Cumhuriyet can çekişirken, Cumhurun başı kükremeye devam ediyor – Rauf KARAKOÇAN

Cumhuriyet can çekişirken, Cumhurun başı kükremeye devam ediyor – Rauf KARAKOÇAN
8 Aralık 2023   08:54

Cumhuriyetin 100. Kuruluş yıldönümü şaşalı törenlerle kutlandı. Anıtkabir ziyaret edildi, bayraklar dalgalandırıldı, hamasi söylevler yapıldı. Vatandaşın kahir ekseriyeti geçim derdiyle meşgul olduğundan yüzüncü yıl mutluluğunu pek tadamadı. Cumhuriyete alerji duyanlar hariç geri kalan eşrafın ise hep bardağın dolu tarafından bakarak cumhuriyetin karanlık yüzünü bir türlü görmek istemediler. Ciddi bir yüz yıl muhasebesi yapılamadığından Cumhuriyeti hastalıklı bünye ile yaşatmaya devam edecekler.

 Mevcut AKP-MHP faşist iktidarın iş başında olduğu dönemde cumhuriyetin temel ilkeleri, ilkesizliklerle yer değişti, kurumlarının içi hiç edildi. Yere-göğe sığdırılamayan Cumhuriyet, halkın çoğunluğu için açık cezaevi haline getirildi, yaşam (eğer adına yaşam denilecekse tabi) azaba dönüştürüldü.  Cumhuriyet, açlıkla cebelleşen bir toplumla, açlıkla terbiye etmeye çalışan bir iktidarla yüzüncü yılını böylece kapadı.

 Cumhuriyet için Kürtler hep ötekiler oldu. Kürtler için cumhuriyet ise soykırım, katliam, kültürel kırım, asimilasyon, velhasıl inkâr ve imha demektir. Kürtler, cumhuriyetin ‘sergerde’, ‘şaki’, ‘terörist’, ‘vatan haini’ sıfatını aldı. Kürtler hiçbir zaman Türkiye’nin asli halkı, eşit yurttaşı, vatandaşı olarak kabul görülmedi ama her ne hikmetse hep vatan haini ilan edildi. Günümüze gelindiğinde ise Kürtlere karşı adı konulmamış bir savaş sürdürülmektedir. Kürtler top yekûn imha ile karşı karşıyadırlar. Askeri ve siyasi soykırım imha saldırılarının yanı sıra ekonomik talanı ve toplumsal yozlaşmayı geliştirerek, demografik yapıyı değiştirerek, Kürdistan’ın doğasını tahrip etmek de dahil her alanda tam bir katliam devam etmektedir.

 Kürt katliamlarıyla kendisine kuruluş temellerini atan cumhuriyet, tek partili dönemde yeterince kurumsallaşmasını tamamlayamadı. Çok partili döneme geçiş sancılı olduysa da yine aradığını bulamadı. Siyasi bakış açısı hep sakat kaldı. Doğu-Batı arasında beynamaz ‘binamaz’ kaldı. Ne doğu gibi kendisini konumlandırdı ne de batı gibi kendisini hissetti. Yerli ve milli diye tabir edilen demagojik söylemi bir tarafa bırakırsak talana ve ranta dayalı ekonomik yapısıyla yabancı sermayenin hizmetine giren bir ülke haline geldi.

 ‘İlelebet payidar yaşayacak’ denilen cumhuriyet nereyse oksijensiz kalarak can çekişir hale geldi. Uyuşturucu baronlarının rahatça yaşam alanı bulduğu, mafyanın açıktan racon kestiği, yolsuzluğun, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hâkim olduğu bir ülke oldu. İktidar karşıtı olan kurum, kişi kim varsa herkes mahkeme huzuruna çıkarılıp yargı yoluyla cezaevine konulmaktan kurtulamıyor.

 Hele şu ‘laik, sosyal, hukuk devleti’ tanımı öyle bir hale geldi ki tanınmaz duruma getirildi. Laiklik; dincilikle, şovenizmle, milliyetçilikle yer değiştirdi. Tek kişi diktatörlüğünün hâkim olduğu, katı hiyerarşik, despotik yapı sosyal kavramının yerine ikame etti. Hukuk ise zaten hak getire. İktidar bütün pratik uygulamalarıyla faşist bir karaktere büründü.

 Cumhuriyet iki yüzüncü yılına Osmanlı bakiyesiyle yetinmeyerek Kürdistan’ın Güneyini ve Rojava’yı fiilen işgal ederek genişleme arzusu içindedir. Birinci yüzyılda olduğu gibi iki yüzüncü yılda da Kürtler yine cumhuriyetin hedef tahtasındadır. Yarım yüzyıldır Kürtlerle fiili bir çatışma halinde olan cumhuriyetten eser kalmamıştır. Ülkenin bütün kaynakları, potansiyeli, enerjisi Kürtlerin imhası için harcandı. Gelinen nokta tam bir bitiştir.

 Can çekişen cumhuriyeti tek başına yönetmeye çalışan diktatör Erdoğan sağa sola kükreyerek kendisini konuşturmaya devam etmektedir.  Kendisini cumhurun başı olarak tanımlayarak kendince çevresine, bölgeye ve haddi olmamasına rağmen dünyaya düzen vermeye çalışıyor, İslam coğrafyasının liderliğine soyunuyor. İnsanlık düşmanı ne kadar cihatçı örgüt varsa onların hamiliğini yapıyor. Nerede bir çatışma bölgesi varsa müdahil oluyor. Son hamlesi ise gazası mübarek olarak baktığı Gazze’nin içine düştüğü trajik haldir. Erdoğan’ın Gazze çıkışı siyasetten müflis tüccarın halinden daha beter bir haldir.

 Gazze’nin bu hale gelmesinde baş aktör cumhurun başı, İslam aleminin lideri, çete örgütlerinin hamisi ve resmi temsilcisi diktatör Erdoğan’dır. Hamas’a yıllardır kucak açarak ev sahipliği yapan, olanak ve imkân sağlayan, her ortamda destekleyen, şimdide garantör olmaya çalışan Erdoğan’ın kendisidir. Filistin sorununa yaklaşımı, Filistin halkının çıkarından ziyade Türk Ulus devlet stratejisine hizmet etmektedir. Başta Filistin halkı olmak üzere tüm Arap halkları bu gerçeği görmeleri gerekir. Erdoğan’ın takındığı maskeyi düşürmek ve gerçek yüzünü görmek açısından Gazze savaşı ve Erdoğan-Hamas ilişkilerine sorumlu yaklaşmak gerekir. Osmanlı-Arap ilişkilerinin tarihi arka bahçesini göz önünde bulundurmaları gerekir. Zira Erdoğan bu tarihten beslenerek geçmiş sömürge ve işgal ilişkilerini devam ettirmek isteyen bir rol üstlenmiştir. 

Filistin halkıyla dayanışma içinde olup 1982’de ki İsrail-Lübnan savaşında on dan fazla militanını şehit vererek, bu konu da bedel ödeyen PKK hareketi, halklar arasında gerçek anlamda örnek bir dostluk bağı oluşturmuştur. Bölgesel sorunların kalıcı barışı için Başkan Apo’nun düşüncelerine, çözüm perspektifine daha fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemden geçmekteyiz. Dünyanın çatışmalı alalarına da can çekişen Türkiye Cumhuriyeti’ne de gerekli olan çözüm yaklaşımı Başkan Apo’nun temsil ettiği zihniyet oluşumundadır. 

ANHA