​​​​​​​Bir direniş mekânı olarak Sêmalka Sınır Kapısı ve KDP siyaseti -HALİT ERMİŞ

​​​​​​​Bir direniş mekânı olarak Sêmalka Sınır Kapısı ve KDP siyaseti -HALİT ERMİŞ
19 Aralık 2021   01:21

 

Sêmalka Sınır Kapısı’nda 76 gün önce başlayan çadır eylemi devam ediyor. Aileler KDP tarafından şehit düşürülen çocuklarının cenazelerini almadan eylemi sonlandırmayacaklarını beyan ediyor. Ne var ki KDP’den taleplere ilişkin yapılmış bir açıklama, atılan somut bir adım yok. Peki bu ne anlama geliyor, işin perde arkası ne ve durumun, bölgesel gelişmelerin yanı sıra KDP-TC anlaşmasıyla ilgisi ne?

KÜRT SORUNU SÜRECİN BAŞAT GÜNDEMİ

Bölgede devam eden savaş sıcak ve soğuk yöntemlerle her geçen gün yeni gelişmeler ortaya çıkarıyor. Sürecin nereye evirileceği halen belirsiz. İş böyle olsa da geleceğin yapı taşları da günlük olarak örülüyor. Gerek küresel gerekse bölgesel güçler hem güncel taktik hem de genel stratejik manada siyasetlerini belli bir öngörü ve amaç doğrultusunda yürütüyor. Dolayısıyla her şeyi belirsizliğe mahkum edip, son derece sisli bir tablo çizmek, yanlış ile doğrunun aşırı şekilde birbirine karışmasına neden olur ki, bu da son derece tehlikeli bir kaderciliğe bizi sürükler.

Çünkü aslında herkes ne için ne yaptığını gayet iyi biliyor.

Kaotik olarak nitelendirilen bu süreçte herkes sonuç odaklı hareket ediyor. Ancak yüz yıl önceden günümüze ertelenen, üstü örtülen Kürt sorunu yüz yıldır gündemden düşmediği gibi bugün de gündemin başat konusu, hatta taraflar arasındaki en temel çelişki konusu olmaya devam ediyor.

Tarafların, Kürtler konusundaki çelişkisi demokratik ve anti demokratik yaklaşım üzerinden şekillenmiyor. Aksine, gerek küresel güçler gerekse bölgesel ulus devlet güçleri, Kürdün tasfiyesi üzerinden hemfikirdirler. Ancak Kürtlerin ve coğrafyasının paylaşımı, denetimi ve tabi ki sömürüsü üzerinden karara varamıyorlar. Haliyle temel çelişki noktaları da bu oluyor.

Dolayısıyla da Başûrê Kurdistan’da federatif bir yapının resmiyette kabulü ya da Rojava’da resmi olarak tanınmamış olsa da Özerk Yönetim’in varlığı hiçbir garantiye dayanmıyor. Kürtler halen fillerin tepişmesinde ezilme riskiyle karşı karşıyadır.

İÇ ÇELİŞKİLER

Kürtler açısından dış tehlike kadar, içten kemiren iç tehlike de sürekli olarak besleniyor. Kürt ulusal birliğinin üst bir resmi temsil mekanizmasına kavuşturulamamış olması ciddi bir kayıp noktasıdır. Kayıp noktası sadece daha fazla kazanım anlamında değil, mevcut kazanımları tehlikeye atması itibariyle de önemlidir. Dolayısıyla aşılmayı zorunlu olarak dayatmaktadır.

KDP’NİN YANILGISI MI TERCİHLİ SİYASETİ Mİ?

Kürt güçleri arasında söz konusu üst ulusal mekanizmanın kurulmasını engelleyen şey gaflet yaşayan, ki eğer gaflet olarak değerlendirilebilirse, KDP’dir. KDP her şeye olmuş bitmiş gözüyle bakmaktadır. En büyük yanılgı ve gaflet durumu olarak nitelendirilebilecek bu durum, sadece Başûrê Kurdistan’ı değil, Rojava da dahil tüm Kürt kazanımlarını tehlikeye atmaktadır.

Çünkü bu gaflet ve yanılgı durumu kendisini Türk devleti gibi en değme Kürt düşmanı bir güçle kontrolsüz bir ilişki ve ittifaka götürmektedir. KDP, PKK düşmanlığı üzerinden Türk devletiyle ilişki ve ittifakını kader birliğine taşırken; kendisini süreklileştireceği, PKK’nin tasfiyesi üzerinden Kürdistan’da kendisini garantiye alacağı gibi son derece kör bir duruma sokmaktadır. Yolu tamamen karanlıktır. Bu karanlıkta ne zaman uçurumdan yuvarlanacağı ise belli değildir.

