Enerji koridorları ve dünya siyasetinin dizayn edilmesi

Enerji koridorları ve dünya siyasetinin dizayn edilmesi
5 Aug 2024   08:05
HABER MERKEZİ

Yaşadığımız çağ, teknik-teknolojik anlamda değişim-dönüşümün yaşandığı bir dönemdir. Siber güvenlik, yüksek düzeyde iletişim, yapay zeka ve enerji nakli ile iklimle uyumlu enerjiye geçiş dönemi yaşanmaktadır. Petrolün bir süre sonra temel ihtiyaç olarak gündemden çıkması beklenmektedir. Rusya ve Ukrayna savaşı nedeniyle yaşanan enerji sıkıntıları, iklimle uyumlu enerjiye geçiş çabalarını hızlandırmış bulunmaktadır. 

Elektrik, su, rüzgar ve güneş enerjisine dayalı devasa projeleri geliştirme çalışmaları hızlanmış durumda. Elektrikli arabalar, uçuş araçları, deniz altı-üstü teknik araçlar, yazılım teknolojisi, yapay zeka tekniği ve robotları, kamara sistemleri makro-mikro alanlarda kullanılıyor.

Toplumsal gelişme süreçlerinde kömürün yerine petrolün geçişi, manifaktürün yerine sanayinin gelişmesi yeni çağı geliştirmiştir. Bazı uzmanların çağları enerji maddeleri üzerinden tanımladıkları  bilinmektedir. Örneğin, kapitalist üretimde kömürün ana enerji birimi olarak kullanıldığı dönem kendine ait bir ulusal ve uluslararası hiyerarşi yaratmış, İngiltere bu dönemin hegemonyası. Kömürün yerini petrolün aldığı dönemde ise ABD hegomonik güç olarak öne çıkmıştı, dolayısıyla dünya siyaseti petrol temelinde bir hiyerarşi geliştirmişti ve merkezinde ABD bulunmaktaydı. Şimdi bu hiyerarşinin çözülmeye doğru gittiği görülmektedir.

Sanayi devriminden bu yana enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya bir yarış başlamış, bu yarış birçok savaşa sebep olmuştur. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının da enerji maddelerine sahip olma veya enerjinin nakledildiği rotaların, güzergâhların güvenliğinin sağlanması ile ilgili olduğu görülecektir. Enerji maddelerinin üretim alanları ile tüketim yerleri arasındaki jeopolitik durum, nakil hatları ve en büyük enerji tüketim bölgeleri üzerinden doğru bir tahlil yapılırsa, enerji maddeleri tekeli için neden büyük savaşların verildiği anlaşılacaktır.

Yeni enerji rotaları ve güzergahlarının hangi düzeyde olduğu öğrenmek için iç içe geçmiş değişken çıkar bloklarının durumuna bakmak yeterli olacaktır. Ortadoğu’da birçok devletin yıkıldığı, sermayenin dolaşımına engel olmaktan çıktığı görülmektedir. Fakat sermayenin özünü temsil edecek siyasal işbirlikçi rejimlerinin kurulmaması nedeniyle, sermaye güvenliğini koruyacak taraftar oluşturma sürecinin tamamlanmadığı görülmektedir. Mısır, Tunus, Libya, Irak, Lübnan, Suriye, Yemen, İran ve Türkiye’de yaşanan yeni durum ve savaşların özünde enerji kaynakları ve güzergahları gerçekliği ile bağlantılıdır. İsrail-Hamas, Azerbaycan-Ermenistan (Karabağ) savaşları ve Zengezur tartışması bu durumla bağlantılı gelişmelerdir. Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye ile Güney ve Kuzey Kürdistan’a karşı soykırım savaşının bu gelişmelerle bağlantısı vardır. Rusya ve Ukrayna savaşının, Çin’i Tayvan üzerinden çevreleme ve ablukaya alma stratejisinin özünde paylaşım ve hegemon olma savaşı olduğu açıktır.

