektiğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

1998 9 Ekim uluslararası komplosu bir yılı daha geride bırakırken, komplonun nedenlerine dair değerlendirmeler ve tepkiler devam ediyor. 15 Şubat 1999’da esir alınan ve o günden beri İmralı zindanında rehine olarak tutulan Önder Abdullah Öcalan daha önceki değerlendirmelerinde; “komploda Türk devletine verilen rol gardiyanlık rolüdür” tespitini yapmıştı.

Önder Abdullah Öcalan’ın bu tespitine ilişkin değerlendirme yapan Ahmet Türk, devlete verilen bu görevin son bulması için halkların demokrasiye sahip çıkması gerektiğini belirterek, Türkiye’yi bu emperyalist güçlerin etkisinden kurtaracak bir anlayışın, sistemin ortaya çıkması gerekliliğine vurgu yaptı.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, "Türkiye’de Kürt sorunu yoktur” açıklamasına cevaben ise, Ahmet Türk: “Tabi ki birilerinin yoktur demesiyle bir şey yok olmuyor” diyerek tepki gösterdi.

Görevden alınarak yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş başkanı Ahmet Türk, Önder Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komployu, İmralı kapalı cezaevinde sürdürülen ağırlaştırılmış tecrit ve Kürt sorununun çözümünde kimin muhatap olduğu vb. gündem başlıklarını ANHA’ya değerlendirdi.

Ahmet Türk’le yaptığımız röportajın tam hali şöyle;

Önder Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen uluslararası komplonun 24. yıldönümü yaklaşıyor. Komplodan bugüne kadar geçen süreçte Kürt toplumunun tutumu, bu komploya karşı mücadelesini yenide dönüp değerlendirecek olursak neler söyleyebilirsiniz?

Kürt halkı bugüne kadar büyük bedeller ödedi. Elbette ki bu sürecin bir barışçıl sürece evirilmesi ve Sayın Öcalan’ın da en azından fiziki özgürlüğüne kavuşması için mücadele edildi. Tabi ki bu çabalar çok yeterli değil. Bu sadece Kürt halkından kaynaklanan bir yetersizlik de değil. Menfaat ilişkilerinden kaynaklı olarak bu dönemde uluslararası ilişkilerde aşınma oldu. İnsan hakları demokrasi, hak ve özgürlükler konusuna duyarlılık azaldı. Bundan dolayı bugüne kadar bu konuda çok fazla mesafe alınamadı.

Zaman içinde özgürlükçü bir anlayışın egemen olması durumunda bazı şeylerin değişebileceğini söyleyebilirim. Aslında Türkiye’de demokrasi kültürü pek gelişmemiş olması bizi sürekli tehlikelerle karşı karşıya getiriyor. Yani demokratik bir gelecek; Kürtlerin, Türklerin ve tüm halkların ortak demokratik değerlerde buluşması için bugün mücadele ediliyor. Bugün Kürt dostları da daha aktif bir siyaset izliyor. Ama maalesef devletin Kürtleri potansiyel tehlike olarak gören anlayışı halen devam ediyor. Bundan dolayı devletin; sıkıntıların ortadan kaldırılması, barışçıl bir sürecin gelişmesi, özgürlüklerin sağlanması, tüm siyasilerin özgürlüğe kavuşması konusundaki tutumu da değişmemiştir.  Tabi bu mücadelenin zaman içinde birçok şeyi değiştireceğine de inanıyorum.

Komplo elbette uluslararası kapsamda gelişti. Fakat Önder Abdullah Öcalan’ın bu komploda Türk devletine gardiyanlık rolü verildiği tespiti yapmıştı. Zira bu aradan geçen sürede yaşananlara, komplonun İmralı’da ve tabi dışarıda uygulama şekline bakıldığında yorumunuz ne olur?

