Önder Öcalan’ın avukatından müvekkilinin sağlık sorunları kaygısı: Herkes demokratik tepkisini ortaya koymalı

Önder Abdullah Öcalan’ın sağlık sorunlarına yönelik kaygılarını dile getiren Avukat İbrahim Bilmez, herkesin demokratik tepkisini ortaya koyması gerektiğini vurguladı.

Önder Öcalan’ın avukatından müvekkilinin sağlık sorunları kaygısı: Herkes demokratik tepkisini ortaya koymalı
5 OCAK 2022   01:54
HABER MERKEZİ-CİHAN BİLGİN

“Türkiye’nin bir an önce bu güvenlik politikalarını sonlandırıp yeniden diyalog kapılarını açması ve sayın Öcalan’la yeniden diyaloga başlaması gerekir” ifadelerini kullanan İbrahim Bilmez, eninde sonunda bu sorunun çözülmesi gerektiğini ve ne kadar kısa bir sürede çözülürse Türkiye’ye maliyetinin de o kadar az olacağını aktardı.

Önder Abdullah Öcalan’ın tüm halklar için bir şans olduğunu belirten İbrahim Bilmez, “Türkiye şansını kullanmalı” dedi.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Türkiye için almış olduğu kararlara yönelik kendilerine Türkiye yetkilileri tarafından şu ana kadar herhangi bir dönüş yapılmadığını söyleyen İbrahim Bilmez, Türkiye ısrarla gereğini yerine getirmezse, Türkiye’nin Avrupa Konsey üyeliğinden atılabileceğini söyledi. Böyle bir durumunsa Türkiye açısından tarihi ve ağır sonuçları olacağını ekledi.   

Önder Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecridi, AHİM Bakanlar Komitesi kararlarını, çözümsüzlük ısrarını ve 2022 yılında tecridin kırılması için neler yapılmalı çerçevesinde Önder Abdullah Öcalan’ın avukatlarından İbrahim Bilmez’le konuştuk.

*İmralı’da 22 yıldır mutlak bir tecrit uygulanıyor. Daha önceki açıklamalarınızda 2015’ten sonra Önder Abdullah Öcalan’dan hiçbir şekilde bilgi alamadığınızı deklere ettiniz. Buna karşı neredeyse her hafta görüşme başvuruları da yapmaya devam ediyorsunuz. Artık herkesçe aşikâr olan bu ağırlaştırılmış tecridi bir kez daha değerlendirmek gerekirse neler söyleyeceksiniz? Bu soruyla bir giriş yapalım.

Ne hukuk, etik, din ne de insani olarak kabul edilebilir bir durum değildir. Dolayısıyla itiraz edilmesi gerekilen bir durumdur. İmralı’da yaşananların dünyada eşi ve benzeri yoktur. Bir zamanlar Guantanamo örneğini verirdik, ama oradaki tutsaklar bile bir şekilde avukatlarıyla görüşebiliyorlardı. İmralı’da şu an orayı da aşan bir noktadayız ki, haber bile alamıyoruz. Türkiye Avrupa Konseyine üye bir devlet, anayasasında hukuk devleti yazıyor, anayasasında bir sürü insan hakları düzenlemesi var, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza atmış ve sözleşmedeki tüm hakları tanıyor. Bu sözleşmenin içinde insan hakları, yaşam hakkı, eşitlik hakkı, kötü muameleye karşı hak vs. var. Buna rağmen Türkiye’de bir hapishaneye insanlar ziyarete gidemiyor. En son haberi bu yılın mart ayında alabildik. Sayın Öcalan’a karşı sanal medyada yayınlanan kimi haberlerden dolayı yarım kalan bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Neden yarım kaldığını da bilmiyoruz. Sayın Öcalan kardeşiyle yaptığı kısa bir görüşmede ‘Ben bu hukuksuzluğu kabul etmiyorum ve avukatlarımla görüşmek istiyorum’ dedi.  O günden bu yana girişimlerimizi daha da arttırdık. Haftanın her günü görüşme başvurularını yaptık, hala da bu girişimlerimizi sürdürüyoruz.  Türkiye’de her şey İmralı ve Sayın Öcalan söz konusu olunca sadece kağıttan ibaret kalıyor.