Kendisini uçuruma götüren gerçekliğin bir diğer ve en önemli yönü ise, Türk devletinin Kürdistan’a dönük işgal, soykırım ve sömürge siyasetini temize çıkarma rolünü üslenmiş olmasıdır.

Gerillaya saldırırken Türk devletini haklı gösteren KDP, Şengal’e saldırırken Türk devletini haklı çıkaran KDP, Maxmura saldırırken Türk devletini haklı çıkaran KDP, Rojava’ya saldırırken Türk devletini çıkaran KDP, Başûrê Kurdistan’a saldırırken tuhaf bir şekilde Türk devletini haklı çıkaran yine KDP.

Açık ki, bu yönlü aralarında bir görev ve rol paylaşımı yapılmış. Çünkü Türk devleti onlarca yıl denemesine rağmen ne Kürt toplumunda ne de dünya kamuoyunda Kürtlere dönük bu saldırısını meşrulaştırmada başarılı olamadı. O halde bu meşrulaştırma işini Kürtlük adına hareket eden bir yapının üslenmesinin daha yerinde bir durum olacağı tespit edilmiş olmalı.

Peki, KDP tamamen bir yanılgı mı yaşıyor, gerçeği mi fark etmiyor, tamamen kör bir gaflet sonucu mu bunu yapıyor? Böyle düşünmek aslında farkında olmadan bir şekilde KDP’yi aklamak da oluyor. Zira durum tamamen böyle değildir.

Medya Savunma Alanları’nda gerillaya pusu kurup şehit düşürürken KDP ne yaptığını gayet iyi biliyor. Şengal ve Başûrê Kurdistan’da istihbarat verip Kürt halk öncülerini katlettirirken de ne yaptığını gayet iyi biliyor. Bilmemekten öte, hedef odaklı yapıyor her şeyi. Ama yanılgı şudur; KDP hiçbir zaman PKK’nin ya da her hangi bir Kürt siyasi örgütünün veya tek bir bireyinin tasfiyesi üzerinden kazanan taraf olamaz.

TC’NİN PLANI

Burada en fazla irdelenmesi gereken Türk devletinin kullandığı yöntem ve devreye koyduğu plandır. Dolayısıyla geniş de olsa bir parantez açarak, herkesçe malum olanı bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır.

Türk devletinin en değme Kürt düşmanı olduğu bir propaganda ya da tezden öte, tarihte tescilli bir gerçektir. Kürt katliamlarıyla, asimilasyon, yasak, baskı ve işkencelerle dolu tarihi bunun kanıtıdır. Bu gerçeklik günümüz açısından çok daha fazla geçerlidir.

T.C yöntem olarak bir yandan direkt cepheden kendisi saldırırken diğer yandan içten de Kürtleri birbirlerine kırdırarak tasfiye yolunu kullanmaktadır.

Bu yöntemler tarihsel ve güncel olarak işlemeye devam eden Kürt soykırım planı amaçlıdır. Önder Abdullah Öcalan bunu “Kürt Kapanı” olarak nitelendirmişti.

Birincisi, yani cepheden saldırının her türlüsünü kullanmaktan şimdiye kadar istediği mutlak sonucu alamadı. Hele ki, gerilla gibi bir savunma gücüne sahip Kürtleri bu yöntemle tümden ortadan kaldırması mümkün olmayınca ikinci yöntem yeniden ve aktif şekilde devreye konuldu. Bunu da KDP ve benzeri yapılar üzerinden geliştiriyor.

Kürt özgürlük hareketini KDP üzerinden tasfiye etmek, bunun üzerinden propaganda yaparak, Kürt toplumu içinde kafa karışıklığı ve giderek iç çatışma yaratmak en fazla umut bağladığı yöntemdir. 

Örneğin PKK’yi tasfiyesi amacıyla uzun dönem direkt PKK içinde çatlak ve çatışma yaratıp teslim almaya umut bağlandı. O dönem KDP gibi yapılarla arasına görece mesafe de koydu. Ama başaramayınca yeniden bunlara dönme gereği duydu.

Bugün Ortadoğu’ya ABD, Rusya ve Avrupa’nın en büyük güçleri inmiş ve bölge yeniden paylaşıma açılmışken, Kürtlerin, tahayyülü dahi zor bedeller uğruna elde ettiği kazanımları kalıcı kılma olasılığına karşı yeniden Kürt iç çatışmasını devreye koymaya çalışıyor. Taktir edilir ki, eğer başarırsa, bu iç çatışmanın kazananı Kürtler değil, bölgenin hegemon gücü olmayı, Kürt kanı ve coğrafyası üzerinden planlayan, Türk devleti olacaktır. 