Bunu uzun yıllardır izliyoruz. Türkiye’nin uluslararası komplo sonucu bu noktaya geldiğini de biliyoruz. Ama meseleyi sadece uluslararası güçlerin komplosu olarak hesaplamak da doğru değil. Yüzyıllardan beri bu coğrafyada Kürtleri potansiyel tehlike gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Bunu görmek lazım. Bu ülkede hala milliyetçilik, ırkçılık, faşist anlayış egemen ve değişim-dönüşümün, demokratikleşmenin önünde bir engeldir. Tabi ki Kürt sorununun çözümü ile demokratik gelecek arasında bağlantı var. Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorununu çözmek, Kürtlerin nefes alabileceği bir ortamı sağlamak mümkün değildir. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’ye demokrasinin gelme şansı da yok. Bu nedenle aslında değişim ve dönüşüm konusunda çok ciddi çabaları da yok. Böyle olduğu takdirde bütün tutsakların haksız yargılama ve birçok komplolarla bugün 12 binin üzerinde siyasi insanlarımız cezaevinde. Bir bütün olarak bu mantığın değişmesi ve gerçekten demokratik bir gelecek için ortak adımların atılmasın konusunda ısrarlı olmak lazım. Bu ısrarı da sürdürmek gerek. 

Bu gardiyanlık rolünü Türkiye’ye vermekle Uluslararası güçler ne tür hesaplar yapıyordu? Bu rol neden Türkiye’ye verildi ve sürdürülüyor?

Türkiye bir gardiyanlık görevi yürütüyor. Bu bizim de zaten karşı olduğumuz bir durum. Öncelikle Türkiye’de halkların ortak demokratik değerlerde buluşup, bu ilişkileri sonlandırmaya yönelik ortak bir akılın ortaya çıkmalı, bunun çabası verilmeli. Ortadoğu’da ki egemen ve emperyalist güçlerin adeta bir gardiyanı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yıllardan beri böyledir.

Almanya’nın 150 yıldan beridir Türkiye’de orduyu eğittiğini, Türkiye’yi derinden etkilediğini hepimiz biliyoruz. O siyaset hala bitmedi. Bugün Almanya 150 yıllık siyasetinin devamı olarak hala Türkiye’yle ilişkilerini sürdürmektedir. Türkiye’yi tekelinde tutmak isteyen, Ortadoğu’da istedikleri şekilde rol oynamasını isteyen emperyalist güçlerin de hesapları var. Tabi ki Kürtlerin tek başına bunu değiştirme şansları yok. Ancak Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte bir değişim-dönüşüm gerçekleştirilebilir.

Türkiye’nin bu gardiyanlık görevinin sonlanması için halkların demokrasiye sahip çıkarak, emperyalist güçlerin etkisinden kurtaracak bir anlayışla bir sistemin olması gerekir. Bu konuda uluslararası güçlerin hesaplarının tamamını bilme gibi bir şansımız yok. Ama Türkiye’yi çok rahat kullandıklarını da çok iyi biliyoruz.

Komplonun temel amaçlarından bir tanesinin de aslında Kürt halkının özgürlük mücadelesini ve buna bağlantılı olarak bölgenin olası demokratik sisteme geçişini engellemek olduğu yönünde çokça tespitler, yorumlar yapıldı şimdiye dek. Ancak bu tasfiye bir yana bugün birçok halk Önder Öcalan’ı kendi önderi olarak tanımlayan düzeye geldi. Yani aslında Kürt halk önderliğinden halklar önderliği gibi bir duruma ulaşıldı. Hem halkların bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz, hem de tabi buna rağmen tecridin mutlaklaştırılarak ısrarla sürdürülmesine dönük değerlendirmeniz ne?

Tabi ki bugün o paradigma bir kesim halklar tarafından kabul görülüyor ve değer veriliyor. Bu paradigmanın Ortadoğu toplum üzerinde etkili olabilmesi için değişim ve dönüşümün gerçekleşmesi gerekiyor. Bugün Ortadoğu’ya baktığımız zaman demokratik geleceğin önünü kesen bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Suriye, Irak, Türkiye ve İran’ı buna örnek olarak gösterebiliriz. Tekçi, faşizan ve ırkçı bir anlayış bu bölgede egemendirler. Halk değişim ve dönüşümü gerçekleştirmese bu durum her zaman bazı şeylerin gelişmesini engelleyecektir.

