Savaşın gölgesinde Türkiye’nin kirli ekonomik ilişkileri ve kriz – AHMET PELDA

Savaşın gölgesinde Türkiye’nin kirli ekonomik ilişkileri ve kriz – AHMET PELDA
29 Aralık 2021   00:43

ANALİZ-Ahmet PELDA

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kriz yapısaldır. Mevcut durumu sadece finansal piyasalarla, özellikle dolarla ilişkilendirerek, yapılan açıklamalar gerçek sorunları gizleme çabasıdır. Başka deyişle siyasal, sosyal, tarihsel bütünsel sorunları ekonomiye, ekonomi içinde de dövize indirgemek asli meseleleri ötelemekten başka bir işe yaramaz.

Döviz piyasalarındaki sıkıntılar, borsadan yabancıların çekilmesi, hazine ve merkez bankasının tüm faaliyetlerinin politik ihtiyaçlara göre şekillendirilmesi, krizin enflasyon ve zamlarla sokağa yansıması, sabit ücretlilerin gelirlerinin erimesi, işsizlik hacminin en yüksek seviyede olması, yerel sermaye, orta sınıflar ve nitelikli meslek guruplarının ülkeyi terk etmesi, ithal ürünlerinin pahalanması gibi birçok sonuç yapısal krize işaret etmekte ve makyaj çözümlerle aşama kat edilemeyeceğini göstermektedir.

Öyleyse Türkiye ekonomisinin yapısal karakterini incelemek ve onu oluşturan ögeleri hem güncel hem de tarihsel özellikleriyle ele almak tutarlı bir yöntem olacaktır.

NEO-LİBERAL EKONOMİNİN TEMELLERİNİN ATILMASI

Türkiye ekonomisine bugünkü karakterini veren 24 Ocak 1980 ekonomi kararları ve onu devreye sokacak 12 Eylül 1980 askeri darbesidir.  Müsteşarken bu kararları hazırlayan, 1983’ten itibaren de Başbakan olarak uygulayıcı olan Özal ile birlikte bugünkü ekonominin temelleri atıldı.

Türkiye ithal ikameci sanayileşme yerine ihracata dayalı sanayileşmeye geçti. Böylece çok uluslu şirketlerin bazı sanayi parçalarını imal ederek global ekonomiye eklemlenecek montaj sanayine geçti. Ekonomiyi dışa bağımlı hale getiren bu sistemin temelinde gümrüklerin düşürülmesi, ihracatın teşvik edilmesi, özel sektörün teşviki ve bu anlamda özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi esas alındı.

Uygulamada devlete ait ağır sanayi işletmeleri özel sektöre peşkeş çekilerek tekelci güçlerinin artmasına izin verilirken, Kürdistan’da yün, et, süt, yem ve tekstil işletmeleri koruculara, devlet yanlısı işbirlikçilere peşkeş çekilerek sistemle bağları güçlendirildi. Yine ihracatı teşvik etmek için teşvikler verildi. Haliyle naylon/sahte fatura düzenleyerek hayali ihracat yapanlar devletten büyük paralar alıp zenginleştiler. Bütün bunlar iktidarın etrafında toplanan yeni zengin sınıfını oluşturdu.

SAVAŞ VE NARKO EKONOMİNİN KURUMSALLAŞMASI

Özal’ın Başbakan, darbeci Evren’in Cumhurbaşkanı olduğu dönem aynı zamanda savaş ekonomisinin ve onun illegal yollarla finanse edilmesinin kurumsal temelinin atıldığı bir süreçtir. Kürdistan’da direnişi bastırmak için olağan üstü hal -OHAL – sistemi kuruldu. Koruculuk kurumsallaştırıldı, Jitem ve Özel harekât timleri, polis birimleri ve kontrgerilla birimleri oluşturuldu. Bunların faaliyetleri, askeri donanımları, ücretleri, operasyon başına aldıkları primler, kullandıkları araçlar büyük ölçekli ve süreklilik arz eden maliyetler oldu. Yine F-16 savaş uçaklarının alınması, yeni askeri araç ve donanımların satın alınması, karakolların yaygın biçimde açılması bütçe üzerinde ağır yükler oluşturdu.