Rusya’nın petrol, doğalgaz ve enerji hatları tekelini kırmak için NATO’nun, ABD, İsrail, Avrupa ve Türkiye’nin arayış içinde oldukları biliniyor. Avrupa’nın enerji anlamında Rusya’ya bağımlılığı bilinmektedir. Rusya, İran, Suriye ve ilgili devletlerin Suriye üzerinden Akdeniz’e uzanacak enerji koridoru planlanmasının gerçekleşmediği, batının bunu engellediği bilinmektedir. Ayrıca Suriye’nin batı enerji politikasını kabul etmediği için burada savaşın yaşandığı önemli bir iddia olarak dile gelmiştir. Çin’in kuşak ve yol projesi, Latin Amerika, Afrika, Avrupa, Asya ve Ortadoğu olmak üzere önemli merkezlere kanca atarak çarpıcı projelerle sahneye çıkması, enerji savaşlarını kızıştıran adımlar olmuştur. Buna karşı, batılı güçler G20’ye Afrika birliğini de eklemleyerek Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoruyla cevap olmuştur. Çin’in Ortadoğu’ya siyasi ve diplomatik yöntemlerle açılım yapması karşı hamle biçiminde gelişse de sonuçta Ortadoğu tüm güçlerin kesiştiği ana nokta olmuştur. Her ne kadar dünyanın çeşitli yerlerinde bu gerginlik, savaş hatta nükleer savaş tehdidi düzeyine gelmiş olsada bu güçlerin kesiştiği ana güzergah Ortadoğu olmuştur. Çin ve Rusya’nın Ortadoğu’ya inmeleri bu gerçekliği ifade etmektedir. Yakın dönemde bazı güçlerin Ortadoğu’dan çıkacağı söylemleri bu nedenlerden dolayı gerçeği yansıtmamaktadır.

Yeni dönemde Afrika coğrafyasının konumu yeni enerji maddelerinin deposu olarak güçlenecektir. Afrika kıtasında çok ciddi rekabet savaşının yürütüldüğü gözlemlenmektedir. Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoru ve bir kuşak-bir yol projesini de ele alırsak Afrika, Hint okyanusu, Arabistan yarımadası, Asya ve doğu Akdeniz bölgeleri, Ortadoğu bölgesi üzerinden Kıbrıs, Yunanistan ve Avrupa’ya ulaştırılması planlanan enerji hatlarının dört ana girişi bulunmaktadır.

1. Hint okyanusundan Afrika’nın doğu sahillerini takip ederek Babulmendep boğazıyla Kızıldeniz’e, Süveyş kanalından Akdeniz’e ve oradan da Yunanistan-Kıbrıs ve Avrupa’ya ulaşan hat.

2.  Aynı hattı takip eden fakat aktarma olarak Mısır-Gazze hattı yani İsrail-Filistin üzerinden Avrupa’ya açılan hat.

3. Afrika’nın güneyi ve batı sahillerini takiben Atlas okyanusuna ulaşan ve Avrupa’nın batı sahillerine veya Cebelitarık boğazından Akdeniz’e girerek Avrupa’nın güney sahillerine ulaşan hat.

4. Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne alternatif olarak oluşturulan, Hindistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Suudi Arabistan-Ürdün-İsrail üzerinden Avrupa’ya yönelecek olan IMEC (India-Middle East-Europe Corridor) hattı.

Bu dört ana kapı stratejik konumunda ve en çok dikkat çeken alanlar olmaktadır. Bu güzergahların kesiştiği ana nokta ise İsrail ve Filistin topraklarıdır. İsrail-Hamas savaşının ısrarla sürdürülmesinin nedeni enerji hattı yol temizliğinin olduğu açıktır. Öte yandan ABD ve İran görüşmeleri ile İran’ı Hürmüz boğazı üzerinden Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomik koridoruna dahil etme tartışmaları var.

Dikkat edilirse ana güzergahlar olarak Ortadoğu ve doğu Akdeniz bölgeleri stratejik merkezler olmaktadır. Ortadoğu ve Kürdistan’daki enerji kaynaklarının da bu hatlara dahil edilerek taşınmaları söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla dünyayla bağlantısı olan bu dört ana kapı ile körfez ülkeleri arazi değeri en yüksek olan bölgeler olmaktadır. Afrika, Asya ve Ortadoğu bölgelerini birbirine bağlayan Sina yarımadası ve Filistin topraklarıdır. Sina çölü, Afrika kıtası ile Arap yarımadası arasında bir platodur. Coğrafik olarak Asya kıtasına dahildir. Sina çölünün doğusu İsrail, Mısır sınırıdır. Bu topraklara hakim olan Akdeniz, Afrika ve körfeze hakim olur.