*Bursa Ceza İnfaz Hakimliği, 12 Ekim’de 6 aylık avukat görüş yasağı, 18 Ağustos’ta da 3 aylık aile görüş yasağı verildiğini kaydetti. Ancak yasağa gerekçe gösterilen kararlara dair avukatlara bilgi verilmedi. Volta cezaları da verildi. Bu verilen cezaların hukuk ayağı nedir ve neden özellikle siz avukatlarına aktarılmıyor?

Bunlara cevap vermemiz için öncelikle müvekkillerimizle görüşmemiz lazım. En büyük sorun da bu zaten, onlarla görüşemiyoruz ve iletişim kuramıyoruz. Görüşebilsek ne olduğunu, neden disiplin cezası verildiğini kendilerine sorabileceğiz. Ama bunu da soramıyoruz. Bir gerginlik, tartışma mı oldu da disiplin verildi, bilmiyoruz. Son yıllarda öyle bir noktaya geldi ki, biz avukatlarının hukuki yardımlarda bulunmasının da önüne geçmeye çalışıyorlar. Bu yüzden disiplin cezaları bizden gizleniyor, bize haber verilmiyor.  Biz ısrarlı bir şekilde avukat ve aile başvurularımızı yapıyoruz. Başvurulara verilen yanıtta bile ceza aldıklarını söylemiyorlar. Aradan aylar geçtikten sonra başka bir şekilde öğreniyoruz. Ama iş işten geçmiş oluyor. Kâğıt üstünde bile olsa İnfaz Hakimliğine itiraz ediyoruz, reddedilince Ağır Ceza Mahkemesine itiraz ediyoruz, o da reddedince Anayasa Mahkemesine başvuruyoruz. Bu süre yılları buluyor ve bitince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyoruz. Hukuki bir prosedür işliyor. Onlar artık bunu da istemiyor ve engellemeye çalışıyorlar. Avukatlardan gizlenmesinin sebebi budur. Bu son cezalarda öğrendik ki, Sayın Öcalan ki, önceden de itiraz etmeyi bırakmıştı, İmralı’da kalan diğer müvekkillerimizde itiraz etmeyi bıraktı. Onlar da bir şey çıkmayacağının farkında ve büyük bir ihtimalle protesto etmek amacıyla disiplin cezalarına itiraz etmeyi bırakmışlar. 

*Görüşmeye engel olarak gösterilen bahaneler rutin hal almış durumda. Koster bozuk, hava koşulları uygun değil falan…

Aslında artık o bahaneleri bile söylemiyorlar. 2011 yılında sayın Öcalan’ın avukatlarına büyük bir operasyon yapıldı. Onlarca avukat tutuklandı. Türkiye’de Hukukçulara karşı yapılan en büyük operasyondu. O dönemde Fethullah Gülen cemaati ve AKP iktidarıyla bu politika yürütülmüştü. 27 Temmuz 2011’e kadar şu gerekçeler ileri sunuluyordu; Ya her hafta gemi arıza yapıyordu ya hava bozuktu ya da gemi kaptanı hastalanıyordu. Her hafta devlet resmi olarak bize yalan söylüyordu. Çok nadir, yani iki ayda bir görüşebiliyorduk. Fakat 27 Temmuz’dan sonra görüşmeler bıçakla kesilir gibi kesildi. Son görüşme yapıldıktan sonra, Kasım ayında avukatlara büyük bir operasyon gerçekleşti. KCK operasyonları adı altında siyasi operasyonlar düzenlendi ve neredeyse herkes “terörist” olarak kabul edildi, hapishaneler dolduruldu. 15 Temmuz “darbe teşebbüsü” geldikten sonra 16 Temmuz’da ilk iş olarak hükümet Bursa İnfaz Hakimliğine bir karar aldırdı. Bize gerekçe olarak şu gösterildi; mahkemenin kararı var avukat görüşü yasaktır. Oysa Türk hukukunda bunun yeri yoktur. Buna kılıf uydurmak için de o hal kanun hükmünde kararnamesiyle bir düzenleme yaptılar ve bunu kanuni hale getirdiler. Fakat kanuni hale gelmesi onun hukuki ya da meşru olduğu anlamına gelmiyor. Yaptıkları kanunun gereklerini bile yerine getirmiyorlar. Bazı kısaslar var. Bir avukat görüş yasağı verilecekse öncelikle bir avukat görüşü olmalı. O görüşmede “yasa dışı” bir suç işlenecek, bu işlenen suç görüşmeyi gizleyen devlet ideolojisi tarafından tutanak altına alınacak, bu tutanak mahkemeye gönderilecek ve mahkeme bir karar verecek. İmralı’da bunların hiçbiri olmadı, çünkü avukat görüşü gerçekleşmedi.