Savaş mekanizmasına eklemlenmiş güçlerin finansmanı ülke bütçesinden karşılanacak durumda değildi. Bütçeden ayrılan payın yanı sıra, savunma sanayi fonu gibi askeri güçlere akan 100’ün üzerinde fon oluşturuldu ve bunların hepsi bütçe dışı tutuldu. Yine Jitem, Özel tim ve korucuların salt maaş ve primlerle yetinmesi mümkün değildi. Ellerindeki silahlı güçle mafya, siyaset ve ekonomi de varlık göstermeye başladılar. Bunun için uyuşturucu mafyasıyla, silah tüccarlarıyla ilk önce iş birliği yaptılar, sonrasında da onları tasfiye ederek sektörü bizzat ele aldılar. Afganistan’dan Avrupa’ya uyuşturucu yolu ve ticareti, balkanlarda silah ticaret ağı özellikle 90’larda bu kesimlerin eline geçti. Susurluk kazasında mafya, aşiret, polis yani derin devletin ilişki ağı ve silah ile uyuşturucuya dayalı çıkar birlikleri teşhir oldu. Ek olarak buradan kazandıkları kayıt dışı paraları Kıbrıs’ta kumarhaneler üzerinden kayıt içine alarak ekonomik sistemde kullandılar.

SAVAŞIN BÜYÜMESİ VE GÜMRÜK BİRLİĞİ TAVİZİ

Bütün özel savaş aygıtı ve seferber edilen legal-illegal ekonomik kaynaklara rağmen sonuç alamayan sistem Özal’ın siyasi çözüm girişimleri ve ateşkes talebiyle yeni bir sürece girmeye muktedirdi. Ancak ekonomi ve siyasette hakim hale gelen özel savaş aygıtı ve bunun iç ve dış bağlantıları Özal’ın bu girişimini tasvip etmedi, o ve onun gibi düşünen askeri ve siyasi birimleri tasfiye etti.

Amerika’dan atanan Tansu Çiller ekonomi bakanı ve ardından Başbakan, Komuta kademesindeki oynamalarla önü açılan Doğan Güreş, yanlarına polis şefi Mehmet Ağar eklenerek ağır bir çatışmalı süreç başlattılar. Bunun ekonomik ve politik maliyetini karşılamak pek mümkün değildi. Nihayetinde dolar dönemin 8 TL’sinden 34’TL’ye tırmandı. Ekonominin çarkları dönmez oldu. Savaşın finansmanı, teçhizat, lojistik kaynakların temininin yanı sıra politik destek de bir zorunluluktu.

İngiltere’nin başını çektiği görüşmelerin neticesinde 5 Nisan ekonomi kararları alındı. Türkiye Avrupa Birliği ile gümrük birliğine girerek yabancı sermayenin borsaya girmesine, reel sektörde tarım, sanayi, ticaret dahil dilediği yatırıma yönelmesine ve serbestçe ülkeye girmesine boyun eğdi. Ayrıca Türkiye AB ham maddelerini alıp işler ve yine AB’ye satarsa gümrük avantajından yararlanacaktı. Ama AB dışından ucuza alıp işleyeceği malları gümrükle AB’ye satabilmekteydi. Bu süreç Türkiye’de reel ekonomiyi tamamen Avrupa’nın denetimine soktu.

Buna karşılık Kürdistan’da sürdürülen kirli savaş, köy yakmalar ve faili meçhullere ses çıkarılmadı. Yine uyuşturucu ticaretini görmezden geldi. Daha önce şırınga resmini Türk bayrağının üzerinde gösteren, TC’nin uyuşturucu mafyasıyla ilişkisini Çiller hükumeti bağlamında irdeleyen haber ve belgeseller rafa kaldırıldı, yok sayıldı.

EKONOMİDE TİT SÜRECİ

Tarım ve sanayi sektörünü batı sermayesine kaptıran Türkiye, tekstil inşaat turizm (TİT)  sektöründe yoğunlaştı. Çünkü ucuza çalışacak Kürtler vardı ki, bunlar köyleri boşaltılan, metropole göç eden, mesleki beceri gerektirmeyen ama uzun süre ve ucuza çalışabilecek bir potansiyele sahiptiler.

