Zindanlara Karşı Görev Sırası Bizde-Ahmet BİRSİN

Zindanlara Karşı Görev Sırası Bizde-Ahmet BİRSİN
18 Aralık 2021   06:24

Ahmet BİRSİN

Başta Kürt halk Önderi olmak üzere, zindanlarda tutsak alınan bütün Özgürlük Hareketi militanları ve yurtseverlerine karşı büyük bir kin ve öfke ile saldırı gerçekleştirilmektedir. Unutulması imkansız olan Garibe Gezer’e işkence etmekle kalınmamış, gardiyanların cinsel saldırısı açığa çıkması üzerine “intihar” adı altında katlettiler. Yeni Akit gazetesinin, “Ceza evinde beslenen bir terörist daha öldü” diye Garibe Gezer için yazdığı habere bakıldığında AKP-MHP zihniyetinin ne olduğu anlaşılır. Sistematik bir biçimde Özgürlük Hareketinin militan ve yurtseverlerine karşı bir katliam ve soykırım politikası sürdürülmektedir. Hastalıkları dair her türlü ihtiyacı tutsaklara karşı silah olarak kullanmaktadırlar. Düşman hukuku uygulanarak intikam siyaseti yürütülmektedir. En son Halil Güneş ve Abdulrezzak Suyur şüpheli bir ölümle şehit edildiler.

Halil Güneş de Abdulrezzak Suyur da tek başınaydı. Halil tek kişilik bir hücrede, Abdulrezzak ise hastane de tek başınaydı. Halil Güneş uzun bir süredir kemik kanseri ve akciğer kanseri gibi birçok ağır hastalıkla mücadele ediyordu. Böyle ağır bir hastalığı olan birini bırakın tek kişilik hücrede tutmayı, derhal tahliye edilip tedavi sürecine alınması gerekirdi. Kaldı ki ilaçlarının da verilmediği biliniyor. Böylece adım adım ölüme götürdüler. Abdulrezzak arkadaş ise akciğer kanseri teşhisi konulmuştu. Ancak uzun bir süre tedavi edilmeyerek hastalığın ilerlenmesi sağlandı. Hastane de olmasına rağmen onlarca kez ailesinin sormasına rağmen durumu hakkında cezaevi yönetimi bilgi vermedi. Zaten ön otopsi raporunda da “Şüpheli Ölüm” biçiminde tarif edildi.

Halil ve Abdulrezzak arkadaşları çok yakından tanıma imkanım oldu. Abdulrezzak’ı 1993 yılında Amed zindanında tanımıştım. 4 Ekim 1994’te asker, gardiyan, polis ve itirafçıların ortak yaptıkları saldırı da birçok arkadaş gibi o da kötü yaralanmıştı. Ramazan Özüak saldırı da katledilmişti. Ağır yaralı biçimde 321 kişi Antep zindanına sürgün edilmiştik. Süleyman Ongün ise Antep zindanına sürgün edilmenin hemen akabinde yolda yapılan işkenceler sonucunda Antep Zindanında şehit düşmüştü. Daha ilk günde tek tip elbise giyme dayatmalarına o da direnmişti. Aldığı darbelerden ötürü uzun süre ayakları felçli gibiydi. O direnişten sonra Türk devletinin teslim alma politikalarına karşı onlarca direnişe katılıp, halkının özgürlük davasına bağlı kalarak direnerek yaşamaktan bir an olsun geri durmadı.  

Halil Güneş’i 1992 yılında duymuştum. O yıllarda Türk kontrgerillası, ona bağlı olarak hareket eden Hizbullahçıların ve zindanlarda tutsaklara yapılan saldırılara karşı dağdan şehre inen gerilla grubu içinde Halil’de yer almıştı. Çok kısa süre içinde yaptıkları eylemlerle Türk faşist kontrgerillasının korkulu rüyaları haline gelmişlerdi. Amed halkı onların eylemlerini konuşuyordu. 1993 ve 2009’da Amed zindanında kaldığım sürelerde devrimci kişiliğinden taviz vermeyen, Apocu militan kişiliğini her koşulda haykırmaktan geri durmayan o fedai duruşu daha yakından tanıma imkanına kavuşmuştum.