2019 yılında yaşanan açlık grevleri öyle bir noktaya geldi ki, devlet geri adım atmak zorunda kaldı ve yıllar sonra 4 avukat görüşmesi gerçekleşti. İnfaz Hakimliğinin verdiği yasak kararı da kaldırıldı. Bizzat adalet bakanlığının kendisi o dönem çıktı ve “öyle bir yasa söz konusu değildir” dedi. Fakat bir süre sonra ortada bir karar olmadan fiili bir şekilde yasağı sürdürdüler.

*Neden görüşmeler tekrar koparıldı?

Bu tamamen Türkiye Cumhuriyeti ve hükümetinin Kürt meselesine bakış açısıyla yakından ilgilidir. Ne zaman ki Kürt meselesinde silahlar, güvenlik politikaları devre dışı bırakılır, o zaman İmralı’daki tecrit de hafiflemiş olur, kamuoyu rahatlar. Bu hep böyledir. Ama öyle anlaşılıyor ki, devlet ve hükümet bir süre sonra bunun kendisine kazandırmadığını düşündü ki, süreçleri sona erdirdi. Ondan sonra güvenlik politikaları devreye girdi ve İmralı’da amansız bir tecrit yaşandı. İmralı’da bu tecridin uygulanıyor olması aslında çok büyük bir vefasızlık. Çünkü sayın Öcalan tüm süreçlerde üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesinde ne kadar istekli olduğunu ve buna gücünün olduğunu da gösterdi. Bu işin teorisini ve pratiğini sayın Öcalan yaptı. Fakat sayın Öcalan’a reva görülen de amansız bir tecrit oldu.  Bu da tarihe girmiş kara bir leke ve haksızlık örneğidir.   

*AİHM’in 30 Kasım 2 Aralık arasında yapılan toplantısında sonra önder Abdullah Öcalan’ın “Umut Hakkı” gündeme geldi. Türk basını da daha sonra bunu gündemine tersten almaya başladı ve önder Öcalan’ın bu haktan yararlanmaması için çokça d propaganda yapıldı. Nedir bu umut hakkı, biraz açar mısınız, bir de verilen sözde disiplin cezalarının bununla ilintisi, alakası nedir sizce?

Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezası yoktu. İdam cezası vardı fakat uygulanmıyordu. 1999 yılında sayın Öcalan Türkiye’ye getirilip yargılanmaya başlandığında idam cezası vardı. Türkiye’de idam cezası alanlar bile, siyasi mahkumlar da dahil en fazla 20 yıl yatıp çıkıyordu. Bunun binlerce örneği var. Fakat sayın Öcalan yargılanmaya başlayınca Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edilmemek ve Avrupa’dan gelen baskıları hafifletebilmek için idam cezasını kaldırmak zorunda kaldı. Kürt halkının ortaya koyduğu iradenin de etkisi vardı tabi. Kaldırılınca da yerine Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını icat ettiler. Bugüne kadar öyle bir ceza yoktu. Bu ceza şu anlama geliyor; bir insanı “işlediği suçlardan” alıp hapishaneye koyuyorsunuz ve ona “burası senin tabutundur” diyorsunuz. Bu cezayı sayın Öcalan için icat ettiler, fakat bu binlerce kişiye uygulanıyor. Çünkü yasaya konulan bir madde genellik ilkesi dahilinde herkese uygulanmak zorunda kalıyor. Artık sadece Sayın Öcalan’ı ilgilendiren bir sorun değil, Türkiye’de büyük bir sorun. Hapishanede bu cezayı alan insanlara müdetname (ne zaman çıkılacağı belgeye denir) gönderiliyor. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan insanlara müdetnamede şu yazılıyor “ölünceye kadar çıkamayacaksın.” Bu çok etik dışı bir uygulama. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre bu işkence ve kötü muameledir. Böyle bir ceza verilirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 3 maddesini ihlal etmiş olursunuz. AHİM bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Sayın Öcalan için açtığımız davada söylüyor. 