Avrupa’nın yanı sıra Rusya, Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin talebi ve bavul ticareti tekstil sektörü için cazipti. Türk tekelci sanayi hem bizzat binlerce insanı kayıt dışı çalıştırarak, hem de merdiven altı üretimi denen, evlerde, bodrumlarda işçi çalıştıran taşeronluğu teşvik ederek büyük sıçrama yaptı.

Aynı ucuz işgücü inşaat firmaları içinde büyük fırsattı. Bu sayede yurt dışında rahatlıkla rekabet edebiliyor, ihale alabiliyorlardı. 80’li yıllarda Özal eliyle Arap ülkelerinde temelleri atılan bu sistem 90’lı yıllarda Rusya, Orta Asya, Doğu Avrupa’ya kadar yayıldı.

Turizm ise hem inşaat sektörünü canlandırmak hem sıcak döviz girişini sağlamak için yaygın olarak teşvik edildi. Ayrıca arazilerin otel yapılarak birçok politikacı, asker, polis ve özel savaş elemanlarına rantiyer olarak sunulması da başka cazibeydi. Bu sektörde de emekçilerin çoğu Kürt idi. Özellikle Kürt gençlerinin özgürlük savaşına katılımları yerine buralarda otellerde çalışmaları, seyyar satıcılık, antika, halı vb. ticareti, inşaat işçisi olarak çalışmaları, turistlere özenmeleri, ülkelerini terk etmeleri teşvik ediliyordu. Kalanların da yerleşip sisteme entegre edilmelerine ses çıkarılmıyordu.

ÖCALAN’A KOMPLONUN TÜRKİYE’YE EKONOMİK MALİYETİ VE 2001 KRİZİ

Ekonomi istihdam ve istikrar yaratmazsa, aksine kaynaklar savaşa ve politik çıkmazlara kurban edilirse toplumsal sorunlarda büyür. İnsanlar başka adreslerde kümelenir. Kürt hareketinin etrafında örgütlenen sadece Kürtler değil, Türkiye’deki sol ve demokratik kanatlar da mevcuttu. Yine muhafazakar kesimlere de kapılar açıktı. Ancak rejim bunu önlemek için İslami eksenli örgütlenmelere, halk içindeki faaliyetlerine destek verdi. Gülen cemaati başta olmak üzere birçok tarikat, Ülkü Ocakları ve MHP, Refah Partisi vb. sol eksenli oluşabilecek muhalefetin önüne geçmek için serbest hareket edebildiler. Ve bir süre sonra da siyaset, istihbarat, askeri, ekonomik alanlarda yer aldılar.

Farklı iktidar odaklarının oluşması ve savaş, uzun vadeli ekonomik istikrar ve strateji geliştirme planlarına fırsat vermedi. Aksine Türkiye, Yugoslavya iç savaşında, Afganistan’da asker bulundurmakta, buralardaki radikal İslamcı örgütlerle iç içe geçmekte idi. Türkiye’de bulunmaları nedeniyle mafya, ticaret, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı faaliyetlerine dahil olmaları kaçınılmazdı. Mafya gurupları sermayeye müdahale ediyor, birçok iş adamını Nesimi Malki, Üzeyir Garih vb. öldürüyor, mallarına el koyuyor, politikacıları tehdit ediyor, M. Yılmaz örneğindeki gibi Başbakan’ı tokatlıyordu. Elinde para biriken tarikatlar, mafya gurupları kolaylıkla yasal izinler alıyor kumarhaneler, bankalar, kredi ve finans merkezleri açarak paralarını aklıyor, yurt dışından da düşük faizlerle para getirerek devlete yüksek faizlerle borç veriyorlardı. Üstelik borçlarının kefili de devlet idi. Bu tür borçlanma ekonominin sürdürülebilmesi ve savaşın finansmanı için bir zorunluluktu. Çünkü eldeki üretim ve çalışma olanakları yetmemekteydi.

Devleti yeniden organize etme amaçlı 28 Şubat askeri müdahalesi de yetersiz oldu. Haliyle politik istikrarsızlık, iç savaş, ekonomik bağımlılık ve bölünmüş bir toplumun olduğu ülkenin dengeleriyle oynamak mümkündü.

