Zeki Akıl: 15 Ağustos halk adına sömürgeciliğe meydan okumadır

“15 Ağustos atılımı, bir düşünce patlaması, düşüncenin dışa vurumu ve gerçekleşmesi durumudur. Bu dışa vurma silahla dile geldi. Çünkü konuşma, tartışma, yazmanın tüm kapıları kapatılmış. Sesi duyan yok. Silahların patlaması aslında düşüncenin, davanın kendisini dışa vurmasıdır.”

Zeki Akıl: 15 Ağustos halk adına sömürgeciliğe meydan okumadır
14 Aug 2021   04:59
HABER MERKEZİ-CİHAN BİLGİN

15 Ağustos diriliş devriminin tamamen devrimci içerikle, halka dayalı, dışarıdan her hangi bir güç yerine öz güce dayalı gelişen bir atılım olduğunu söyleyen yazar Zeki Akıl, Gerillayı fiili olarak bir ulus kurucu güç olarak değerlendirirken, PKK’yi de bunun örgütü, partisi olarak nitelendirdi.

15 Ağustos atılımının 37. yıl dönümü vesilesiyle sorularımızı yanıtlayan yazar Zeki Akıl ile dünden bugüne Kürdistan’da gelişen gerilla ve PKK mücadelesi, bugün bölgede yaşanan değişim ve gelişmelerde Kürtlerin konumunu ve sürecin gidişatını konuştuk.

Bugünden baktığımızda 15 Ağustos’u Kürdistan özgürlük mücadelesinin neresinde görüyorsunuz, nasıl tanımlıyorsunuz?

15 Ağustos atılımı ideolojik, siyasi, öncülük, kültürel ve toplumsal hedefleri açısından bütün Kürt isyanlarından niteliksel olarak farklı ve yeni bir başlangıçtır. Bunu Önder Apo’nun ortaya çıkışıyla, ideoloji ve düşünce oluşturma, bunun etrafında kadro biriktirme, örgütleyip şekil verme, onlar üzerinden Kürdistan’a yayılıp örgütü geliştirme gerçeğiyle bağı var.

Türk devleti Kürtleri; ezdim, bitirdim, tasfiye ettim diyerek kendisince rahatlamıştı. Ancak dirilme potansiyeli görülünce sıkıyönetimler, Maraş katliamı, askeri darbeler gelişti. Buna karşı da Diyarbakır zindan gerçeği gelişti. Böyle olunca Önder Abdullah Öcalan’ın yurt dışına çıkış yaptı. PKK’nin diğerlerinden farkı; İsyan ya da örgütlenme diyelim bir coğrafya, bir bölgeye bağlı değil, sınırlı bir alanda gelişmiyor. Önder Apo yurt dışına çıkarak hareketi oradan örgütlüyor. Türk devleti bu kez hareketi zindanlarda boğmaya çalışınca da bu kez zindanlarda direniş geliştiriliyor.

Eskiden Kürtleri ezdim, tarihten sildim diyorlardı. Cunta da aynı düşüncedeydi. Yurt dışına gidenler kılıç artıkları olarak görülüyordu. Kaldı ki, toplumu sindirmiş, umutsuz kılmış ve teslim almış. Zindana aldıklarını da aslanın ağzındaki fare gibi, ezer, yutarım diyor. İşte Kürdistan tarihinde ilk defa çağdaş sosyalist bir ideoloji, strateji ve ona göre bir halk savaşı teorisi, gerilla öncülüğünde geliştirildi, örgütlendi.

Aslında en büyük gerillacılık, direniş ve onun zirvesi, bir ulusun betona gömülüp gömülmeyeceğinin hesaplaşma yeri zindanlar oldu. Onlar nasıl ki bitirmek, teslim almak, sindirmek istedilerse, buna karşı Mazlum, Kemal ve Hayrilerin öncülüğünde muazzam bir tarihsel vuruşma yaşandı. Bir yandan Türk militarizm, ırkçılık ve arkasındaki emperyalist gericilik, deney ve birikimleri, diğer yandan çok yeni kurulmuş bir örgüt, çok deneyimsiz, genç yaştaki kadrolar var. Kaldı ki birçoğu ilk kez zindanlara giriyorlar, toplum teslim alınmaya çalışılıyor, zindanla dışarıdan izole edilmiş, hareketinden, Önderinden haber alamıyor. Bu kıskaçta sömürgeci dişler parçalandı. Boğmak isteyen o felaket noktası yırtıldı, karanlıklar yarıldı. Önder Apo’da muazzam bir enerjiyle geliştirdiği mücadele; Artık ülkeye dönülemez, dönmek intihardır, yurt dışına dönmek intihardır, yurt dışına çıkma eğiliminin güçlendiği, kapağı Avrupa’ya atanların adeta yarıştığı bir ortamda gelişti.