SORUN ÇÖZÜLMEDEN BUGÜNE KADAR GELİNDİ

2014 yılında Türkiye’yi mahkûm etti ve dedi ki “siz bu cezayı vererek 3. Maddeyi ihlal etmişsiniz. Bu ceza hukuka aykırıdır. Bu cezayı kaldırın, yeni bir düzenleme yapın. Belli bir süre sonra bu cezayı almış insanların topluma yeniden dönebilmelerinin önünü açan bir mekanizma oluşturun.” Umut Hakkı dediğimiz şeyde budur. Hapishaneye koyduğunuz insan bir gün dışarı çıkabileceğini, tabutta olmadığını bilmeli. Türkiye 2014 yılından beri hiçbir şey yapmadı, tek adım bile atmadı, bu cezaya çarptırılan kişi sayısı her geçen gün arttı. Sayın Öcalan doyasıyla birlikte 3 dosya Bakanlar Komitesine gitti. 3 defa Bakanalar Komitesine 3 defa başvuru yaptık ve Bakanlar Komitesi her seferinden hükümetten cevap istedi. Hükümet 2 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ne yapacağına dair eylem planı sundu.  Fakat bu eylem planları içi boş planlardı, somut hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla sorun da çözülmeden bugüne kadar geldi. Geçtiğimiz aylarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası binlerce kişiyi ilgilendirdiği için Türkiye’nin sivil toplum örgütleri ve hukuk örgütleri devreye girdi. Bunlarda Bakanlar Komitesine başvuru yaptı. Başvurular üstüne Bakanlar Komitesi 3 günlük toplantı gerçekleştirdi. Çıkan kararlarda Türkiye’ye en geç Eylül ayına kadar düzenleme yapması için süre verildi.

*Bu toplantıdan sonra devlet tarafından size bir dönüş yapıldı mı ya da bu yönlü bir gelişme yaşandı mı?

Hayır. Ne yazık ki hiçbir gelişme yok.  Türkiye’nin eylem planı sunması gerekiyor. Yol haritası çıkarması gerek. Ne zaman yasal bir değişiklik yapacak, bu yasal değişiklik ne zaman meclise gelecek ne zaman kamulaştırılacak, tüm bunları Bakanlar Komitesine yollaması gerek. Ama göndermedi. Daha önce bizim yaptığımız başvurularda 2 defa yol haritası göndermişti. Fakat onlarda da olumlu adım olarak değerlendirecek hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla şu anda herhangi bir gelişme yok. Beklemedeyiz.

*Türkiye AHİM kararına yönelik herhangi bir adım atmazsa, yani verilen süre zarfında Türkiye’den istenenler yapılmazsa ne olacak?

Zaten Avrupa Konseyine üye bir ülkenin kendini bu duruma düşürmüş olması bile uluslararası arenada son derece küçük düşürücü bir durumdur. Çünkü kendini hukukunu uygulamıyor, altına imza attığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin gereğini yerine getirmiyor, tüm bunlar arasında insan hakları liginde küme düşüyor. Fakat Türkiye ısrarla gereğini yerine getirmezse bunun geleceği son nokta Avrupa Konseyinde dışlanmaktır, Türkiye’nin Avrupa Konsey üyeliğinden atılmasıdır. Türkiye açısından bunun tarihi ve ağır sonuçları olur.  Türkiye’nin Avrupa sisteminden tamamen kopması anlamına gelir. Türkiye’nin yüzünü Doğu’ya, Asya, Avrasya’ya dönmesi ve yeni ittifaklar arayışına girmesi anlamına gelir. Tabi ki bunun iç politikaya, Türkiye’nin barışına, sosyolojisine de yansımaları olur. Her şey değişir. Ve Türkiye böyle bir şeyi kaldıramaz. Dolayısıyla Türkiye’nin bir an önce AHİM kararının gereğini yerine getirmesi gerek.

*Pandemi süreciyle tutsakların haftada bir kez 10 dakika ek telefon hakkına sahip olduklarını avukatları olarak daha önce belirtmiştiniz. Fakat Önder Abdullah Öcalan ve arkadaşlarının bu haktan hiçbir şekilde yararlanmadı. 21 yıldan sonda COVİD-19 salgın hastalık nedeniyle sadece bir kez telefon hakkını kullanabildi. Sağlık durumuna yönelik ciddi endişeler var. Siz bu endişelere yönelik neler belirtmek istersiniz? Halkın endişelerini ortadan kaldıracak bir bilgi ya da yeni bir gelişme var mı?