Öcalan’a komplo üzerinden Türkiye’nin yeniden dizaynı pratikte ortaya çıktı ve bu ekonomik yapıyı da derinden etkiledi.

Başbakan Ecevit, Öcalan’ın neden Türkiye’ye verildiğini anlayamadığını belirtirken, sonraki hamleleri de göremedi. Öcalan’ın önerdiği “demokratik cumhuriyet” modeli ve bu bağlamda attığı adımlara da anlam verilemedi ve PKK’nin yenilip teslim olduğuna yorumlandı.

Ancak çözüm üretemeyince, iç dinamikleri toparlayamayınca ekonomik çark da döndürülemedi. Dışarıdan para alıp Hazineye satan kâğıt üstündeki bankalar dış borçlarını ödememek için iflas gösterdiler. Batılı finans güçler için sorun değildi, zaten devlet kefildi ve ödeme garantisi vermişti. Döviz rezervleri olmayan devletin krize girmesi kaçınılmazdı. Bilinen 2001 ekonomik krizi patlak verdi ve hükumetin IMF’nin kapısına gitmesi, Kemal Derviş’in atanmasını şartsız kabul etmesi Türkiye’nin finansal teslimiyetiydi. Bankaların çoğu kapatıldı ve borçları devlete devredildi, büyük bankalar yabancı bankalara satıldı ve farklı finans guruplarının Türkiye’de faaliyet göstermesinin önündeki tüm engeller kaldırıldı.

Bunun siyasi arenadaki sürdürücüsü olarak da Erdoğan’ın önü açıldı. İçeride Muhafazakâr kesimlerin desteği, dışarıda AB üyelik süreci ve desteği, finans kapitalin halka, tüketiciye kolay tüketici kredisi vermesi, borsada özel ve devlet şirketlerinin hisselerini alması, yabancı sermayenin ucuz işgücü ve tüketim potansiyelini değerlendirmesi için yatırım yapmasına fırsat verilmesi göreli bir refah sürecini başlattı.

Kürt sorununun tabu olmaktan çıkarılıp konuşulması, İslamcıların sisteme entegrasyonu, mafya guruplarının geriletilmesi, askeri güçlerin sınırlandırılması tamamlayıcı süreçlerdi.

ERDOĞAN’IN OTORİTERLEŞMESİ VE YENİ EKONOMİK KRİZİN ADIMLARI

Dışarıdan tüketicilere verilen krediler, Türk Telekom gibi stratejik işletmelerin yabancılara satılması, Hazine arazilerinin yasalarla imara açılması, inşaat sektörüne ve yandaşlara tahsis edilmesi, hızla büyüyen bu sektörde insanların istihdam edilmeleri, Araplar başta olmak üzere farklı yabancı sermaye guruplarına menkul ve gayri menkullerin satılması bir ekonominin ihtiyaç duyduğu istihdam, tüketim ve refah beklentisini karşılamaktaydı.

Ne var ki dışarıdan sağlanan bu kaynaklar uzun vadeli yatırımlar ve istihdam için kullanılmadı. Kürt sorunu başta olmak üzere toplumsal barış, bölgesel geri kalmışlığın giderilmesi, siyasal çözümler üretme, AB’ye katılma ve buna göre demokratikleşme biçiminde değerlendirilmedi.

Finansal hareketlerdeki kırılganlık 2007-2008 dünya çapında yaşanan ekonomik krizle ilk etkisini gösterdi. Artık yurt dışından kolay kolay para gelmedi. Aksine geleceğini ipotek eden sabit gelirli tüketiciler ülkedeki işlerini kaybetti, kredilerini ödeyemez oldu. Global firmaların montaj sanayi için Çin, Hindistan, Doğu Avrupa ve Endonezya gibi ülkeler Türkiye’ye alternatif oldu. Bangladeş, Hindistan üretimdeki ucuzluk ve kalite açısından tekstil sektöründe Türkiye’nin önüne geçtiler.