Türkiye’de sol hareketler bastırılmış, birçok kişi zindanlarda ya da yurt dışına çıkmış….

Evet öyle, Türkiye solu kısa sürede tasfiye oldu. Önder Abdullah Öcalan tehlikeyi görüp dışarı çıkıyor. Onlar bunu da görmedi, Önder Apo’nun uyarlarını dikkate almadılar. Kemal Burkay’ın Özgürlük Yolu, Hatice Yaşar Rızgari-Ala Rızgari, Kawacılar hepsi yurt dışında, Başurda, Rojhilatta askeri kamplar kurdular., Ama bu işin çok zor olduğunu görüp Avrupa’ya kapağı attı. Sonuçta o hareketlerin hepsi tasfiye oldular. Ön Apo Ortadoğu coğrafyasının devrime olan açıklığını, Kürdistan’a olan yakınlığını gözeterek müthiş bir irade ve ısrarla olağanüstü bir yetenek gösterdi. Hareketi toparladı. Konferanslar, kongreler, teorisi, tartışması, stratejisi, taktiği zindanlardaki direnişle de bütünleşince kadro da yeni bir canlanma yeni bir umut ve bu iş yapılabilir inancı oluştu. Dar yerde, imkânsız olan bir yerde yapılıyorsa, işte silahlı propaganda grupları biçiminde ülkeye taşıma gelişti. O dönem güneyden yararlanıldı. Bölgede boşlukta vardı. İyi değerlendirildi. Mehmet Karasungur onların çalışmaları vardı. Kaldı ki, Kürdistan’da gidip propaganda yapma imkanları çok fazla da yok. Bu faaliyetler ancak dağlar, stratejik yerler kullanılarak yapılabilirdi. Devletin zayıf olduğu alanları kullanarak yapılabilirdi k, PKK de bunu başardı. Israr etti, klasik ayaklanma ya da klasik bir bölgesel hareket olmaktan çıktı. İşte bu tarihsel bir sonuçtur. Önemi, ne kadar büyük olduğu şimdi daha iyi görülüyor. Çünkü PKK ve gerilla dört parça Kürdistan’ı birleştirdi.

Bu doğru analiz ve öngörü ve ona göre hareketle oldu denilebilir mi?

Evet, eski Kürt isyanlarını inceleyerek, yenilgi nedenlerini tespit ederek, halk hareketini sahiplenerek ama öncü güçlerini de eleştirerek, aynısını tekrarlamamak için tedbirlerini aldı. Önder Apo’nun bu feraset ve öngörüsü, sadece teorisini geliştirme değil, ama pratiğini geliştirmek üzerinden oldu. Bunun muazzam çabasını verdi. Bu sonuç böyle ortaya çıktı. Bu açıdan 15 ağustos aslında o terk edilmiş, kuşatılmış, umudu kırılmış, susturularak asimile edilmiş, parçaların birbirinden tecrit edildiği bir tarihsel sürece adeta kurşun sıkma, müdahale etme temelinde gelişti. İlk kurşun denilir ya işte bu sessizliği yırttı. Ondan sonra Kürdistan’da yeni bir süreç başladı. Bu herkes için de büyük bir sürpriz oldu. Başta Türkiye’yi yönetenler, generaller olmak üzere kimse bunun gelişeceğini tahmin etmiyordu. Türkiye solu buna ihtimal vermiyordu. Türkiye’deki kitleler bunu hiç beklemiyordu. Devletin bu kadar hakimiyet kurduğu toplumsal yapıda kimse cesaret edip silahlı müdahale geliştirmezdi. Arkasında büyük güçler, devletler yok. Bir avuç genç insanın yoğun çabasıyla, can pahasına ısrarı sonucu gelişti bu hareket.

Burada irade ve inancın gücünü görmek gerekir. Sadece doğru analizler, ideolojik, siyasi tespitler yetmiyor. Bunu filozoflar yapabilir. Marx, filozoflar felsefe yapar, dünyayı analiz eder, sosyalistlerin farkı onu değiştirmektir, der. Kürdistan’da ve Türkiye’de sosyalizm adına hareket eden, örgütlenen, propaganda yapan, belli güçleri olan birçok hareket vardı. Ama PKK’nin farkı iradeli, inançlı insan, uğrunda ölüme gidecek, tüm zorlukları göğüsleyen, olmazı olur kılan, olmaza takılmayan, olurun peşinde koşan bir geleneği başlatmak oldu. Bu da Kürdistan tarihinde bir ilktir.