Paradigma ve ideoloji ile birlikte değişim ve dönüşümü halkla birlikte gerçekleştirmek gerekir. Yani halkların bu paradigmayı sahiplenip, değişim ve dönüşümü gerçekleştirecek bir süreci başlatmaları gerekiyor. Bugün Kürtlerin sadece ideolojik olarak değil, bir ulus olarak farklı kesimlerin, grupların, inançların olduğu bir halk yapısı var. İdeolojiler ne kadar güzel olursa olsun eğer ulus yönüyle bunu ele alıp ulusal mantıkla tüm halkın ortaklaşabileceği noktaya getirilmezse başarı şansı çok zayıf olur. Bundan ötürü halkı bu paradigmaya yaklaştıracak çalışmalara değer ve güç verilmelidir. 

Önder Abdullah Öcalan hem İmralı Adasında yazdığı savunmalarında hem de gerçekleştirdiği görüşmelerde sürekli olarak Ortadoğu ve özellikle Türkiye sorununu çözeceğini dile getirmişti.  Bu çağrılara rağmen Türkiye iktidarı neden bir adım atmıyor, çözümden korkuyor mu ya da bunu neden istemiyor?

Ortadoğu’da güçlü bir halk var. 40 milyonun üzerinde Kürtçe konuşan bir halk var. Herkes Kürtleri potansiyel tehlike olarak görüyor, bundan dolayı da Kürtleri sindirmeye çalışan bir mantığa sahipler. Sadece Türkiye değil, Suriye, İran ve Irak’ta da Kürtleri potansiyel tehlike olarak gören bir mantıkla karşı karşıyayız. Böyle olunca özgürlükçü ve demokratik bir yaşam milliyetçi iktidar için sorun oluşturuyor. Bu nedenle ne kadar barışçı, özgürlükçü, sorunu çözmeye yönelik projelerin geliştirildiği değerlendirilmelidir.

Başından beri Kürt sorunun çözümü konusunda yapılan çalışmalarda şunu derdim; eğer siz bir halkın dilini, kültürünü, inancını, kimliğini içselleştiremezseniz bu sorunu çözemezsiniz. Bir halkın hak ve hukukunu kabullendiğiniz zaman bunu çözebilirsiniz. Bugün Kürt sorunu gündeme geliyor, tartışılıyor, bazı konularda açılımlardan söz ediliyor. Peki neden Kürtlerin hakkı, geleceği, statüsü, hukuku içselleştirilmiyor? Bu içselleşmediği için sorunun çözümü kolay olmuyor.

Biz sürekli barışçıl bir sürecin gelişmesi ve bu sorunun çözülmesi konusunda kapıyı aralamak zorundayız. Çünkü bizim varlığımız halkların; demokratik, özgür, eşit ve bütün özgürlüklerin güvence altına alındığı bir gelecek içindir. Bu gibi konularda bir kapı aralandığı taktirde düşüncelerin değerlendirilmesi ve izlenilmesi gerekiyor. Kapıyı kapatmamak lazım, aralamak lazım. Bazen çok umutlu da olunmayabilir ama bir sürecin bile tartışılması önemlidir. Bu süreçler başlandığı zaman Kürtler kaybetmiyor.

Bir süredir Kürt Sorunun da muhatap kimdir tartışmaları gündemi işgal etmiş durumda. Önder Abdullah Öcalan’ın en son açıklamasında “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” ifadelerini kullanmıştı. Yine aynı şekilde HDP, değişik kesimlerin de böylesi bir süreçte nasıl rol oynayacakları yönünde belirlemeler yapmıştı. Bu açıklamayı göz önünde bulundurursak, bu sorunun muhatabı kimdir ve kimle çözülür?

1991 yılından bu yana demokratik siyasette bir çaba verildi. Bu dönemlerde insanlar özgür bir gelecek için mücadele ettiler, çok bedeller verildi. Demokratik siyasetin muhatap alınması önemlidir. Zaten biz bunu açıkça söylüyoruz. HDP’nin dışında da aktörler var. Bu problem tek yönlü çözülecek bir problem değildir. Herkesin ikna edilmesi gerekli. Biz İmralı’ya ilk gittiğimiz zaman da Başkan demokratik siyasetin önemli olduğunu vurgulamıştı.