Ne yazık ki yok. Biz bu konuda son derece endişeliyiz. Sayın Öcalan’ın İmralı öncesi bulunan bir sürü kronik rahatsızlığı var. İmralı’da kendisini gördüğümüz zamanlarda durumu bizzat gözlemleyebiliyorduk. Gözlerinde çok önemli sorunları vardı. Görüş boyunca gözleri sulanırdı, yaşarırdı ve gözlerini kapama zorunda kalırdı. Peçeteyle silmekten gözkapakları yara oluyordu. Nefes almakta güçlük çekiyordu, bazen nefes alamıyordu. İmralı iklimi de bu tür hastalıklar için çok kötüdür. Tüm olayları düşündüğümüzde ve Sayın Öcalan’ın yaşını da göz önünde bulundurduğumuz zaman kaygılanıyoruz. Tüm bunlar amansız hukuk dışı ağır tecritle birleşince haklı olarak kaygılarımız artıyor. Sayın Öcalan’ın sağlık durumuna yönelikte başvurular yapıyoruz, fakat hiçbir şekilde cevap alamıyoruz. Ondan dolayı kaygılarımız için ne söylesek az kalır.

Telefon görüşme engeli de tecridin bir boyutu. Herkesin, ağırlaştırılmış müebbet alanlarında telefonla görüşmelerinde hiçbir engel yok, görüşmelerini sürdürüyorlar. Ama İmralı’da bu görüşme de yok. Pandeminin başında, Sayın Öcalan yalnızca bir defa ailesiyle telefonla görüşebildi, bir de geçen yılın Mart ayında sanal medyada paylaşılan haberlerden kaynaklı yarıda kesilen bir görüşme oldu. Bu konuda biz avukatları olarak elimizden geleni yapıyoruz, fakat İmralı’da hukuk işlemiyor.  

*Önder Abdullah Öcalan bir halkın “Önderim” olarak kabul ettiği biri. Şu an sürdürülen ağırlaştırılmış tecridin; siyasal, toplumsal gelişmelere etkisi, yansıması nasıl oluyor? Bir de tersten alırsak, Önder Öcalan’la görüşmelerin gerçekleşmesi, görüşlerini rahat bir şekilde dünya kamuoyu ile paylaşması durumunda gidişata nasıl bir etkisi olur?

Sorunuzun cevabı bariz olarak ortada. Türkiye dönüp bakarsanız, Türkiye’nin halini görürsünüz. Türkiye aşırı bir şekilde kutuplaşmış durumda. Türkiye’de insanların hukuki bir güvenliği yok. Türkiye’de hukuk devleti ilkesi sadece kâğıt üzerinde. İnsan hakları kalmamış, ekonomi neredeyse çöktü çökecek, insanlar karamsar. Son derece kötü bir tablo ile karşı karşıyayız ve İmralı’da mutlak bir tecrit var. Bu ikisi paralel gidiyor. İmralı’da tecrit varsa çözümsüzlük var demek. Bundan 5-6 yıl öncesine bakalım; kâğıt üzerinde de olsa samimi ya da değil bir süreç vardı, Sayın Öcalan’la görüşmeler yapılıyordu, bir diyalog süreci başlamıştı. Bir o güne bakın bir de şu ana. Sayın Öcalan’a ve Kürt meselesine yaklaşım ne yazık ki Türkiye’de bütün halkların, insanların geleceğini etkiliyor. Güvenlik politikaları devrede olduğu zaman her şey kötüye gidiyor. Aksine çözüm için çaba sarf edildiği ve Sayın Öcalan’la görüşmeler gerçekleştiği zaman bambaşka bir tablo söz konusu oluyor.  

*Siz de değindiniz Türkiye çökme aşamasını yaşıyor. Çözümsüzlükte ısrar hat safa da. Neden çözümsüzlükte ısrar ediliyor?

Bunun birkaç sebebi olabilir; hükümet çözüm sürecinin kendisine kaybettirdiğini düşünüyor ki, çözüm sürecinden hemen sonra yapılan seçimler bir dönüm noktasıdır. Bir devlet başkanı, yetkilisi ülkesini gerçekten seviyorsa ülkesinin en yapısal sorunlarının çözümü için gerekirse iktidarını feda etmeyi göze alabilmeli. Bunun örnekleri var. Umarım Türkiye’deki siyasetçilerde bu iyi örneklerden ders çıkarırlar ve Kürt meselesinin adil, demokratik temellerde çözülmesi için önünü açarlar. Çünkü Kürt meselesinin çözümsüz kalması sizi iktidarda tutabilir ama ülkeyi felakete götürüyor. Bu siyasi sebep olabilir.