TEK AMACA KOŞULLANMIŞ ÇOK YÖNLÜ SALDIRI

Dikkat edilirse, uzun süre küresel güçler arasındaki çatlaktan kendi siyasetini uygulamaya geçiren Türk devleti savaşı kendi sınırlarının dışına taşırdı. Hatta sınırına dönük bir tehlike olmadığı halde durumu, “beka sorunu” diyerek içte ve dışta her türlü anti demokratik uygulama ve saldırıya meşruiyet kılıfına dönüştürdü.

Tüm bu savaş hengamesi içinde elbette her gücün kendince hedefleri, bu amaca ulaşmada uyguladığı strateji ve taktikler vardır. Türk devletinin amacı da yeni Osmanlı sınırlarına varmadır. Bu sınırlar içinde neredeyse tüm Kürdistan coğrafyası vardır. Dolayısıyla bu coğrafyada olası bir hakimiyet açısından Kürtlerin özgürlüğünü hedefleyen tüm dinamiklerin tasfiyesi de bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır.

Tek amaç bölgesel hegemon güç olmaktır. Ama bu tek amaca gitmek yolunda çoklu bir yöntem esas alınmaktadır. Gerektiğinde bölgesel güçlerle kavga eden, gerektiğinde yanaşıp taviz veren, gerektiğinde küresel güçlerle zıtlaşan bir görüntü veren ama gerektiğinde her istem ve taleplerine boyun eğen. Gerektiğinde Kürtler kardeşlerimizdir diyen ama gerektiğinde kardeşine en acımasız yöntemlerle katliamı tek seçenek sunan.

TURNUSOL KAĞIDI OLARAK SÊMALKA

Tekrar başa dönersek, Sêmalka Sınır Kapısı’nda 76 gündür devam eden şehit ailelerinin çadır eylemi yukarıda dile getirdiğimiz şeylerin açığa çıkmasında ve söz konusu tarafların gerçeğini göstermede turnusol görevi görmektedir.

Şehit aileleri KDP’yi suçüstü yakalamışlardır. Çünkü KDP çocuklarının kanına girmiş ve onları şehit düşürmüştür.

İstedikleri şey düşman hesabına şehit düşürdüğü çocuklarının cenazesini vermeleridir. 76 gündür 40 milyonluk Kürt halkının ve tüm dünya halklarının gözü önünde kendi çocuklarının ölü bedenleri için eylem halindedirler. Ama buna rağmen KDP’den ses çıkmamaktadır. Üç maymunları oynayarak ya da her türlü çarpıtma yoluna giderek gerçeği farklı göstermeye çalışan KDP’nin algı savaşı da sonuç vermemektedir. Zira KDP bunun için tüm propaganda gücünü hem de hiçbir yayıncılık ilkesi tanımadan devreye koymuştur.

KDP, ailelerin eylemlerine destek veren gençlere saldırıp, ardından da kapıyı kapatarak durumu kriminalize etmeye çalışsa da gerçek tüm çıplaklığıyla ortada durmaktadır.

Gençlere saldırmak, kapıyı kapatmak bir düşman yöntemidir. Ve aslında bir acizlik durumudur. Yapılması gereken bu değildir. Yapılması gereken gerçeği gizlemek değildir. Yapılması gereken Türk devleti her yerde Kürde saldırırken ona payanda olmak değildir. Eş güdümlü siyasete araç olmak değildir olması gereken; olması gereken kendi gerçeğiyle yüzleşmektir. Yanlıştan geri adım atmaktır.

En önemlisi de eğer gerçekten akıl ve vicdanla gerçekler ve yalanlar ayrıştırılacaksa, o anneleri orada eylem yapmak zorunda bırakan, o gençlerin annelerin eylemini sahiplenmeye götüren gerçeğin açıkça söylenmesi ve bu gerekçelerin ortadan kaldırılmasıdır.

Sêmalka çadır eylemi, onlarca yıldır kaybedilen çocuklarının cenazelerini Türk devletinden isteyen Cumartesi Anneleri’nin eylemine ne kadar da benzemektedir. Sêmalka ve Cumartesi Anneleri’nin acıları ortak, talepleri ortaktır. Tıpkı bu iki eylem sahibi anneleri eylem yapmak zorunda bırakan güçlerin ortaklığı gibi.

ANHA