Anlattıklarınızdan yola çıkarak 15 Ağustos’u sadece silahlı mücadelenin başlangıcı olarak değerlendirmek yeterli olur mu?

Elbette olmaz. Bir düşünce patlaması, düşüncenin dışa vurumu ve gerçekleşmesi durumudur. Bu dışa vurma silahla dile geldi. Çünkü konuşma, tartışma, yazmanın tüm kapıları kapatılmış. Sesi duyan yok. Silahların patlaması aslında düşüncenin, davanın kendisini dışa vurmasıdır. İnsanlara ulaşma böyle gerçekleşti. Onun için sadece askeri açıdan değerlendirmek yetmez. Zaten çok büyük bir askeri güç de yok. Askeri açıdan zapt edilen bir yer de yok. Bugünkü eylemlerle kıyaslandığında çok mütevazı eylemlerdir. Ama içeriği çok büyüktür. Niteliği, anlamı büyüktür. İlk olması açısından da önemlidir. İlk kez Kürdistan’da gerilla hareket ve mücadele tarzı gelişiyor. Kendisini ilan ediyor. Bu sömürgeciliğe, faşizme, militarizme, toplumun teslim alınmasına, kendisini tanrısal güç ilan eden, her şeyi yaparım, tutuklarım, kapatırım diyene bir başkaldırıdır, isyandır. Evet, sen yaparsın ama ben de varım demektir. Gerici sömürgeciliğe halk adına bir meydan okumadır.

Bunu halk adına yapıyor. Bir devlete bağlı değil. Tamamen devrimci içerikle, halka dayalı, dışarıda da sadece barınma ve örgütlenme için kendisine alan açmış. Başka bir desteğin peşine düşmemiş, bunun için alan açmamış. Filistinlilerin imkanlarından yararlanıyorlar. Ki o dönem birçok örgüt orada vardı. Devrimci bir ortam vardı. PKK başka bir hesap ya da arayış peşinde değil, sadece devrimci hareketi ayakta tutmak ve geliştirmek için alan açıyor.

Öz gücün somutlaşmış hali olarak nitelendirmek yerinde olur mu sizce?

Kesinlikle öyle. Ama aynı zamanda enternasyonal dayanışma ve ruhun da somutlaşmış hali. Filistin ya da başka güçlerle ilişkilenirken de dar pragmatist ve güncel bakmıyor. Halkların gerçek birliği temelinde hareket ediyor. Nitekim kuruluşu da öyledir. PKK’nin ilk kurucularından Kemal ve Haki Türktürler. O kuşatılmış, karanlık ortamda, Kemal Pir mahkemede, ben Ortadoğu geleceğini, devrimini PKK’de görüyorum, demiştir. Kemal sıradan bir insan değildir ve ajitasyon olsun diye bunu söylemiyor. İdam masasının kurulduğu yerde söylüyor. Kuşatılmış bir ülkede söylüyor.

Kürdistan Lozan ile dört parçaya bölünmüş. Aslında toplum sadece sınırlarla ayrıştırılmamış, ruhsal açıdan kuşatılmış, ulusal düşünce dağıtılmış, sindirilme, psikolojik olarak teslim alınma durumu var. Bu gerçeklikten bakıldığında 15 Ağustos Kürdistan parçalarında nasıl etki yarattı?

Bugünden bakarsak çok büyük sonuçlarla karşılaşırız. Belki Türkiye büyük baskıyla, yasaklarla bu gerçeklerin kamuoyunda tartışılmasını kısmen engelliyor. Avrupa ile Amerika PKK’ye tavır alarak, terörist ilan ederek, karakterini, yarattığı sonuçları, aydın çevredeki tartışmaları biraz sınırlıyorlar. Ortadoğu’da da aynısı oluyor. Özcesi egemenler bu hareketi kabullenemedi. Hep önünü kestiler, sansür uyguladılar. Bu tam olarak kırılamadı. PKK’nin düşünce gücü açısından muazzam bir potansiyeli var.

Ortadoğu dünya sisteminin merkezidir, kaynaştığı yerdir, uygulama alanıdır. Karar vericiler Avrupa ve Amerika’da olsa bile uygulama alanı, dünyaya açılan kapısı Ortadoğu’dur. PKK’de Ortadoğu’nun anahtarını elinde tutuyor. Bugün Türkiye, Suriye sınırında duvar örüyor. Eskiden Berlin duvarına utanç duvarı derlerdi. Filistin ve İsrail arasında duvar örüldüğünde İsrail’i eleştirip kınıyorlardı. Şimdi İran sınırında da duvar örüyorlar. Irak sınırına karakol kurup, teknikle donatarak aslında Türkiye’yi hapishaneye aldılar.