Elbette Başkan ve PKK de muhataptır. Dünyanın başka yerlerinde de bunun örnekleri vardır. İRA bir dönem karar merkeziydi, ama bir süre sonra demokratik siyaset devreye girdi. Bunları birbirinden kopuk olarak ele almamak gerekir. Çözümde bir noktaya gelindiğinde denilecek ki, PKK ve Başkan’ın durumu ne olacak? Dolayısıyla PKK ve Başkansız bu sürecin başarılı olmasının şansı yok. Bu açıdan mesele, bir adımın atılmasıdır. Gerisi zaten gelecektir. Bu tartışmalar olacak, düşünceler alınacak, kimin ne düşündüğü konusunda sorular sorulacak. Bunu böyle ele almak gerekir. 

Bu tartışmanın merak edilen bir yönü de aslında şu, bu dönemde böyle bir gündemin oluşmasının nedeni. Neler söyleyebilirsiniz?

Bir iktidar hesabı var. Bugün Kürtler kilit bir rol oynuyor. Kürtsüz, kimsenin iktidara gelme şansı yoktur. Ama Kürt sorununun çözümü konusunda birileri bir şey söylüyorsa dinlemek gerek. Hatta ona katkı sunmak lazım. Bu benim bireysel fikrim. Ama sonuç olarak elbette ki HDP’nin Türkiye siyasetinde bir kilit rolünün olduğunu herkes görmeye başladı. Bugün HDP’nin yüzde 12-13’lerde bir oy aldığını herkes biliyor. Bu anlamıyla özlemini duyduğumuz barış ile ortak demokratik gelecekte halkların buluşması bizim için önemlidir.  Eğer ki böyle bir söylem kullanılıyorsa ve kapı aralanıyorsa elbette ki bunu değerlendirmek gerekiyor.

1’nci ve 2’nci dünya savaşlarında çözülemeyen Kürt sorunu şu an yaşanan 3’üncü dünya savaşında da çözümsüzlüğe doğru itiliyor. Bunun yanında AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik" açıklamasını yaptı. Çözülemeyen bu sorunun sürekli olarak neden çözdük, yoktur şeklinde lanse ediliyor?

İşin gerçeği sorunu olmasaydı gündeme de gelmezdi ve bunu söylemezdi. Var ki işte ‘bunu çözdük, Kürt sorunu yok’ diyor. Eğer bir sorun olmasa niye gündeme gelsin? Niye Türkiye gündeminde hep yerini alsın? Niye bu kadar Kürtler siyaset yaptığında, fikir ve düşüncelerini ortaya koyduğunda zindanlarda yargılanıyor? Bugünkü mahkemeler adeta İstiklal Mahkemelerine dönüşmüş durumda. Peki bu sorun olmasaydı niye bu kadar baskı, sindirme, zindan politikasıyla karşı karşıya gelirdik. Tabi ki birilerinin yoktur demesiyle bir şey yok olmuyor. Yaşadığımız hayat, bulunduğumuz süreç bu sorunun yakıcı bir sorun olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Komplonun 21. yıldönümünde Serêkaniyê ve Girê Spî’ye işgal saldırıları gerçekleşti. Bu saldırıların zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir Osmanlı mantığı var. Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin bir statüye sahip olmasını engellemek ve verilen mücadeleyi sindirmek için her türlü yönteme başvuruluyor.

Ağırlaştırılmış tecridin son bulması için bir çağrınız var mı?

Bu tecridin sona ermesi konusunda daha güçlü demokratik bir siyasetin ortaya çıkması ve taleplerin bu konuda daha güçlü bir hale gelmesinde elbette ki herkese, başta halkımız ve dostlarımıza önemli görevler düşüyor.

Son olarak Önder Abdullah Öcalan’la yapılacak görüşme süreci nasıl etkiler?

Ben bunun süreci çok olumlu etkileyeceğini kanaatindeyim. Çünkü Sayın Öcalan her zaman barışçıl bir sürecin gelişmesinin zamanının geldiğini ifade etmiştir. Yaptığımız görüşmelerde de bunu açık bir şekilde ifade etmişti. Sürece dâhil olması sorunun çözümünü kolaylaştıracağına inanıyorum. Bu sürece dahil edilmesi gerektiğini de düşünüyorum.

ANHA  

<iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/90Id1uQ8RqQ" title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>