Aslen Arap olan bu enternasyonal devrimci, 1993 yılı başında ihanet sonucu yakalanmalarıyla birlikte ağır işkencelerden geçmesine rağmen dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi başkanı, “mesleğin ne” diye sorduğunda tereddütsüz bir biçimde “profesyonel devrimcilik” demişti Halil. Urfa cezaevinde dayatılan ihanete karşı canını ortaya koyarak dönemin faşist başgardiyanını kendi eliyle zindanın içinde cezalandırmaktan geri durmamıştı.  Askeri kişiliğinin yanında ideolojik ve siyasal olarak da sürekli okuyan, araştıran, inceleyen ve sonuçlarını yazıya dökerek yoldaşlarıyla paylaşabilen bir kişilikti.

2009’da karşılaştığımızda ise ağır hastaydı. Sadece kanser ile boğuşmuyor, yaşadığı ağır işkenceler sonucu vücudunda birçok hastalığın oluşmasına neden olmuştu. Faşist Türk devletinin hastalığı bir silah gibi Halil’e karşı kullanmalarına rağmen dayanılmaz acılarını direncinin katığı yaparak bir gün olsun militan duruşundan taviz vermedi. Büyük bir yaşam sevinciyle dolu olan Halil, genç arkadaşların sürekli aradıkları kişiydi. Onlar için Halil moral kaynağıydı. Gaziyaşargil Hastanesi “cezaevinde kalamaz” raporu vermişti ama Adli Tıp Kurum’u (ATK) raporu dikkate almayarak tahliyesini engellemişti. Ama o buna hayıflanmamış, gülerek düşmanın bu oyununa karşı sonuna kadar direniş demişti.

29 yılın ardından Halil bir yıl sonra, Abdulrezzak 2 yıl sonra belki tahliye olma imkanına kavuşacaktılar. Ancak gerilla karşısında kaybeden AKP-MHP faşist devleti intikamını zindanda olan tutsaklardan alıyorlar. Bırakalım uluslararası yasaları kendi yasalarına bile uymuyorlar. AKP-MHP faşizmi bırakalım adaleti sağlamayı tutsaklara karşı Ölüm Üçgeni olarak adlandırabileceğimiz Adalet Bakanlığı, Cezaevleri ve Adili Tıp Kurumu üçgeninde tutsakları büyük bir sinsilikle adım adım ölüme taşımaktalar. Birçok hasta tutsak için normal hastaneler “cezaevinde kalamaz” raporu vermesine rağmen Hipokrat yeminini devlete teslim eden, tescili cellatlar kurumuna dönen ATK bu raporları görmezden gelerek ölüm anına kadar içerde tutmaktadır. Erdoğan’ın emrinde çalışan ATK adeta Hitlerin ölüm meleği olarak bilinen doktor Josef Mengele’yi aşmış durumdadırlar.

Halil ve Abdulrezzak şehit düşürüldüler, ancak binlerce tutsak aynı tehdit altında olduğunu görmek gerekiyor. En önemlisi İmralı’dan halen haber alınamıyor. Hepimizde biliyoruz ki, bu iktidarı bağlayan bir yasa yok. Hiçbir ahlaki kural tanımadan saldırılarını yürütüyor. Özgürlük mücadelesinde zindanlar her zaman rolünü oynadı ve halen de oynuyor. Buna karşı analar adalet nöbetinde ama bu saldırılara karşı bütün bir toplum olarak harekete geçersek, kimin elinden bu iktidarın gitmesi için ne gerekiyorsa yaptığında o zaman toplum olarak bizler de zindanlara karşı görevimizi yerine getirmiş oluruz.  Şimdi sıra bizde.

 ANHA