ROJAVA’DA KAZANILAN DEMOKRATİK ÖZERKLİK TÜRKİYE İÇİN BİR KAZANIM DA OLABİLİRDİ

Bir diğer sebepte Kürt fobisi olabilir. Nerede Kürtlerin bir kazanımları varsa Türkiye devletinin buna refleksi karşı çıkmak oluyor. Rojava’daki gelişmelere yönelik bunu söylüyorum. Kürtlerin Rojava’da kendilerine demokratik bir yapı kurmuş olmaları, devletin genlerine işlemiş o bölünme fobisinin tekrar canlanması çözüm sürecinin bittiği yıla denk geliyor. Bu kazanımlar elde edilmesin diye çözüm süreci bitirilmiş olabilir. Ondan sonra Rojava’ya askeri operasyonlar gerçekleştirildi. Türkiye’deki çözümsüzlüğün yansıması Rojava’da da var. Oysa bunun tersi olsaydı, Rojava’da kazanılan demokratik özerklik Türkiye için bir kazanım da olabilirdi. Ne yazık ki bu politikalar Türkiye ve halklarına kaybettirdi, kaybettiriyor. Türkiye’nin bir an önce bu güvenlik politikalarını sonlandırıp yeniden diyalog kapılarını açması ve sayın Öcalan’la yeniden diyaloga başlaması gerekir. Eninde sonunda bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Türkiye bunu ne kadar erken çözerse bunun maliyeti o kadar az olur. Sayın Öcalan tüm halklar için bir şanstır ve Sayın Öcalan gibi somut proje oluşturan, 24 saat buna kafa yoran başka bir insan da yoktur. Türkiye bu şansı doğru değerlendirmeli.

*22 yıldır aralıksız olarak süren İmralı tecridine karşı, Önder Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne kavuşması için dört parça Kürdistan, Türkiye, Avrupa ve Güney Afrika’da çeşitli eylemler yapılıyor. Özellikle bu yıl sanal medyada yapılan kampanyalar çok yaygındı. Bu kampanyalara yönelik görüşleriniz nelerdir?

Bu kampanyaların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü hukuk bir yere kadar sonuç alıyor, hatta neredeyse hiç sonuç alamıyoruz. Sayın Öcalan “Kürt meselesi benim davam ve benim davam siyasi bir davadır” diyordu. Dolayısıyla siyasi bir mücadeleyle bu çözülür. Bu kampanyaların büyük bir rolü var. Bunların daha da büyütülerek Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğüne, barışa hizmet etmesi sağlanmalı.

*Son olarak 2022 yılının Önder Abdullah Öcalan’ın fiziki özgür olması için ne yapılmalı?

Eminim ki Kürt halkının empati yeteneği son derece de çok yüksektir. Yapmayanların da yapması gerek. Kendilerini Sayın Öcalan’ın ve oradaki 3 müvekkilimizin yerine koymaları gerek. Sayın Öcalan’ı İmralı’ya koydukları zaman bazı faşist kesimler şunu söylemişti, “Siz Öcalan’ı niye affettiniz, niye asmıyorsunuz.” dönemin Milli Güvenlik Kurulunun Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, bu tür tepkilere şu cevabı vermişti, “Biz Öcalan’ı eğer idam edersek yarım dakika acı çekecek ve kurtulacak. Oysa biz onu öyle bir tabuta gömeceğiz ki orda yıllar boyunca acı çeke çeke ölecek.” Gerçekten İmralı öyle bir yer. Düşünün 2009 yılına kadar İmralı’da Sayın Öcalan dışında hiç kimse yoktu. Sayın Öcalan kimsenin sesini duymadan, dört duvar arasında 11 metre karede zorla nefes alıp yaşamaya çalışıyordu. Onu hayatta tutan şey sorumluluk duygusuydu. Bu süre 22 yıla çıktı. Sayın Öcalan’ın yaşı ve sağlık sorunları ortada. Dolayısıyla herkesin bunları düşünüp, hesaba katıp tecridi kişileştirmeyi, normalmiş gibi karşılamayı bir tarafa bırakması gerekir. Herkes elinden geldiği kadar demokratik tepkisini ortaya koyması lazım.

ANHA