Sêmalka kuşatması- Til Temir saldırısı ve Astana kıskacında direnen halkımız kazanacaktır – HALİL CEMAL

Sêmalka kuşatması- Til Temir saldırısı ve Astana kıskacında direnen halkımız kazanacaktır – HALİL CEMAL
23 Aralık 2021   06:49

Halil Cemal

2021 yılının son günlerindeyiz. Çok sıcak bir yıl geçti. Merkezinde faşist AKP/MHP iktidarının olduğu bölgesel kaos bütün yıl boyunca daha da derinleşti. Yıl boyunca bir yandan müzakereye dayalı siyasal çözümler dile getirilirken diğer yandan da iç-dış güçler arası çelişkiler daha da derinleşti. Kısacası Kaos politikalarından en ufak bir geriye adım yaşanmadı. Kapitalist/emperyalist sistem bir yandan bu kaos politikaları ile toplumsallıkta, diğer yandan ise çevreye yaklaşımı ile dünyanın küresel bir yıkıma götürülmesinde ne kadar iddialı olduğunu da ortaya koydu.

O nedenle toplumsal veya iç ya da dış güçler arası sorunların çözümü adına geliştirildiği iddia edilen seçimlere veya farklı nedenlere dayalı hükümet değişikliklerinden de bir sonuç çıkmadı. Zaten bir sonuç çıksın diye de bir yaklaşım benimsenmemektedir. O nedenle bu yıl boyunca sistem içi yapılan iktidar değişimlerinden de sadece daha da derinleşen kriz çıktı.

TÜM SIKINTILARA RAĞMEN İSTİKRARLI YAŞAM DEVAM ETTİ

İşte bu genel tablo ile bağlantılı olarak Kuzey ve Doğu Suriye başta olmak üzere Suriye’nin genelinde de bilinen çelişkilerin derinleşmesinden başka bir durum yaşanmadı. ABD/Rusya-İsrail/Ürdün ilişkileri üzerinden Suriye’nin Ürdün ve İsrail sınırlarında belli bir anlaşma sağlandı. En son Dera üzerine varılan mutabakat ve uygulamalar da bunun en son örneği oldu. İsrail çeşitli dönemlerde geliştirdiği hava ve füze saldırıları ile İran’ın Suriye’deki varlığını sınırlama konusundaki ısrarını sürdürdü. İdlip üzerine Rusya ve faşist işgalci TC arasında yapılan bir çok antlaşma ve görüşmeye rağmen İdlip hem bir çete merkezi ve hem de savaş alanı olmaktan çıkarılamadı. Cerablus ile başlayıp Efrîn ve Serêkaniyê ile devam eden faşist Türk devletinin işgali ve yeni işgal girişimleri devam etti. İşgal alanlarında yaşanan insan hakları ihlalleri ve işlenen insanlık suçları daha da genişleyerek sürdü. BM gözetiminde çetelerin ve TC’nin işgal altında tuttuğu alanlara insani yardım adı altında savaşçı ve lojistik destek sürdürülmeye devam etti. Faşist TC ile onun iz düşümü olan KDP ve bağlı çetelerin her türden saldırı, ambargo girişimlerine rağmen Kuzey ve Doğu Suriye’de istikrarlı yaşam tüm sıkıntılarına rağmen devam etti.

Böylesi bir süreç içinde, Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetiminin muhatap alınmadığı ya da katılımının sağlanmadığı birçok bölgesel ya da küresel platformda tartışılan Suriye sorunu savaş atmosferinde kalarak bugüne kadar geldi. Cenevre’den Astana’ya oradan Soçi’ye uzanan bu görüşmeler zincirinden sadece Kürt ve demokrasi inkârı, savaş, soykırım, açlık, göç gibi insanlık dramı çıktı. Bu görüşmeler bayrağı altında halklara cehennem yaşatılırken silah tekelleri bayram etti.

