Önder Öcalan’ın avukatı: İmralı sistemi lağvedilmeli

İmralı’nın 21 yılını, olağanüstü bir mekân, tecrit şartları altında kurgulanmış bir sistem olarak biçimlendiğini belirten avukat Özgür Faik Erol, Türkiye’de yaşanan her siyasi ve hukuksal gelişmenin, ‘Bu durum İmralı’yı nasıl etkiler’ filtresinden geçirilmeye başlandığını söyleyerek, bu sistemin lağvedilmesini istedi.

Önder Öcalan’ın avukatı: İmralı sistemi lağvedilmeli
13 Feb 2021   06:03
HABER MERKEZİ – CİHAN BİLGİN

Özgür Faik Erol’dan CPT ve AİHM’e seslenerek, İmralı’da yürütülen tecrit ve izolasyona dönük tutumunu netleştirmesini istedi. Faik Erol, mevcut sistemin kabul edilemez olduğunu söyleyerek, “Fiilen kabul ettiğiniz İmralı sistemini resmen de kabul ediyorsanız kararınızı alır, tüm Dünya’ya ilan edersiniz. Yok, etmiyorsanız, o zaman hukuku işletir, bu yapının varlığını sürdürmesini kabul etmediğinizi deklere edersiniz. Böyle bir sistemin, böyle bir cezaevinin demokratik bir sistemde varlığı kabul edilemez” dedi.

İmralı Adasında Önder Abdullah Öcalan’a karşı işlenen 21 yıllık hukuksuzluğu, uluslararası arenadaki yankısını Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özgür Faik Erol ANHA’ ya değerlendirdi.

Uluslararası Komplonun 21 yılı ardında bıraktı. Hukuk boyutunda uluslararası komployla hedeflenen neydi, beraberinde ne/ler değişti?

Muhtemelen 20. YY tarihin en dinamik, en yaratıcı ve en yıkıcı gelişmeleri kadar, uluslararası alanda en fazla komplo pratiğinin yaşandığı asır olarak anılacaktır. İşte bu yüzyılın kapanışında zamansal olarak 21 yıla yayılan, coğrafi olarak neredeyse üç kıtada sergilenen bir komplo pratiği yaşandı. Komplonun planlama ve yürütücülüğünü ABD yapıyordu, ancak İngiltere, Almanya, Hollanda, Yunanistan, Rusya ve diğer birçok Avrupa devletinin bu sürece kayıtsız şartsız katılım gösterdiklerini göz ardı etmemek gerekir. Sınırları kapattılar, ulaşımı engellediler, konunun tartışma seçeneklerini kapattılar ve çok tacizkar bir baskıyla Sayın Öcalan’ı Kenya’ya seyahate zorladılar.

YUNANİSTAN İLTİCA TALEBİNİ NE KABUL ETTİ NE DE RET!

Bu tutumun açık iki sonucu oldu: Bütün siyasi kimlikleri ve rolü bir yana, Sayın Öcalan şahsında bir insanın yaşamı riske edilmiş ve özgürlüğü elinden alınmış oldu. En son Yunanistan’da iken Hükümet yetkililerine sunduğu başvuru mektubunda politik bir talep olarak değil, insani ve yaşam hakkı gereği iltica talebinde bulunmuş ve kabul edeceklerse de, etmeyeceklerse kararlarını vermelerini istemişti. Yunanistan o iltica talebini ne kabul etti ne de reddetti. İşleme dahi koymadı, yokmuş gibi davrandı. Kabul etmiş olsa gerekli hukuki korumayı sağlamak zorunda kalacaktı. İltica talebini reddetmiş olsa,  bu kez de Dublin Sözleşmesi gereği, Sayın Öcalan’ı ilk iltica talebinde bulunduğu Avrupa ülkesi olan İtalya’ya iade etmesi gerekiyordu. İltica hakkında uluslararası hukuksal prosedür bunu gerektiriyordu. Yunanistan ise başvuruyu hasıraltı ederek (ki sonraki süreçte yazılı başvurunun idari kayıtlarda bulunduğu ortaya çıktı ve şu an Yunanistan’a karşı AİHM’de bu kapsamda bir dava sürmektedir) Sayın Öcalan’ı Kenya’ya ve oradan da İmralı’ya gelişe dek sürecek bir tuzağın içine sürükledi.

