Yengi - Yenilgi Döngüsü ve Afganistan Karmaşası

Yengi - Yenilgi Döngüsü ve Afganistan Karmaşası
26 Aug 2021   00:20

Zinar Yildiz

Afganistan’da ABD hâkimiyetine karşı direnen yeni veya eski modernite işbirlikçileri değil demokratik uygarlık dinamikleridir. Bu anlamıyla eğer bir yenilgiden bahsedilecekse o da ABD’nin demokratik uygarlık karşısındaki yenilgisi olacaktır.

Birinci ve ikinci dünya savaşları kapitalist hegemonya açısından oldukça öğretici derslerle doludur. Her iki dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan sonuç aslında sistem içi paylaşım savaşlarında yenen ve yenilenin olmadığı, sonucun hegemon sistemi bir bütün belirlediği olmuştur. Özellikle hegemon güçler açısından kapitalist sistemin tek bir dünya sistemi haline gelmesi ve tüm dünya coğrafyasında bu sistemin hâkim kılınması öncelikli ortak amaç olarak belirlenmiştir.

KOMÜNİZME KARŞI YEKPARE SİSTEM

Özellikle birinci dünya savaşı sırasında Rusya’da Çarlık karşısında işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşen devrim ile birlikte dünyada kapitalist sistem karşıtı arayışlar güçlenmişti. İkinci dünya savaşı sonrasında 22,402,200 kilometrekarelik bir alana sahip Sovyetler Birliği, dünyanın yüzölçümü bakımından en büyük devleti idi. Bunun yanında dünya genelinde kapitalist sistem karşıtı güçler açısından tüm hatalı ve yetmez uygulamalarına rağmen farklı bir sistemin mümkün olduğunun kanıtı idi.

Bundan dolayı ikinci dünya savaşı sonrası savaşın yenen ve yenilen devletleri olarak bilinen tüm güçler kapitalist modernist sistemin yekpareliğini yapısal bir biçime kavuşturma arayışına girdiler. 1948-51 yılları arasında Marshall Planı çerçevesinde 12 milyar 731 milyon dolar, yenilen ülkelerin yeniden inşası için harcandı. Truman Doktriniyle komünizm ortak düşman olarak belirlendi ve kapitalist modernitenin tüm hegemon güçlerinin bu ortak düşman karşısında birleşmesi istendi. Avrupa’nın kendi içerisinde siyasi ve ekonomik bir birlik sağlayarak Komünizmin yayılmasının önüne geçilmesi hedeflendi. Son olarak Roosevelt öncülüğünde 25 Haziran 1945'te imzalanan ortak bir anlaşma ile kuruluşu onaylanan birleşmiş milletler faaliyete geçti. Ve bunlarla Amerika kapitalist hegemonyanın öncülüğünü ele geçirmiş oldu. 

Tüm bu gelişmeler kapitalist sistemin iç çelişkileri ele alış tarzında yaşadığı değişimleri göstermektedir. Artık kapitalizm kendi iç çıkar çatışmalarını sistemin merkezine almak yerine sistem dışında kalan güçleri sistem içileştirmeyi çatışma merkezleri olarak belirlemektedir. Asıl savaş kendi iç çıkar çatışmaları değil, kapitalist hegemon sistem ile bunun dışında kalan demokratik uygarlık güçleri arasında yaşanan çatışma olmaktadır. Bu anlamıyla mevcut kapitalist hegemonyanın yengi ve yenilgi diyalektiği bu ikinci belirttiğimiz çatışma üzerine kuruludur.

Sistem içi çıkar çatışmalarında belirleyici olan kimin kazanıp kimin kaybettiği değil, kapitalist modernitenin ne kadar yaygınlaşıp kalıcılaştığıdır. Sistem içi hangi güç, sistemi daha fazla temsil ediyor, yaygınlaştırıyor ve sürekliliğini sağlıyorsa sistemin öncülüğünü de o güç elinde bulundurur. Bu anlamda isim vermek o kadar önemli olmasa da örneğin, bu anlamıyla ABD seçimlerinden sonra ABD’nin Rusya ve Çin’i baş düşman ilan etmesi ve tüm kapitalist merkezleri bu eksende toparlamaya çalışması bir sistem içi öncülük çatışması olmaktadır. Bu çatışma içerisinde kim kazanırsa kazansın önemli olan sistemin sürekliliğini sağlamak olacaktır. Sistem karşıtı güçler bertaraf edildiği ve sistemin devamlılığı sağlandığı müddetçe kazanan kapitalist modernite olacaktır. Önemli olan ABD ya da Rusya’nın öncü olması değildir.

SİSTEM KARŞITI GÜÇLER AÇISINDAN BU ÇATIŞMANIN ÖNEMİ NEDİR?

Tabi ki bu sisteme karşı demokratik uygarlık güçleri olarak bir demokratik modernite arayışımız varsa karşısında mücadele yürüttüğümüz gücü anlamak gibi bir sorumluluğumuz olacaktır. Yoksa karşımızdaki sistemin iç çıkar çatışmalarına çanak tutmaktan kendimizi kurtaramayız. Bu anlamıyla özellikle ABD seçimleri sonrası Joe Biden’ın tüm demokratik uygarlık güçleri olarak bilinen ezilenlere, sömürülenlere, dışlanmışlara, kadına, gençliğe hitaben yaptığı özgürlük konuşmaları iç çatışmanın yönünü belirlemektedir. ABD bu dönemde sistem dışı kalmış alanları kendi yanında sistem içine çekerek Rusya ve Çin karşısında elini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bunu da çatışmasızlık ve yumuşak geçişlerle yapmaya çalışacaktır.