ASTANA TOPLANTISINDA KİM NE YAPMAK İSTİYOR

En son yeni Suriye Anayasası görüşmelerinin Cenevre’de fiyasko ile sonuçlanmasının arkasından yaklaşık aynı bileşim ile 21-22 Aralık’ta esas olarak Rusya’nın garantörlüğünde Astana’da bir araya gelindi. Her ne kadar İran ve TC için de garantör denilse de bu iki güç Suriye’de her zaman taraf pozisyonunu korumaya devam etti. İran Esatlı Şam hükümetinin yaşamasını kendi bölgesel çıkarları için gerekli görürken ve bunun için her türden askeri, ekonomik, siyasi desteği sunarken faşist işgalci TC de Suriye’yi en azından Misak-ı Milli sınırları çerçevesinde işgal ederek kendi sınırlarına katmak istemektedir. Yani en iyimser yaklaşımla Suriye’nin İdlip’ten Derazor’a uzanan Kuzey parçasını işgal ederek bölmek istemektedir. Bu nedenle dünyanın tüm çetelerini Suriye’ye taşıyarak onlara her türlü desteği sunmaktadır. Faşist TC bunun için Suriye’de garantör değildir. Rusya da bölgesel çıkarları açısından bu iki güç arasındaki çelişkiyi dengelemeye çalışmaktadır. Böylesi toplantılar yoluyla kâh ev sahipliği yaparak kâh katılımcı olarak garantörlük görevini yerine getirirken bölgedeki küresel güçler karşısında bir güç olduğunu da gösterirken kendi egemenlik alanlarını genişletmek istemektedir.

Astana’da yapılan toplantının içeriği de bu anlamda öncekilerden farklı değildir. Sonuçları açısından da farklı bir beklenti içinde olmamak gerekir.

Toplantı öncesi Şam hükümeti, Hatay’ın faşist TC tarafından işgal edildiğini ve er geç Suriye’ye katılacağı şeklinde beyanlarda bulundu. Ve defalarca ABD ile faşist TC’yi işgalci olarak nitelendirip Suriye’deki işgallerine son vermelerini talep etti. İşgal altındaki bölgelerde faşist TC ve ona bağlı çetelerin insanlık suçu işlediğinden bahsetti. İdlip başta olmak üzere diğer işgal bölgelerindeki faşist TC’nin askerlerini ve çetelerini hedef alarak çok sayıda kayıp vermelerine neden oldu. Bunları yaparken Kuzey ve Doğu Suriye Özerk bölgesi konusunda ortak görüşleri paylaştıklarını sık sık yansıttı. Hatta son dönemlerde Şam Hükümeti ve faşist TC’nin askeri ve istihbarat güçlerinin bir araya gelerek Kuzey ve Doğu Suriye üzerinde görüşmeler yaptıkları da bir biçimde basına yansıtıldı. Yani her iki güç de Kürt düşmanlığı ve demokrasi inkârı üzerinde antlaşmanın arayışı içinde oldu. Bu konuda Suriye heyetlerine başkanlık yapan Haydar Cevad, “Demokratik Suriye Güçleri ve uluslararası koalisyonun kontrolü altındaki bölgeler ve de Adana Anlaşması'nın yürürlüğe girmesinin iki ülke arasındaki görüşmelerde ele alınan önemli konulardan sayıldığını” vurguladı.

TOPLANTIDAN SONRA YAPILAN AÇIKLAMALAR

Diğer yandan en son bu ilişki ve çelişki diyalektiğinin yansıması olarak Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, Suriye'nin "paralı savaşçıların, uyuşturucu kaçakçılığının ve terörün sığınağı" haline geldiğini söyledi.  Ve Suriye'deki siyasi çözümün sadece Suriyelilere bağlı olmadığını da belirterek sorunun hem bölgesel ve hem de küresel boyutunu ortaya koyarak çözüm için Cenevre’yi adres olarak gösterdi.

Pedersen’in bu açıklamasından kısa bir süre önce de ABD tarafından yayınlanan insan hakları raporunun Türkiye ile ilgili bölümünde Türkiye için "paralı savaşçıların, uyuşturucu kaçakçılığının ve terörün sığınağı" tespiti yapıldı.

Yeni ismi Nur Sultan olan Astana'da ki görüşmelerin hemen öncesinde gazetecilere konuşan Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, “Türk partnerlerimizle kuzeydeki, kuzeybatıdaki durumu düzeltmek için sıkı temas halindeyiz. Türk tarafı tüm yükümlülüklerini yerine getirmedi, ancak bu sürece aktif şekilde katkıda bulunmak istediklerini görüyoruz” dedi. Bu açıklama ile Rusya faşist TC’den beklentilerini dile getirmiş oldu. “Yapmadıkları görevleri var. Yapsınlar demek istedi. Ve toplantı sonrası Lavrentyev 2019’da varılan antlaşmaların hedeflerine ulaşılamadığını belirterek Türkiye’ye yükümlülüklerini yeniden hatırlattı.