Duvar örerek Türkiye’yi kimden koruyor?

PKK’den, Kürtlerden koruyorlar. Kürtler birleşmesin, bir araya gelmesin, geçişler engellensin diye yapıyorlar. Yoksa iltica, mülteci kampları hikayedir. Şimdi Suriye ve Afganistan’dan mülteciler istedikleri zaman Türkiye’ye gidebiliyorlar. Bu duvarların onlar için örülmediğini herkes biliyor. Esas mesele Kürtleri Kürtlerden izole etmek, aralarına duvar örmektir. Eskiden mayın döşemiş, sınırlar örmüşlerdi. Bunlar yıkıldı. Başta da zihinlerdeki karakollar yıkıldı. Kürtler basın yayın araçlarından yararlandılar, TV’ler kurdular. PKK yurtdışında, Güney’de, Ortadoğu’da hareketlendi. Rojhilat Kürtlerini etkiledi. Aslında Kürtler arası birlik büyük oranda sağlandı. Gerilla gücü fiili olarak da bir ulus kurucu rol oynuyor. PKK artık siyasi bir öncü parti olmaktan çıktı. Aslında PKK kendisi olmaktan çıktı. PKK, PKK’den daha fazla bir şeydir. Bütün Kürt halkının kaderini etkiliyor. Bir ulus örgütleyici, kurucu bir partidir.

Sadece parti olarak tanımlamak da aslında dar kalır. Rojhilat, Bakur, Rojava, Başur’dan binlerce genç HPG’ye katılıyor. 4 parça Kürdistan’dan genç savaşçılar var. Bu mücadelede şehit düştüler, cenazeleri var, kan döktüler. Kaynaşma, uluslaşma yaşandı. Türkiye Avaşin, Zap vs. yerlere saldırıyor ama bütün Kürdistan bunu görüyor. Yurtseverlik duygusu, ulus olma bilinci var, bu gelişti. Bir çoğunun çocukları, tanıdıkları bu mücadelenin, savaşın içindedir. Türkiye’de binlerce insan hapishanelere atılıyor.  Aslında bu da Kürdistan’da uluslaşmayı hızlandırıyor. Hapishaneler etrafında muazzam bir kitle, aile hareketi oluştu. Parçalar böyle kaynaştı ve duvarlar artık geçirgendir. Eski duvarlar, sınırlar ve mayınlar para etmiyor. Türkiye yeni bir deneme yapıyor, çağın teknolojisini kullanıyor. Her yerde mobesa ve termal kameralar yerleştiriyor, keşif uçakları ve beton duvarlarla zaman kazanmaya çalışıyor. Amaç PKK’yi yenmek, bunun için de NATO ve Amerika’dan destek almaya devam etmek

Ulus devletler yıkılıyor, Irak ve İran zayıflamış durumda. Bu boşluğu Türkiye doldurmak istiyor. Efrin, Serêkaniyê, Güney Kürdistan’ı işgal ediyor ve bu işgallerle sınırlarını koruduğunu söylüyor. Bu savaşı Erdoğan ve Bahçeli  ‘Biz Serêkaniyê ve Efrîn’e girmezsek savaş Diyarbakır ve Urfa’ya gelir’ şeklinde meşrulaştırmak istediler. Bu son derece inkarcı ve imhacı bir vatan savunması şeklidir. Vatanı Kürdün yokluğu üzerinden kurguluyor. Kürdün de içinde olduğu bir vatan savunmasından bahsetmiyor. Halbuki sen Orta Asya’dan gelmiş, Anadolu halklarını yok etmiş ve kılıç zoruyla almışsın. Kürtler şimdiye kadar onlara karşı herhangi bir ittifak yapmadı. Son derece meşru kendi haklarını, kimliklerini koruyorlar. Ayrıca ısrarla Türkiye sınırları içinde bir çözümü dayattılar. Bunun için İmralı’da yıllarca çözüm projeleri üretildi, görüşmeler yapıldı. Ama Türkiye devleti zırnık değişim yapmadı. Görüşmeler sürecinde dahi bir gün Erdoğan ya da bir başkası Kürtler anadiliyle eğitim alabilir demedi. Bu konuda BM’nin çocuk hakları sözleşmesine çekince koymuşlar. Avrupa Yerel Yönetimler Sözleşmesine, Kürtler yararlanır diye çekince koymuşlar. İmzalamıyorlar.

Bu aslında Türk devletinin kuruluşundan günümüze süregelen bir siyaset. Aynı yöntemlerle Kürtleri tasfiye etme bir sonuç alabilir mi?  Türkiye bunda siyasetinden neden vazgeçmiyor?

