Haydut Devlete Karşı Öz savunmasız Yaşama Şansı Kalmamıştır

Haydut Devlete Karşı Öz savunmasız Yaşama Şansı Kalmamıştır
6 Sep 2021   00:21

Ahmet Birsin

Günümüzde kapitalist modernitenin her yönüyle ayyuka çıkan krizi, daha derin ve çok daha sarsıntılı biçimde AKP-MHP faşist devletinde yaşanmaktadır.  Bu yönüyle AKP-MHP faşizminin uluslararası yasa ve anlaşmalara bağlı bilinen devlet aşamasını çoktan geçti. AKP-MHP’nin içeride ve dışarıda izledikleri politikalarına bakıldığında bunları göremezsiniz. Hatta çokça dile getirdikleri milli çıkarlar bile birkaç AKP-MHP yandaşının kasasında toplanmaktadır. Yani o fetişleştirilen ulus devlet kasası boştur. Sadece kasa boş değil, ulus devletin yarattığı ayrıcalıklı toplumda bugün yaşanan bu soygun düzeninden sermayelerini korumanın telaşındalar. Hatta uluslararası sermaye bile malını kaptırmamak için ilk fırsatta dışarıya kaçmaktadır.

AKP-MHP’nin yaratmak istediği bu yeni harami düzende ulusa bile yer kalmamıştır.  Kendi anayasasına bile riayet etmeyen, her şeyi ele geçirmek isteyen, kendi iktidarı ve bir avuç yandaşının kasasını doldurmak için her kötülüğü kendisine mubah gören, oluşturdukları çetelerle soygun düzenini tepeden tırnağa devlete hakim kıldıkları bir sisteme doğru dolu dizgin gitmekteler. Varları yokları Kürt halkının kazanımlarını bitirmek, özgürlük ve demokrasi isteyen bir halkı soykırımdan geçirmek, örgütlülüklerini tasfiye etmek. Kürt halkının kanı üzerinden kendilerini var kılmak için ulus devletten haydut devlet katına çıkarak yeni dünya düzeninde arsa kapmaya çalışmaktalar.

Peki, uluslararası literatürde haydut devlet nasıl tanımlanmaktadır. Haydut devlet, “kural tanımayan devlet veya kanunsuz devlet” olarak yer almaktadır. Yani ‘rogue state’ veya ‘outlaw state’ olarak geçmektedir. Bu anlamıyla geçmişte ulus devlet; vicdanı ve ahlakı aşarak hukuk düzenini nasıl bir toplumsal baskı haline getirdiyse, bugün hukuk da aşılarak güçlünün mutlak egemen olduğu ve hukuksuzluğun diz boyu sürdüğü bir aşamayı ifade etmektedir. Mesela haydut devlet, kendi halklarına merhametsizce davranmasıyla bilinmektedir. Şu anki AKP-MHP hükümeti kendisinin dışında kalan ya da Türkiye’de yaşayan bir Ermeni’ye, bir Süryani’ye, bir Kürde, bir Alevi veya İslam dışında farklı bir dine mensup olan birine şu soruyu sorduğumuzda, “AKP-MHP devleti size nasıl davranıyor?’ diye; istisnasız olarak hemen şu dile gelecektir: “Çok kötü.” Halk olmaktan, farklı bir dine ya da kültüre mensup olmaktan doğan temel haklarını kullanamadıkları dile getireceklerdir.

Çok daha içeriden baktığımızda yine aynı haydutluğu göreceğiz. Mesela Türk Anayasasında da Türk devletinin, bağlı olduğu uluslararası yasalarda da basın özgürlüğünü tanıdığı belirtilmektedir. Ancak gelin görün ki AKP-MHP yandaşı olan medya dışında hiçbir basın-yayın, medya kuruluşu bu özgürlüğü kullanamamaktadır. Örneğin; AKP-MHP haydut devletinin politikalarını eleştirdiği zaman ya da anayasa dışında uyguladıkları politikaları hatırlattığında kovuşturmalara, para ve hapis cezalarına maruz kalmaktalar. Kürt gazeteciler için ya da Kürt halkının haklarını hatırlatan sol sosyalist, demokrat gazeteciler için zaten söylenecek söz kalmamıştır. Faali meçhul biçimde öldürülmekten tutun da işkencelere, uzun yıllara varan hapis cezalarına ve sürgünlere değin birçok şey akla gelecektir.