Buna göre güzergahların kesiştiği ana merkez olan doğu Akdeniz limanları hangi devletlerden oluşmaktadır? Türkiye’nin Mersin, İskenderun limanları, Suriye’nin Lazkiye, Tartus limanları, İsrail’in Heyfa limanı, Filistin’nin Gazze limanı, Lübnan’ın Beyrut limanı ve Kıbrıs limanı doğu Akdeniz limanları olarak paylaşılmaktadırlar. Yeni liman güvenlik antlaşmaları bu nedenlerden dolayı yapılmamıştır.

ABD ve İsrail’in büyük projesi, bütün kapıların İsrail, Filistin-Gazze limanı üzerinden geçecek şekilde kurulmuştur. Bu büyük proje ve muhtelif diğer projelerin gerçekleşebilmesi için geri kalan tüm limanlar pasif, edilgen konumda olup devre dışı kalması düşünülmektedir. Suriye, Türkiye ve Lübnan limanları pasif konumunda olup devre dışı bırakılmak istenmektedir.

Bu büyük projeye göre Suriye’nin istikrarsız, yoksul, sorunlu, etkisiz, güçten düşmüş ve parçalı olması gerekmektedir. Lübnan ya işgal edilmiş olmalı, bu olmazsa yönetiminin değişmesi gerekmektedir. Her durumda da bu alana hakimiyet sağlanması düşünülmektedir.

İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun “Ortadoğu’yu değiştireceğiz, Ortadoğu haritalarını geri dönmeyecek şekilde değiştireceğiz” sözü bu gerçekliğe dayanmaktadır. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Hamas Gazze’de Anadolu’da ileri hat savunuculuğunu yapıyor, Anadolu’yu savunuyor” sözünü de bu büyük projeye karşı tutumunu ifade eden bir söylem olarak ele almak gerekir. Zira İsrail-Hamas savaşı bir yol temizliği olarak geliştirildiği tezi yanında İsrail, Arap antlaşmasına karşı geliştirilmiş bir plan olduğu tezi de ciddi anlamda tartışma konusu yapılmaktadır. Fakat sonuçta bu sürecin İsrail-ABD politikasıyla uyuşan bir gelişme olarak ele alındığı görülmektedir.

İsrail’in dehşet düzeyindeki katliam uygulamaları, projenin büyüklüğüne ve Hamas’ın kesinlikle tasfiyesi hedefine dayanmasındandır. Türkiye bunun farkında olarak tüm gücüyle projeyi boşa çıkarmaya çalışmaktadır. Rusya aklıyla gelişen Türkiye-Suriye yakınlaşma süreci Suriye’yi pasif, parçalı konumdan çıkartıp güç-ilişki denklemine koyma planlamasıdır. Çünkü zayıf ve merkezi yönünü kaybeden statükocu güçlerin varlığı Kürt halkına alan açmaktadır. Bunun için bölge devletlerin sorunlar karşısında merkezileşmeyi geri getirme çabaları söz konusudur. Suriye ile ilişkilerin ana mantığı bu olmaktadır, aynı şeyin Irak için geliştiği görülmektedir.  Ayrıca zemini oluşturulan İsrail- Arap antlaşmasına karşı Suriye devletini yakın markaja alma ve yeni cepheye dahil etme siyasetinin yanı sıra ABD’ye karşı şantaj siyaseti yapma ihtimali de vardır.