Türkiye uluslararası dengeleri iyi kullanıyor, iyi gözetiyor. İktidar anlayışında güçlüdürler. İktidar uluslararası gerçeklerle, bölge gericiliğiyle ittifak kurarak ‘Kürtleri boğarım, izole ederim, birleşmesini engellerim’ diyor.  Ulusal birliği halk, aydınlar, sanatçılar ve partilerin birçoğu istiyor. Ama bir türlü olmuyor. KDP gibi egemenlikçi, iktidarcı Kürt partileri var. Türkiye olabildiği kadar onları kafesliyor, kendine bağlıyor. Aslında 15 Ağustos Türk devletinin dengesini bozdu. Şimdi Türkiye’de dış politikada eksen kayması var deniliyor. Aslında var olan eksen kaymasını aşan bir durumdur. Eskiden Kemalistler, geleneksel devlet Ortadoğu belasına çok bulaşmak istemiyordu. Ama gerilla savaşıyla sınırların ortadan kaldırılması Türk ordusunu dağıttı. Türk islam sentezi dediler ama o sentezin bir ayağını ılımlı islam adına Fethullaçılar yaptılar. Dolayısıyla Türk ordusu her gün operasyon altına alınan bir ordu haline geldi.

Bunlar durup dururken olmadı. Türk ordusu Kürtleri tasfiye etmek için Efrîn, Serêkaniyê, Başika, Xinêre’yê girmiş. Ama diğer tarafta gerilla savaşı onları dağıttı. Peki bunu nasıl toparlayacak? Bunun sonu nereye varacak? Doğrusu öyle bir planları da yoktur. Dengelere bakıyorlar. İhraç edecek bir malı, aklı, kültürü, ekonomisi yok. Asker ihraç ediyor. Dünyaya terör ihraç ediyor. Ortadoğu’daki tüm İslamcıları, El Kaide, DAIŞ artıklarını Suriye Milli Ordusu adı altında etrafında toplamış. İdlib’de El Nusra’yla ittifak yapmış. Yeri geldiğinde bunları Avrupa’ya salıyor, orda terör estiriyor. Yeri geldiğinde mültecileri kullanıyor. Suriye’de Arapları Kürtlere karşı kullanıyor. Sınır boylarında Kürt köylerini boşaltarak Efrîn gibi yerlerde etnik temizlik yapıyor. Arapları, Türkleri, yabancıları yerleştiriyor. Sözde yeni bir politika uyguluyor ama dağılmış durumdadır. Kendilerini meşhur lafı var; ‘Oyun kurucu olamazsak da oyun bozucu oluruz’ diye.  Bu söylemde aslında çok katı faşist bir zihniyet var. Halklar arası birlik, eşitlik, demokrasi, barış, zenginlikleri paylaşma yoktur. Ya istediğimi yaparım ya da olanı bozarım. Bunu da zor kullanarak yapmak istiyorlar. Zorun da bir sınırı vardır. Amerika Vietnam’da zoru uyguladı ama kovuldu. Şimdi Afganistan’dan çekiliyor.

Bilinmelidir ki, hiçbir devletin kaynakları sınırsız değildir. Türkiye şu anda büyük oranda kara parayla ayakta kalıyor. İran’ın kara paralarını akladılar, şimdi de altınlarını Türkiye’ye kaçırıyorlar. Uyuşturucu-kokain trafiğini Türkiye üzerinden yönlendiriyorlar. Milletin malına çöküyorlar. Sedat Peker biraz bunları deşifre etti. Bütün bu mafyalaşmanın, çeteleşmenin başında Erdoğan var. Libya’nın hazinesinde ne varsa aldı. Yine Aliyev ve Katar’dan biraz aldı. Ama bu değirmenin suyu kuruyacak. Aslında Erdoğan’ın işi bitmiştir. Sadece CHP ve muhalefet dağınık ve zayıf olduğundan dolayı biraz ayakta kalıyor. Ayrıca Amerika’nın NATO’nun ve bölge gericiliğinin PKK’yi dışlamaları onlara hareket alanı açıyor. Kürt halkının varlığını bu devletler kabul ederse ya da bir çözüm projesi sunup sahip çıkabilirlerse Türkiye’nin hiçbir meşruiyeti kalmaz. Söylenecek hiçbir sözleri yok.