Komplonun ikinci sonucu ise, Sayın Öcalan’ın Avrupa’da bulunmasının da vesile olacağı, Kürt sorununun politik tartışma ve diyaloğa dayalı çözüm zeminlerinin çok uzun süreye yayılacak biçimde ortadan kaldırılmasıdır. 1999’da İtalya Başbakanı D’alema’nın Kürt sorununun çözümü amaçlı uluslararası konferans çağrısı bizzat Avrupa Birliği ülkelerince engellenmişti. Kürdün ve Türkün, Ortadoğu coğrafyasında birbiriyle karşıtlaşan pozisyonlarından çok da rahatsız olmayan, hatta bunun sürmesini isteyen uluslararası devletler siyasetiydi diyebiliriz komploya.

İmralı’da yaşanan 21 yıllık hukuk dışı uygulamalarını değerlendirir misiniz? Bu uygulamalarla amaçlanan neydi?

İmralı’nın 21 yılı, olağanüstü bir mekânda olağanüstü tecrit şartları altında kurgulanmış bir sistem olarak biçimlendi. İmralı’ya bir tecrit sistemi denilmesinin sebebi sadece sürekliliği ve disiplininden kaynaklanmıyor. İmralı’da sergilenen güvenlik ve idare uygulamaları birer yönetim tekniği olarak bütün Türkiye’ye mal edilir hale geldi. Bunu sürekli anlatıyoruz. Bunun da iki yönü var:

Birincisi, Türkiye’de yaşanan her siyasi ve hukuksal gelişme, “Bu durum İmralı’yı nasıl etkiler?” filtresinden geçirilmeye başlandı. Örneğin öğrencilere çıkarılacak af konusunda, tutukluların infaz rejimleri yeniden düzenlenirken, AİHM kararlarıyla yeniden yargılama yapılırken vb. İkincisi, İmralı’da hukuku askıya alarak pratikleştirdikleri şeyleri bir süre sonra tüm topluma doğru genişletmeye başladılar. Avukat yasaklamaları, görüşmelerin kayda alınması böylesi örneklerdir ve daha da önemlisi kısıtlamaları toplumun aleyhine olarak geniş yorumlayan bir hukuk ve yönetim biçiminin çekirdeği İmralı tecrit sistemine dayanır.

TARTIŞMASIZ BİR BİÇİMDE İNSANLIK DIŞI BİR MUAMELE

Bu sistematik içerisinde avukat ve aile görüşmelerinin bir bütün olarak yasaklanması İmralı tecrit sisteminin en pervasız aşamasını ifade ediyor. Elbette tecrit, 1999’dan beri sürekli ve adeta bir kanun gibi yürürlükteydi. Ancak Nisan 2015’ten bu yana İmralı adasına bırakalım ziyareti, en küçük bir iletişim dahi olağanüstü sebeplere bağlanıyor. Örneğin 2020 yılı boyunca gerçekleşen iki temastan (bir aile ziyareti, bir telefon görüşmesi) biri adada çıkan yangın, diğeri ise pandemi nedeniyle gerçekleşti. Bir cezaevinin, bir mahpusluğun dış dünya ile temasının bu derece ağırlaştırılması tartışmasız bir biçimde insanlık dışı muameledir.

CPT'nin 1999'dan bugüne İmralı Cezaevi'ne yönelik 8 ayrı ziyareti gerçekleşmiştir. CPT yetkilileri 11-25 Ocak arası dönemde çeşitli ziyaretler amacı ile Türkiye'de bulundular. Ancak sizin de açıklamanızda belirttiğiniz üzere Önder Abdullah Öcalan’ı ziyarette bulunmadılar. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahsettiğimiz bu insanlık dışı muamele hali, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali olarak CPT’nin müdahale alanına girmektedir. Esasen İmralı’daki durumu 2019 raporunda CPT de ifade etmişti. CPT’nin 2019 raporundaki tespitleri güçlü ve önemlidir; tecride gerekçe olarak üretilen sudan sebeplerin ciddiye alınmadığı da fark edilmektedir. Geçtiğimiz ay Türkiye’ye bir ziyaret daha gerçekleştirdiler. 14 gün boyunca bir dizi cezaevi ziyareti ve resmi temas gerçekleştirdiler. Bu 14 günlük temaslar arasında İmralı’nın bulunmadığı anlaşılıyor. CPT yetkilileri birebir görüşmelerde genellikle yetki ve yaptırım güçlerinin sınırlı olduğundan ve kendilerinden çok fazla beklentiye girildiğinden yakınırlar. Bir Avrupa Konseyi Kurumu olarak CPT’den yetkisini aşan bir talepte bulunulduğunu düşünmüyoruz. Aslında en başa yani komplo sürecine Avrupa devletlerinin katılım biçimine dair konuştuklarımıza dönersek, birer Avrupa kurumu olarak CPT ve AİHM’nin bu siyasal pratikten tam olarak ayrıldıklarını söyleyemeyiz.