Kısaca Türkiye içinde siyasetçisinden gazetecisine, işçisinden emekçisine, akademisyeninden köyünde suyunu, ormanını, tarlasını korumak isteyen köylüye kadar herkes bu haydut devlet politikalarından acı çekmektedir. Çünkü bir gecede işçi, emekçi, akademisyen işinden olmakta, siyasetçi cezaevine tıkılmakta, özgürce akan dereleri üzerinde hidroelektrik santralleri kurulmakta, tarlalar maden ocaklarına dönüşmekte, ormanlar yakılarak, kesilerek ya yeni rant alanlarına dönüşmekte ya da Kürdistan’da olduğu gibi koruculara peşkeş çekilmekte. Peki, yapılan bu uygulamalara itiraz ettiklerinde ya da adalet aradıklarında sonuç mu alıyorlar? Hayır! Aksine fişlenmelere, soruşturmalara, tehdit edilmelere ya da gözaltına alınıp tutuklanmaktan kurtulamıyorlar. O nedenle Türkiye’de yaşayan kime sorsanız, istisnasız olarak ‘Nefes alamıyorum’ diyecektir. ‘Özgürlük yok’ diyecek, ‘Adalet kayıp’ diyecek, ‘Güvenliğimiz yok’ diyecek, ‘Açız’ vs. diyecek.

Haydut devletin önemli tanımlarından biri de komşularını tehdit eden, taraf olduğu uluslararası anlaşmaları ihlal eden; mesela dini, mezhebi, milliyeti siyasetine alet ederek halklar üzerinde terör estirecek bir politika haline getirmesidir. Bu yönüyle AKP-MHP devletinin bugün komşularına dönük izlediği politikalarına bakıldığında komşularını, halkları, kültürleri, dinleri nasıl tehdit ettiğini daha açık örneklerde görebiliriz. Türk devletinin yakın komşularından Yunanistan, Kıbrıs, Irak, İran, Suriye, daha da ileriye gittiğimizde Katar dışında koskoca Ortadoğu’da sorunlu olmadığı bir devlet bulamayacaksınız.

Birkaç örnekle bunu açımlamaya çalışırsak; AKP-MHP faşizmi Azerbaycan ve Ermenistan’da yaşanan savaşa hangi uluslararası sözleşme ve yasaya dayanarak katıldığını iddia edebilir? Ya da Libya’ya hangi uluslararası yasaya dayanarak o kadar cihatçı gönderildi? Birincisinde Ermeni düşmanlığı olurken, ikincisinde ise Libya petrollerini denetim altına almaktı. En önemlisi Türkiye hangi uluslararası yasa ya da sözleşmeye dayanarak Suriye topraklarını işgal etmekte, buralara kendi valisini, polisini, askerini konumlandırmaktadır? Efrin halkının temel beslenme kaynaklarından biri olan zeytini kendi markalarını vurarak uluslararası alanda nasıl pazarlayabilmektedir?

Rojava’ya ya da genel olarak Kuzey Doğu Suriye’ye her gün saldırı gerçekleştirmektedir. Halep’ten Şehba’ya, Kobane’den Heseke’ye kadar asker-sivil demeden, yetişkin-çocuk demeden herkesi hedef almaktadır. Kürt ya da Arap bu haydut devlet için fark etmemektedir. AKP-MHP, haydut devlet sistemine biat etmeyen, özgürlük ve demokrasi isteyen herkesi hedef tahtasına koymaktadır. Oysa savaş kurallarında siviller öncelikli korunması gerekmektedir. Haydut devlet için bunların hepsi rafa kaldırılmıştır. Hiçbir kural ya da kaide onlar için geçerli değildir. Her türlü ahlaksızlık, gayri meşruluk onlar için mubah hale gelmiştir. Öyle ki çocuk yaştaki insanlara tecavüz edilerek zorla ajanlaştırmak temel destur olmuştur.

Güncel bir örnek de Irak’tan verelim. Irak’ı ele aldığımızda çokça bahane edilen gerillanın medya savunma alanlarındaki varlığına sadece saldırmamakta, sivil yerleşim yerlerini bombalamaktadır. Kurduğu üsler sonucu köyleri boşaltmakta, içme sularına el koymakta, tarım arazilerini çoraklaştırmakta, ormanlarını kesmekte, halka ajanlık dayatmaktadır. Kerkük, Musul şehirlerini Misak-ı Milli projesine katmak için KDP işbirlikçiliği ve Türkmenler üzerinden politikalar yürütmektedir. Saymakla bitmeyecek suçlar işlemektedir. Sadece Irak insan hakları örgütlerinin bu yılkı raporlarına bakıldığında işlenen suçların vahameti daha da anlaşılacaktır. Bu ülkede yaşayan ne Kürt halkı ne Arap halkı ve ne de diğer dinler ve kültürler bu saldırılara rıza göstermektedir.