Türkiye’de 30 milyondan fazla Kürt var. Yasalara göre aldığı belediyeleri bile gasp ediyor, milletvekillerini zindana atıyor. Türkiye’nin dünyaya söyleyecek bir sözü yoktur. Bütün Kürt sorununu PKK ile ifade edemez. PKK’den önce de sorun vardı. PKK Kürt sorununu doğurmadı. Bunlar Kürt soykırımının, inkarının sonucudur. Türkiye bundan sonra bu soykırımda bu kadar örgütlü, bütün dağlara yayılmış, Kürdistan’da bir direnme kültürü, bilinci yaratmış, savaş deneyimi kazanmış, binlerce kadrosu, militanı oluşmuş, bir ulus için gerekli olan tüm alanlarda kendi kendine yetecek hale gelmiş, oldukça politik bir halk, dünyada öncülük edecek bir kadın hareketi, muazzam bir açılım, kendine güven, irade kazanma, özgürlük ve demokrasi arayışı, bunun uygulayıcıları, her hangi bir devlete güce bağlı olmayan bir hareketi tasfiye edemez. KDP ve AKP; PKK Kürt değildir, PKK başka güçlerin maşasıdır, kullanıyorlar, diyorlar. Ama hiç kimse bir devlet ismi de veremiyor. 40 yıldır bütün istihbarat, bütün bilgiler Türk devletinin elindedir. Neden PKK’nin hangi devlete bağlı olduğunu ispatlayamıyor. Sözünü ettikleri Avrupa ve ABD’dir ama en çok onlarla ilişkilenen, onlara uşaklık eden Türkiye’nin kendileridir. O devletler PKK’yi dünyada terörist ilan ettiler. Bu savaşı tek başına Türkiye PKK’ye karşı yürütmüyordu. Eğer NATO ve ABD destek vermemiş olsalardı, Kürt sorunu şimdiye kadar çoktan çözülmüştü. Bugün PKK Önderliği İmralı’da olmazdı. İmralı, Erdoğan ya da Türkiye’nin kendi eseri tek değildir. ABD ve Avrupa’nın eseridir. Türkiye’nin buna gücü yetmezdi. Bundan sonra zarar verebilir, kan dökebilir. Kaldı ki soykırımdan vaz geçmez, vaz geçmiyor da. Ama Kürtler de artık birinci dünya savaşının koşullarında değiller. Evet, savaşın kriz ve kaosu tehlikelidir. Birinci dünya savaşında Ermeniler, ikinci dünya savaşında Yahudiler yok edildi. Üçüncü dünya savaşında Türkiye Kürtleri yok etmek istiyor. Ama Kürtler bu badireyi atlatacaktır.

Mevcut durumda bu sözünü ettiğiniz badirenin aşılmasının önündeki engel ne? Kürtlere düşen ne, Kürtler nasıl bir mücadele yürütmeli?

Engel elinde bulundurduğu statüdür. Çünkü dört devlet ayrı ayrı üzerinde politika yürüttü. Herkes Kürdü kendine benzeştirmek, asimile etmek ve zenginliklerini kullanmak istedi. Özellikle Federasyonun Güneyde kurulması Kürtler açısından büyük avantaj olması gerekirken, diğer parçaları kendi haline bırakma, Kürdistan’ı köşeye hapsetme, sıkıştırma yaklaşımı var. Barzanileri bir saltanat gücü gibi başta tutmaya çalıştılar. Ortadoğu’da saltanat, krallıklar çökerken onlar yeni keşfettiler. Paraya ve iktidara eriştiler. Sözde şu anda meclis var. Bir koalisyon hükümeti var. Ama her şeyde KDPyi görüyoruz. Türkiye ile anlaşma, gizli görüşmeler yapan KDP’dir. PKK üzerine güç gönderip kuşatmaya çalışan KDP’dir. Diğer partiler etkisizdir. KDP dışında kimse ulusal birliğe yok demiyor. Bütün halk ulusal birlik talep ediyor. Ama KDP hem ulusal sorumluluk altına girmek istemiyor hem de Türkiye ve diğer devletlerle anlaşma ve angajmanları var, onlar da engelliyor. Birincisi, uluslararası siyasetin çıkardığı engeller var, ikincisi de Kürtlerin çıkardığı engeller var. Çünkü herkes PKK gibi meseleye bakmıyor. Herkes o güç ve kapasitede değil. Üzerlerindeki baskılar, yaşadıkları darlıklar var. Parti çıkarları, ailesel ve şahsi çıkarlar ulusal birliğin üzerinde tutulmamalı. Ama ulusal birlik içinde erimeyi göze almıyorlar. Risk alma, risk paylaşma yok. Geri durma, bekle gör yaklaşımı var. KDP’de olmazsa olmaz yaklaşımı var. Oysaki KDP gelmezse de Kürtler kendi aralarında birlik kurabilir.