Ayrıca Türk-Kürt savaşının birçok nedeni olsa da, en önemli noktanın Irak, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan ulaşım projesinin yol güvenliğini geliştirmek ve temizlemek olduğu anlaşılmaktadır. Kürdistan coğrafyası hem enerji rotası açısından hem de enerji kaynakları zenginliği bakımından oldukça önemli bir kesişme noktasıdır. Bu alandaki 50 yıllık savaş süreci enerji maddelerini arama ve bulmaya, Kürt direnişi de enerji güzergahları için engel olarak görülüyor. PKK hareketinin hem enerji kaynak arayışları hem de enerji yolları konusunda söz konusu güçler için engel pozisyonunda olduğu son gelişmelerle birlikte görünür olmuştur. PKK hareketinin NATO’nun ve diğer güçlerin tasfiye edilmesi gereken bir güç olarak temel gündemlerini oluşturduğu bilinmektedir. Türk devletinin bu güçlerden aldığı destekle Kürt soykırım politikasını güttüğü bilinmektedir. Dolayısıyla kalkınma projesi adı altında gelişen enerji yol güzergahının hem Kürt tasfiyesi için gündem yapıldığı, hem de Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridorunu boşa çıkartmaya dönük olduğu anlaşılmaktadır. Bir taşla iki kuş vurma siyasetinin yürütüldüğü ortadadır. Hatta Irakla ortaklaşma temelinde KDP’nin tasfiyesi güdülürken, KDP’ye dayanılarak PKK’yi tasfiye etme planlanmıştır. Türkiye’nin denge siyasetinin enerji güzergahlarına da yansıdığı görülmektedir. Hangi hegomonik gücün kazanacağı belirsizliğini korurken, Irak, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan kalkınma projesinin ileriki süreçte hem bir yol ve kuşak proje hem de Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridoruna eklemlenecek bir proje olduğunu belirtmek gerekir.

ABD, Rusya ve Çin enerji güzergah projeleri arasında kıyasıya bir savaş hali yaşandığı görülmektedir. Bu projeler ile Ortadoğu ülkelerine bir tercih dayatılmaktadır. Yaşanan ara dönemi aşma planlarının son enerji koridoru projesi netleştikten sonra hızlanacağı görülmektedir. Kuşak yol ve Hindistan-Ortadoğu ve Avrupa ekonomi koridoru devletleri tercihe zorlamaktadır. Arap devletleri, Türkiye ve İran ciddi bir tercihle karşı karşıyadır.

Yukarıda bahsettiğimiz Ortadoğu’ya açılan dört ana kapı için, hem geçiş güzergahı hem de enerji rezervleriyle en iddialı devletler olarak körfez devletleri öne çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın Arap-İsrail antlaşması arayış ve dayatmalarını körfez ülkelerinin öneminin artmasına bağlamak gerekmektedir.

Bu makalenin önemli bir tartışma konusu olan teknik-teknoloji ve enerji maddelerinin değişim süreci, yeni bir çağa geçiş dönemi olarak tanımlanmıştır. Nasıl ki kömürün yerine petrolün geçişi ulusal ve uluslararası bir hiyerarşiyi yaratmış ise, petrolün yerine iklimle uyumlu enerjiye geçiş dönemi ve yeni enerji maddeleri arayışları süreciyle de bölgesel ve uluslarası yeni hiyerarşinin gelişeceğini öngörmek gerekir. Bu ülkeler için jeopolitik bir sürecin başlandığını belirtmek gerekir. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, ABD ve diğer devletlerin iklimle uyumlu bir enerjiye geçiş süreçleri için çalışma yaptıkları bilinmektedir.

dünyayla en çok uyumlu, sürece kendini odaklayan ülkeler körfez devletleri olmuştur. Deyim yerindeyse, körfez ülkeleri için araziyi pahalıya pazarlayan bir dönem olduğu söylenebilir. Fakat sadece coğrafya üzerinden yeni döneme entegre olması yeterli değildir. Siyasi rejimlerin sermayeye uygun bir şekilde işleyip işlemediği de önemli bir neden sayılmaktadır. Çünkü sermaye ve enerji, ticaret rotaları sermaye haklarını koruyan bir siyasal, ekonomik ve bürokratik sistem istemektedir. Körfez ülkeleri birçok bakımdan bu şartlara uygun bir seyir izlemektedir. Körfez ülkeleri, fosil yakıtlarının ana enerji üretim kaynağı olmayacağı bir döneme geçileceği kaygısı yaşamaktadır. Bu gelişmeler körfez ülkelerinde yeni dünyayla uyumlu, hatta sıçramalı bir süreci başlatmıştır. Körfez ülkeleri, petrole dayalı ekonomiden uzaklaşmaya çalışıyorlar, dünyaca kabul gören bazı araştırmalar, ortaya çıkan dünya projeleri ile ilgili raporlarda körfez ülkelerinin bu değişime kendilerini yatırmalarından bahsetmektedir. Örneğin Suudi Arabistan toplam değeri 819 milyar dolar olan 5 bin 200’den fazla projeyi uygulama aşamasındadır. başta Suudi Arabistan olmak üzere körfez ülkeleri petrol dışında sürdürebilir bir ekonomi çerçevesinde, ABD, İngiltere, Hindistan ve Çin gibi birçok ülkeyle ortak projeler için uzun vadeli antlaşmalara gidiyor. Bunun için petrole bağımlılığı azaltmayı, turizm, sağlık, teknoloji, spor, eğitim gibi alanlarda yabancı yatırımcıları çekme amaçlanmaktadır.