Örneğin Şengal’den Türkiye’ye dönük herhangi bir saldırı olmamasına rağmen Türk devleti hastane dahil sivil yerleşim yerlerini gece veya gündüz demeden uçaklar ve SİHA’lar ile bombalamaktadır. Yine Maxmur BM’nin gözetiminde bir mülteci kampı olmasına rağmen bombalanmaktadır. Daha dün anneler çocuklarını emzirirken, çocuklar sokakta oynarken Haydut Devlet tarafından SİHA saldırısıyla Maxmur kampı tekrar bombalanmıştır.

Beğenmeyip eleştirsek de mevcut uluslararası yasalar bile Türk devletinin yaptığı bu saldırılara cevaz vermemektedir. Ancak Türk devleti hiçbir uluslararası yasayı dikkate almadan haydut misali saldırılarına devam etmektedir. Elbette bu saldırıları yaparken Irak hükümeti, uluslararası koalisyon, en başta da ABD’den izinsiz bu saldırılara girişememektedir. Ancak bu devletler de yasal olarak herhangi bir izin vermemektedir. Mesela BM gözetiminde olan Maxmur kampına BM’den yasal olarak saldırı izni alabilir mi? Elbette ki hayır. BM’nin yasal ve açıktan böyle bir izni vermesi kendisinin inkarı olur. Ama saldırıdan haberdar edilmediklerini söyleyemezler. Dolayısıyla ister Rojava’da olsun ister Şengal ya da Maxmur’da olsun uluslararası güçlerden yasal olmayan ama karşılıklı çıkarlara dayalı olarak ‘de facto’ temelde izinler alarak bu saldırıları gerçekleştirmektedir.

Burada uluslararası kural-kaide ve sözleşmeler ortak bir biçimde ihlal edilmektedir. Kısaca haydutluk, uluslararası bir boyuttadır. AKP-MHP çok kaba bir biçimde yaparken uluslararası güçler daha ince tarzda kılıfına uydurmaktadır. Bu yönüyle 20. yüzyılda inşa edilen temel yasalar, kanunlar, sözleşmeler, kurumlaşmalar kapitalist modernitenin kriziyle beraber çökmüş durumdadır. 5 bin yıllık devlet, kapitalist modernite aşamasıyla en büyük krizini yaşamaktadır. Nasıl ki birinci ve ikinci dünya savaşlarını kazanan devletler uluslararası alanda yasalar, kanunlar, sözleşmeler gerçekleştirip kendi nizamlarını kurdular ise bugün de üçüncü dünya savaşıyla yeni nizamı kurmak istemektedir. Bu boşluğu fırsata çevirmek isteyen AKP-MHP haydut devleti, 21. yüzyıla yeni Osmanlıcılık hayalleriyle girmekte, en azgın bir biçimde halklara saldırmakta, birinci düşman bellediği Kürtlere karşı en acımasız soykırım politikalarını yürütmektedir.

Bu yönüyle AKP-MHP devleti birebir haydut devlet tanımına denk bir politika izlemektedir. Yoksa haydut devlet tanımı sadece ABD çıkarlarını tehdit eden, tehlikeye atan, kapitalist modernite sistemine uyum göstermeyen karşıt devletler için geliştirilen bir tanım olmamaktadır. Aksine daha çok sömürgeci, talancı, hırsız, hiçbir kural, yasa ve ahlak tanımayan, halkları, toplumu kendi boyunduruğu altına almaya çalışan, dinleri, kültürleri ve halkları tekleştiren, despot, soykırımcı devletlere denir. Bu yönüyle AKP-MHP haydut devleti geçmişte çokça eleştirdikleri Kemalist devleti fazlasıyla aşmış, kara bir faşizm aşamasına geçmiştir. Burada ne Türk halkı için ne de Kürt halkı ve diğer halklar açısından hiçbir yönüyle bir gelecek kalmamıştır. 

Türkiye’de demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesin;  yaratılan çetelerle haydut devlete dönüşen AKP-MHP gerçeğine karşı demokratik birlik temelinde bir araya gelmeden bu iktidarı alaşağı etmesi kolay olmayacaktır. Özellikle her dört parça ve yurt dışında kalan Kürtlerin ulusal birlik temelinde örgütlenme kadar, böylesi acımasız haydut düzeni karşısında öz savunmasız bir gün bile yaşama şansı yoktur.