Bundan sonra her şeyi PKK’nin direnişi belirler. KDP’nin ne kadar kötü rol oynayacağını, ulusal zarar vereceğini ya da diğer parti ve güçlerin ulusal birliğe katılacağını, akacağını da PKK’nin durumu belirleyecek. Çünkü Türkiye, PKK’yi dünyada hedef gösterdi. Amerika’nın boğazına sarılıp PKK ile YPG aynıdır, Kürtleri terk et, diyor. Avrupa ve ABD bile Cenevre görüşmelerini, Rojavanın durumunu bloke ediyor, ondan dolayı sahip çıkamıyoruz, diyorlar. Ama herkes de bölgede bir Kürt sorunu olduğunu biliyor. Bu Kürt sorununun su başını Türk devleti tutmuş durumda. Ortadoğu’da Kürtlere düşmanlıkta öncülük ediyor ve bu da sorunun çözülmesini engelliyor. Kürt sorunu artık sadece Türkiye’nin içinde değil, Irak’ta, Suriye’de yaşanıyor. Türkiye buraları işgal etti. Krizi bölgeye yaydı. Sorun bölgeselleşti, uluslararasılaştı. Onlar içlerinde boğmak istiyorlardı, ama Türkiye mevcut politikalarıyla uluslararasılaştırdı. Efrin, Serêkenaiye’ye saldırırken tüm dünya Türk devletini Kürtlere saldırdığını söyledi. Kürtler dünyada sempati kazandı. DAİŞe karşı savaşta Kürtler tüm dünyada öncülük etti. Ortadoğu’daki sürece damgasını vurdu. Her ne kadar inkar edip, terörist deseler de, DAİŞ’i durduran ve kıranın PKK’nin gerilla gücü ve YPG olduğunu gördü. Bunu Kürtler başardı. Irak ordusu tüm silahlarını bırakıp Musul’dan kaçtı. Suriye ordusu Rakka’yı, Derazor’u bırakıp kaçtı. DAİŞ bölgede sel gibi yayıldı. Kobane’de önünü kesen, onu kıran, Rakkayı, Derazoru düşüren Kürt güçlerinin öncülüğüydü. Tüm dünya bu açıdan Kürtlere borçludur. Ama TC, terörizm adıyla PKK’yi DAİŞ gibi lanse ediyor. Bunun peşine düşünce herkesle arası bozuldu. Bölge devletleriyle, Avrupa, ABD, Rusya ile ilişkileri kötü. İçeride halkın ekonomik durumu kötü. İç savaş eşiğine gelmiş durumda. Sedat Peker dahi herkes Türkiye’nin iç savaşa sürüklendiği uyarısı yapıyor. Erdoğan-SADAT iç savaşa hazırlık yapıyor.

İşte tüm bunlar PKK’nin 15 Ağustosla gelen mücadelesinin bugün yarattığı sonuçlardır. PKK Önder Apo ile başladı, ardından Apo’cu grup oluştu ve Fis’te mütevazı bir kongre yaptı. Sonrasında Suriye’de kıt kanat imkanlarla kadrolarını getirip eğiterek dağlara çıkıp mütevazı bir eylemle yaptı. Ama bugün Kürdistan’ın dört parçasını kucaklayan, kapsayan, ayağa kaldıran, bir devrim halkı yarattı. Dünya kadın devrim hareketine öncülük edecek bir güç yarattı. Dağılmış, yabancılaşmış, kendisini kaybetmiş, sinmiş, korkmuş, kendi adını bile kullanamaz hale gelen Kürt halkından bugün bütün dünyanın sempati duyduğu, büyük direnen, politikleşen, 40 yıl boyunca tüm saldırılara rağmen yenilmemiş, kesintisiz savaş vermiş bir halk yarattı. Kenan Evren, 72 saat ömrü var, diyordu 15 Ağustos sonrası. Ama aradan 37 yıl geçti. Erdoğan’da akıllı ise bundan ders çıkarır. Bahçeli’nin kurumuş ırkçı aklının arkasından gitmez. Yoksa bu felaketin altında kalır. Kürtler eski Kürt değildir, sözü boşuna söylenmiyor. Yeni bir dünya kuruldu. Kürtler de bu yeni bir dünyaya göz açtılar. Eski dünyayı terk ettiler. Artık Kürtleri eski dünyalarına hapsedemezler. Türkiye ya bölge halklarına ağır faturalar ödetir ya da frenlerler ve maliyeti yükselmeden bir çözüm bulurlar. Aksi durumda gerilla, halk direniş yolunda devam eder. Az bir güçle 12 Eylül karanlıklarından bugünlere gelinebilmişse bundan sonra daha kötü bir yere de gitmez.

Stratejik açıdan bakıldığında bugünle o günler arasında bir fark var mı?