Toplantı için Astana’da bulunan Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayman Susan, Ankara'ya baskı yapılması ve varılan anlaşmaları yerine getirmeye zorlanması gerektiğini savundu. "Türk ve Amerikan işgali, Suriye'deki durumun istikrar kazanmasını engelliyor. Ankara ve Washington'un tek taraflı eylemleri, yıkıcı politikaları, krizin uzamasına yol açıyor ve Suriyelilerin acı çekmesine yol açıyor" diyen Susan, Suriye'deki Türk askeri varlığının sonlandırılması gerektiğini kaydetti.

KDP KIŞKIRTMA POLİTİKALARINI GÜNCELLEDİ

Astana öncesi ve Astana sürecinde bunlar yaşanırken, KDP uydurma bir gerekçe ile Kuzey ve Doğu Suriye ile insani-ticari bağlantı noktası olan Sêmalka ve Welid sınırı kapılarını kapatarak zaten bu alan üzerinde sürdürülen Ambargonun daha da derinleşmesine neden oldu. Zaten kapıların KDP tarafından kapatılmasının arkasından KDP basını yaptıkları haberlerle gerçek amacın ne olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. Şeker-yağ vb. sıkıntıların derinleştiğini ifade eden haberler-röportajlar bu basın üzerinden servis edilmeye başlandı. Şehit ailelerinin şehit cenazelerini KDP yönetiminden istedikleri eylemi desteklemek için orada bulunan gençlerin protestolarını gerekçe gösteren KDP, kapıları kapatarak Astana görüşmeleri öncesi faşist işgalci TC'ye Özerk Yönetime karşı birlikte oldukları mesajını vermek istedi. Kısacası KDP bu tutumu ile Rojava devriminden bu yana yaptığı kuşatma ve halkın ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma getirerek yönetime karşı kışkırtma politikalarını bir kez daha güncellemiş oldu.

NE TC’NİN NE DE KDP’NİN POLİTİKALARI TUTMADI

KDP’nin bu yaklaşımına paralel olarak faşist işgalci TC de Til Temir hattında kapsamlı bir işgal saldırısı başlattı. Til Temir kent meclis güçleri tarafından püskürtülen bu saldırı dalgası ile Faşist TC Astana’da esas gündemin kendisi açısından bir kez daha Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk alanı olduğunu göstermek istedi. Ve Astana’da bu konunun esas alınması gerektiğini de vurgulamış oldu. Fakat şu ana kadar hem Astana ve hem de Sêmalka da yaşananlar üzerinden ortaya çıkan gelişmelerin de gösterdiği gibi ne faşist işgalci TC’nin ne de onun işbirlikçisi KDP’nin Kuzey ve Doğu Suriye politikaları tutmadı. Aksine hem halklarımızın direnişi ve hem de küresel/bölgesel dengeler böylesi oyunların öyle kolay bir şekilde sonuç alamayacağını göstermektedir. Faşist AKP/MHP iktidarı Türkiye’de ciddi bir bunalımı yaşarken, ona endeksli politika yürüten KDP de benzeri bir bunalım içine düşmüş bulunmaktadır. O nedenle kaderleri birbirine bağlanmış olan bu güçler ortak bir proje çerçevesinde Kuzey ve Doğu Suriye halklarına ve genel olarak da demokrasi güçlerine karşı kirli bir savaş yürütmektedir.

Güney’de gerillaya ve Şengal halkına karşı her türden savaş suçlarını da işleyerek yürütülen bu saldırı ve soykırım savaşı Kürtlere karşı DAİŞ saldırılarının da önünü açmaktadır. İşte bugün Til Temir'de ve Sêmalka’da yaşananlar da DAİŞ’e yeniden kan/can verme anlamına gelmektedir. Halkın direnişi ne kadar zayıflarsa DAİŞ saldırıları adı altında yürütülen faşist TC’nin işgal ve irade kırma saldırıları o kadar sonuç verecektir. Böylesi bir sonuç kendisine Kürdüm ya da insanım ve özgürce yaşamak istiyorum diyen tüm toplulukların ya da bireylerin aleyhine olacaktır. İşte Astana öncesinde faşist T.C, Til Temir’de yaptıklarıyla ve KDP de Sêmalka’da sahnelediği oyunla böyle bir amacı gerçekleştirmek istemektedir.

Ama Kürtlerin ve başta kadınlar olmak üzere halkların çağı olan 21. Yüzyılda kazananlar özgürlük için direnenler olacaktır. Ve tarih her zaman olduğu gibi direnenler tarafından yazılacaktır.

ANHA