Şu anda dünya coğrafyasında birçok açıdan kapitalist moderniteye karşı en fazla direnen ve iç demokratik dinamikleri güçlü olan alan Ortadoğu olmaktadır. Kadınıyla, gençliğiyle, etnisite ve inanç yapılarıyla kapitalist modernite karşısında kendisini korumaya çalışan bir yapı, hem bölgesel iktidar güçlerine hem de küresel hegemonyaya karşı direnmektedir. Bu anlamda ABD’nin giriştiği yeni hamle sürecinde sistemiçileştirme çabalarına en fazla muhatap olacak alan yine Ortadoğu olacaktır. Ki son birkaç aylık Afganistan gelişmeleri bunun çok açık bir ifadesi olmaktadır.

‘İMPARATORLUKLAR MEZARLIĞI; AFGANİSTAN’

Kapitalist modernitenin propaganda merkezlerinden biri Afganistan için “İmparatorluklar Mezarlığı” tabirini kullanmıştır. Tabi yapılmak istenen algı operasyonunu doğru okumak kadar bu tanımlamayı da doğru yorumlamak önemlidir.

Afganistan merkezi uygarlığın başlangıç tarihlerinden itibaren sürekli Ortadoğu ve Uzakdoğu arasında merkezi uygarlıklarla bütünleşmemiş, etnisite ve inanç yapılarının kendini korudukları bir alan olagelmiştir. Hem iki ana merkeze uzak oluşu hem de coğrafik yapısı Afganistan’a böylesi bir rol yüklemiştir. Bu nedenle merkezi uygarlık güçlerinin de temel saldırı alanları içerisinde yer almıştır. Med-Pers imparatorlukları, İskender, Çin, Rus neredeyse her imparatorluk bu bölge üzerinde hâkimiyet kurmak istemiş ancak, merkezi uygarlık karşıtı dinamikler bu alanda kendi varlıklarını sürekli koruyabilmişlerdir. Bu anlamıyla Afganistan hiçbir imparatorluk tarafından tamamen ele geçirilebilmiş değildir.

ABD DEMOKRATİK UYGARLIK KARŞISINDA YENİLMİŞTİR

Bu durum günümüz Emperyal gücü ABD açısından da geçerlidir. ABD, 2001’den beri 20 yıl boyunca ne kendisine işbirlikçilik yapan güç ile ne de kendi kurduğu ve “komünizme karşı” kullandığı, ancak sonrasında kendisine dönen güçlere karşı tam bir hâkimiyetle alana hükmedebilmiştir. Afganistan’da ABD hâkimiyetine karşı direnen yeni ya da eski modernite işbirlikçileri değil, demokratik uygarlık dinamikleridir. Bu anlamıyla eğer bir yenilgiden bahsedilecekse, bu da ABD’nin demokratik uygarlık karşısında yenildiği olacaktır.

Zaten Amerika’yı yendiği iddia edilen Taliban’ın ne askeri, ne toplumsal ne de siyasi anlamda öyle bir gücünün olmadığını son bir aydır herkes yazıp çiziyor. Kaldı ki, Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirişi, ABD ile yapılan ve tüm kapitalist hegemon merkezler (başta Avrupa ve Rusya olmak üzere uluslararası ve yerel iktidar odakları) tarafından onaylanan bir anlaşma ile gerçekleşti. Bugün tüm bu odaklar Taliban’ın ne kadar gelişme kat ettiğini, ne kadar değiştiğini, ne kadar modernleştiğini propaganda etmekteler. Bu propagandalar aslında Taliban’ın sistem içine çekilmesinin ilanı oluyor. Bu anlamda sistem içine çekilen ve teslim alınan Taliban’ın ABD’yi yendiğini ilan etmek hangi akla hizmet olur.

Amerika bir yandan da Afganistan’da baş edemediği güçleri Taliban gibi El-Kaide ve DAİŞ zihniyetine yataklık etmiş bir yapıyla karşı karşıya bırakarak, onlardan intikam da almaktadır. Ki bizzat “biraz da kendileri savaşsın” açıklamasıyla Biden’ın kendisi bunu ilan etmiştir.

YENİ STRATEJİ VE YENİ İTTİFAKLARLA DOĞRU MÜCADELE

Bu durum ABD’nin bundan sonrası için Ortadoğu’da kendisine karşı direnecek güçlere karşı da verdiği bir mesaj olmaktadır. Bir yandan kendisine karşı olan yerel iktidar odaklarını kendi yanına çekerek sistem öncülüğü yarışından Rusya ve Çin karşısında elini güçlendirmeye çalışacak, diğer yandan ise, yine bu iktidar odakları eliyle kendisine karşı direnen güçlere yeni saldırı hamleleri gerçekleştirecektir. Bu hamlelerin temel hedefi ise demokratik uygarlık güçleri olacaktır.

Bu anlamda demokratik uygarlık güçlerinin Afganistan gelişmelerini doğru okumaları ve kapitalist uygarlık merkezleri karşısında kendi savunma sistemlerini ve ittifaklarını gözden geçirmeleri elzemdir. Bir yandan doğru stratejilerle ABD gibi bir emperyal gücün de demokratik uygarlık karşısında çaresiz kalıp geri adım atabildiği ispatlanırken, diğer yandan doğru ittifaklarla Ortadoğu’nun yeni bir demokratik uygarlık merkezi haline gelme imkanları daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu açıdan yeni dönem yeni strateji ve yeni ittifaklarla doğru bir mücadele dönemine gebedir.