Ayrıca 2007-2008 global ekonomik krizin etkilediği birçok ülke mevcuttu ve bunların da siyasi toplumsal yapıları krizden etkilendi. Arap Baharı bir nevi bunun neticesidir. Türkiye’de gezi direnişi olarak tezahür eden bu süreç Kürt sorununu da çözme becerisini gösteremeyen Erdoğan’ın sıkışmasına neden oldu.

TC’NİN SINIR ÖTESİ SAVAŞLARI VE EKONOMİK ÇIKMAZ

Suriye ve Irak’taki çatışmalar, Kürtlerin yükselişi de Türkiye’nin ekonomi ve siyasi tercihlerini derinden etkiledi. Legal veya illegal silah ticareti, petrolün Türkiye’ye ucuz akması, Türk mallarının kaçak veya yasal yollarla Ortadoğu piyasasında tüketimde olması, Arap mültecilerin merdiven altı işlerde ucuz olarak çalıştırılması, bunların Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanılması karşılığında para ve politik taviz alınması, radikal İslamcıları yedeğine çekerek, hem Kürtleri vurması, hem Irak ve Suriye’de bazı bölgeleri işgal etmesi, bu süreçlerde Araplar arasındaki bölünmüşlükten yararlanıp ilk elde körfez ülkelerinin hepsinden sonra Katar’dan finansal destek alması Erdoğan’ı oldukça cesaretlendirdi. Özellikle Irkçı MHP ve muhafazakâr Kemalistlerle uzlaşması, polis ve iç güvenlikte kilit noktaları MHP’ye, Ortadoğu ve Kürt karşıtlığında Kemalistlere dayanarak çözüm sürecini de iptal etmesi, Suriye’deki işgal bölgelerini ekonomik tüketim ve sömürü alanına dönüştürmesi, çelişkilerden yararlanıp Azerbaycan ve Libya’ya müdahale ve karşılığında hem nakit para hem ihale avantajları alması cesaretini daha da arttırdı. Hatta farklı nedenlerle de olsa Putin ve Trump yönetimlerinin Erdoğan’ın uygulamalarına göz yumması onu daha bir cesaretlendirdi.

Ancak Türkiye’nin tüm dış dinamizmini, askeri hareketliliğini ve saldırılarını karşılayacak ekonomik kaynakları yoktu. Suriye’deki çıkmaz Kürtlerin fırsattan yararlanması ve güç olarak ortaya çıkması, Körfez ülkelerinin Türkiye’ye yaklaşımını da değiştirdi ve bunun ekonomik yansıması oldu. Katar hariç ilişkiler koptu ki, Katar’da ilk dönemlerde Körfezdeki izolasyondan dolayı finansal desteğini sınırlandırdı.

Yine Efrîn, Serêkaniyê, Gire Spi ve Başûrê Kürdistan’ı işgal girişimleri ve oluşturduğu çökertme planına rağmen karşısındaki kurumsal yapısal sistemini koruyan ve direnen Kürtlerin varlığı Türkiye’nin savaş maliyetini arttırdı. Kürt direnişini kırmak için ilk kez bu kadar iddialı ve kapsamlı hareketliliğe rağmen sonuç alınamaması, bazı kentlerin işgali, coğrafi bölgelere üsler kurulmasının toplumu teslim alamadığını, direniş güçlerini bertaraf edemediğini, iradeyi kıramadığı anlaşılınca, içte sıkıntılar derinleşti. Politik çıkmaz ve alternatifsizlik, şiddete dayalı çözüm ve ona göre şekillenen güçlerin çıkmazı iç hesaplaşmayı derinleştirecektir.

Buna ek olarak Suriye ve Başûr’da bulundurduğu askeri güçler ve üslerin tahkimi, uzun zamana ve geniş coğrafyaya yayılması, koordinasyonu, sürekli savaş araçları ve lojistiği takviyesi gibi birçok maliyet kalemi ciddi yük oldu. Oysa kısa zamanda hedeflere ulaşmak, politik koz olarak değerlendirip ekonomik taviz koparmayı düşünmüştü Erdoğan. Fakat siyasi çözümün uzaması, nedeniyle istediğini alamadı. Aksine giderler arttı. Kaçak petrol, silah ticareti ve karapara hareketliliği ve kullanımı da eski hızında değil. İnşaat sektörü de bir doyuma ulaştı.