Aynı raporlarda gelişecek olan birçok projenin büyüklüğü ve yaygınlığından da bahsedilmektedir. Örneğin, post-modern teknoKENT NEOM, Suudi Arabistan kuzeybatısında, Kızıldeniz kıyısında inşa edilmeye başlanmış. 500 milyar dolarlık dev bir şehir projesi yapılıyor. 9 milyon kişinin yaşayacağı temiz enerji, yani petrol yerine iklimle uyumlu enerji geçiş sürecini sağlamış bulunmaktadır. Yapay zeka metodolojisiyle beslenecek olan kent, akıllı şehir olarak gelişme gösterecektir. Benzer çerçevede, diriyah kültür başkenti, qiddiya eğlence merkezi, amaala sağlık yaşam ortamı olarak hizmet verecek. Kızıldeniz’de ise, 90 adalı lüks Turizm merkezi kurulacak.  Dünyanın tüm şirketleri yeni yatırımlar için yönünü körfez ülkelerine vermiştir. Bu kaotik dönemin en güvenilir ve istikrarlı ülkeleri körfez devletleri olmuştur.

Genel ve bölge düzeyinde dünyayla uyumlu projeler peşinde koşan ve bunun için gerekli iç mevzuatları oluşturan bir rekabet ve değişim görülürken, AKP ve MHP faşist iktidarının tek amacı Kürt inkarı üzerinden Misak-ı Milli projesinde ısrar etme oluyor. Bunun sonucunda evdeki bulgurdan da olduğu görülmektedir. Türk faşist devletinin ‘Kürtler faydalanmasın’ adı altında Ortadoğu bölgesinde cihadistlerle geliştirmiş olduğu ittifak ve savaş konsepti kaybetmesine yol açmıştır. Bu politikalar nedeniyle Türkiye’nin yüzyıldır aldığı coğrafik misyon elinden alınmış gözükmektedir. Değişen dünyada Türkiye coğrafik anlamda vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak ele alınmayacaktır. Çünkü Kürt inkarı ve Misak-ı Milli arzusu nedeniyle içte işlemeyen bir bürokratik sistem var. Türkiye Kürt inkar politikası nedeniyle bu yeni döneme kuralsız, çetevari ve mafyavari bir iç kural yöntemi ve otoriterlikle girmiştir. Türkiye devlet yapısı ve ortamı sermaye, yatırım ve turizm için güven vermemiştir. Sermayeye uygun kurumsal ve işleyen bir devlet yapılanması ortamı bulunmadığından güvensiz bir ülke konumundadır. Son dönemlerde Avrupa yanlısı olan Mehmet Şimşek’i maliye bakanlığına atamışlardır. Mehmet Şimşek ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yla birlikte devlet politikası gereği Türkiye sistemini dizayn etme süreci, sermayeye güven vermek ve sermaye haklarını koruyan bir bürokratik, ekonomik sistem oluşturmak istenmiştir. Oysa Türkiye’nin bu duruma gelmesinin tek nedeni Kürt soykırım politikası ve içine girdiği her türlü yanlış politikalardır. Köklü değişim olmadan Türkiye’nin ileriki dönemlerde bu politikadan ısrarlı olması nedeniyle parçalama tehlikesi yaşayacağını öngörmek gerekir.

KUZEY-DOĞU SURİYE ABDULLAH ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