KABUL ETMİYORSANIZ HUKUKU İŞLETİRSİNZİ

Bu kurumlardan beklenti şundan ibarettir: Kendi hukukunuzu uygulayın! Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olduğuna göre, hukukunuzu uygulayın. Avrupa Konseyi sınırlarında 9 yıl boyunca avukat ziyaretinin yasaklandığı, aylarca, yıllarca tüm iletişimin durdurulduğu, giriş çıkışın yasaklandığı bir mekân var, bir cezaevi var. Bunu kabul ediyor musunuz? Fiilen kabul ettiğiniz İmralı sistemini resmen de kabul ediyorsanız kararınızı alır, tüm dünyaya ilan edersiniz. Yok, etmiyorsanız, o zaman hukuku işletir, bu yapının varlığını sürdürmesini kabul etmediğinizi deklere edersiniz. Yunanistan’ın iltica konusunda sergilediği hasıraltı eden, sürüncemede bırakan tutumun İmralı şartları açısından sürdürülmeye çalışıldığını söyleyebiliriz.

CPT’NİN İMRALI’YA GİTMEMESİ BİR TERCİHTİR

CPT’nin Türkiye ziyaretinde İmralı’ya gidip gitmemesinin pratik anlam ve değerini de böyle okuyoruz. CPT’nin sadece İmralı ile ilgili olmasını talep eden bir durumumuz yok. Fakat örneğin, CPT Nisan 2020’deki telefon görüşmesinden bu yana İmralı ile hiçbir temas kurulamadığını biliyor. Avukat, aile ya da sivil bir heyetin adaya gitmesine de bir yıldır izin verilmedi. Bu durumda son bir yıl içinde İmralı’daki müvekkillerimizi görebilecek, onlarla konuşabilecek, durumları hakkında bilgi sahibi olabilecek tek heyet CPT heyetidir. Bu durumu bildikleri halde gitmemeyi tercih ettiler.   

Müvekkilinize yönelik günümüze kadar uygulanan hukuksuzluk uluslararası alanda nasıl yankı buldu/buluyor?

Uluslararası devletler sisteminin Sayın Öcalan’a yaygın komplo ve tecrit politikasıyla tavır aldığından bahsettik. Fakat elbette uluslararası alan Avrupa, ABD gibi devletler ve devletlere bağımlı kurum-kuruluşlardan ibaret değildir. Devletlerin, çoğu zaman kirlenmiş menfaat ilişki ve çelişkilerinden apayrı olarak bir de halkların, toplulukların, bağımsız kuruluş ve birlikteliklerin oluşturduğu bir uluslararası alan vardır ki, bu alanda Öcalan ilgisinin oldukça büyüdüğünü gözlemliyoruz. Bizim için gerçekte kıymetli ve anlamlı olan budur ve müvekkilimizin de böyle düşündüğünü biliyoruz. Katıldığımız etkinliklerde, uluslararası toplantılarda, büromuza ulaşan mesajlarda, görüş ve temennilerde buna sürekli tanıklık ediyoruz. 2020 yılında da İngiltere’de işçi sendikalarının başlattığı özgürlük kampanyası, İtalya’da belediye meclislerinin vatandaşlık ilanı, Afrikalı hukukçuların BM’ye mektubu gibi etkili girişimleri olduğunu biliyoruz. 2019’da Kuzey Suriye’ye dönük askeri saldırılarda da görüldüğü üzere, uluslararası sivil toplumun, halkların ilgi ve tepkisi devlet siyasetleri üzerinde etkili ve dönüştürücü bir rol oynamaktadır. 

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Tecridin sonlandırılması bizim sürekli talebimiz ve hatta talepten öte İmralı’ya dönük yürüttüğümüz tüm hukuksal çalışmalarımızın ana eksenini oluşturur. Bununla birlikte tecridin sonlandırılmasını birkaç aile ve avukat görüşmesinin gerçekleşmesine bağlayamayız, bunlar olursa tecrit kırılır diyemeyiz. Esas olan İmralı sisteminin lağvıdır. Böyle bir sistemin, böyle bir cezaevinin demokratik bir sistemde varlığı kabul edilemez. Dolayısıyla tecridin alternatifini açık olarak müvekkilimizin sağlık ve özgürlük koşullarının sağlanması olarak görüyor ve sürekli talep ediyoruz.

ANHA