Stratejileri dönemlere ayırırsak, askeri savaş tarzına uyarlarsak söyleyecek farklılıklar şeyler olabilir. Ama asıl olarak stratejik açıdan özgürlük ve demokrasi yolunda bir devam etme durumu var. Bu çıkışın stratejisi özgür bir Kürdistan yaratma, soykırım politikalarının durdurulduğu, aynı zamanda bölge halklarıyla sosyalizm, eşitlik ve demokrasiyi paylaşan, halklar arası parçalılığı değil, birliği ve zenginliği paylaşan bir dünya yaratmaktı. Halk savaşı stratejisi vardı. Şimdi de öyledir. Aynı çizgide yürümeye devam ediliyor.

Değişen ne? Türkiye savaşta daha çok teknik kullanıyor. Eskiden klasik orduyla, onun hava gücü gibi unsurlarıyla savaş geliştiriyordu. Fakat ondan çok da fazla bir sonuç alamadı. Bugün keşif uçakları, gelişmiş savaş uçakları, istihbarat onun üzerinden PKK’nin hareket alanını daraltma, yönetim kademelerindeki kişileri hedefleme, imha etmeye çalışıyor. Halkta bu şekilde umutsuzluk yaratmak istiyor. İlker Başbuğ’un teorisyenliğini yaptığı, umut kırma saldırıları yapıyor. Kürtlerde umut kalmasın, bu sorun bir gün çözülür denilmesin deniliyordu. Yine katılımları durdurmazsak savaşı kazanamayız denilerek, katılımlar engellenmeye çalışılıyordu. Şimdi katılımları durdurduk diyerek övünüyorlar. Süleyman Soylu gibi biri zafer edasında bunu söylüyor. Ama katılımlar durmaz. Halk yerinde durmaz. Sınırları tutmuş olabilirler. Ama newrozlarda, seçimlerde görüyoruz, halkın politik tutumunda görüyoruz. Halkı kuşatıyor, eziyor, tutukluyor, ekonomik olarak çökertiyor, linç ediyor. Tv ve gazetelerde tek yanlı mahkum ediyor. Ötekileştiriyor. Bu gelişmiş siyasi, ahlaki ve demokratik bir siyaset değildir. Dünyanın en kirli, Nazilerden sonra artık kimsenin yüz vermediği, dünyada teşhir olmuş bir siyasettir. Erdoğan-Bahçeli ikilisi dünyada teşhir olmuş. Kimse onlara güvenmiyor. Bu teşhiri yaratan Kürtlerin direnişidir, politik kapasiteleri ve yürüttükleri ideolojik siyasi mücadeledir. Bunların canına ot tıkayan da gerilla direnişidir. Her şart altında gerilla direniyor, bunlara cevap veriyor.

Gerilla da teknolojiye karşı kendi taktiklerini geliştiriyor. Ama onlar da gerillaya bakarak, zaaflarını görerek taktik geliştirmeye çalışıyorlar. Gerilla da onları izleyip, zaaflarını keşfederek, elindeki teknik ve akılla onlara karşı mücadele yürütüyor. Sonuçta gerilla karşısında olan tanrısal bir güç değil ve yenilebilirler. Kaldı ki Türk ordusu inanmış, ideolojik bir güç değil. Dolayısıyla hava saldırıları olmadıkça gerillaya karşı savaşamaz. Zaten yaşanan da budur. Hava desteği olmadan tek bir asker gerilla karşısında adım atamıyor. Çünkü gerilla fedai ve eğitilmiş bir güçtür. Gerilla savaşın stratejisini başta soykırımı durdurma, Kürt ulusal birliğini sağlama, bölgede demokrasiye öncülük etmeydi, bugün de öyledir. Gerilla bu mücadelenin ana gücüdür. Tüm savaşçıları, sempatizanları ve halk bu tarihsel bakış ve bilinçle hareket etmeli. TC’yi durdurmanın başka da bir yolu yoktur. Dua etmekle olacak bir şey değil bu. Dua ile ırkçılık ve faşizm durdurulamaz. Güçle yapıyorlar. Osmanlı da böyleydi. Her yeri kılıçla aldılar, her yerden kılıçla çıkarıldılar. Bunlar aslında köksüzler. Zorla gelip bu coğrafyaya konmuşlar. Ne islamiyeti, ne bölge halklarının kültürünü tam aldılar. Kaldı ki Türkiye’yi yönetenlerin çoğu devşirmedir. Balkanlardan Hristiyan çocuklarını getirip İslamlaştırarak Yeniçeri adı altında halkları katlettiler. Bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Bu temelde stratejik çerçeve kapsamında çok daha atak, aktif, süratli hareket etmek gerekir.

ANHA