EMEK SÖMÜRÜSÜNDEN EMEKÇİLER ARASINDAKİ ÇATIŞMAYA

Özal döneminde Bulgarlar ve Afganlar, 90’lı yıllarda kırsal alandan göçertilip kentlere göç ettirilen Kürtler, şimdilerde Araplar ve Afganlar sayesinde ucuz işgücü bulmakta zorlanmayan Türkiye, üretimin çökmesi nedeniyle Türklerin de işsiz kalmasına ve göçmenlere karşı ırkçı faaliyetlerini arttırmasına neden oldu. Bunun yarattığı toplumsal parçalanma da ekonomik işleyişi çıkmaza sokmaktadır.

İstikrarsızlıktan dolayı Alman otomobil fabrikası Volkswagen Manisa’ya yapmayı tasarladığı yatırımı iptal etti. Bunun gibi birçok sanayi kuruluşu ve banka Türkiye’den çekildi. Yine daha önce kredi veren ülke, özel bankalar ve uluslararası kuruluşlar mevcut durumda uzak kalmayı tercih ediyor.

Bu durumda çalışma ve istihdam olanakları sınırlanıyor. İşsizlik artışı, emekçilerin taksit ve borçlarını ödeyememesi, döviz piyasasındaki dalgalanma, aşırı enflasyon ve tüketim gücünün düşmesi artık ekonomik krizden öte toplumsal, siyasal, ruhsal krizlere yol açmıştır.

Uluslararası finans, ekonomi kuruluşlarıyla oturup çözüm üretebilmesi için Türkiye’nin Suriye, Irak, Azerbaycan, Libya’dan tamamen çekilmesi, radikal İslamcılardan elini çekmesi, uluslararası kuruluşların yatırım ve finans hareketleri için onlara tamamen serbestiyet vermesi ve devlet olarak adeta teslim olması, ülke bütçesini savaş, saray, hükümetin kendi yandaşlarını finansmanı ve kayıt dışı işlemlerde kullanması yerine şeffaflaştırması ve sermaye hizmetleri için kullanması gerekmektedir. Yine Türk, Arap, Kürt, Afgan bütün emekçilerin ucuz işgücü olsalar dahi çalışabilmeleri için güvenli bir ortamın olması önem arz eder. Baskı gücü olabilecek mafyatik guruplar, tarikatlar, radikal güçler vb. elimine edilmeli. Yani kapitalist sistemle ekonomik ilişkileri dengelemek için de yapısal reformlar kaçınılmazdır.

Ancak bunun yerine devletin bilinen refleksleri devreye sokulmaktadır. Yıllardır uyuşturucu çeşitlerine dayalı narko ekonomi Latin Amerika merkezli sürdürülmektedir. Şimdi yeniden Afganistan’ın eklenmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Reza Zarrap ve Halk Bank olayında olduğu gibi kayıt dışı ekonomi yöntemleri kullanılmakta, Mehmet Ağar ve Çiller örneğinde olduğu gibi hükümet dışı olsalar dahi siyasal ve ekonomik sisteme müdahil olmakta, onların narko, mafya ilişkileri kullanılmaktadır. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Azerbaycan, Rus oligarkları ki, üretimle ilişkili olmayan, finans ve mafya güçleri olan kesimlerle tefeci ilişki tarzında sıcak para akışı sağlayıp, ülkenin taşınmazlarını satmayı kısa dönem kurtuluş reçetesi olarak değerlendirmektedir.

Ancak Özal, Çiller, Ecevit örneklerinde olduğu gibi daha büyük kırılmalar yaratmış ve büyük tavizlere mecbur olunmuştur. Kendi içinde toplumsal siyasal uzlaşma yaratmayan bir ülke, dışa bağımlı çözüm ürettikçe ancak kişisel iktidarlara hizmet edebilir ama krizleri de derinleştirir.

* (TİT)  Türk İntikam Tugayı olup Kürtleri ve muhalifleri öldüren devlete ait bir silahlı guruptu, yukarıda kısaltmasını verdiğimiz TİT ile karıştırılmamalıdır.

ANHA