Sömürgeciliği aşmak ve özgürlük bilinciyle Önder Öcalan’ı düşünmek

Sömürgeciliği aşmak ve özgürlük bilinciyle Önder Öcalan’ı düşünmek
30 Jul 2021   02:01

Özgür Avzem

Toplumlar, kendi kimliğini, dini inanç ve geleneklerini, Kültürel özelliklerini ve özgünlüklerini yaşamak ve yaşatmak için, bedel niteliğindeki mücadelesini her zaman sürdürmektedir. Bedel niteliğinde verilen mücadele, kuşkusuz bir özgürlük çığlığıdır, ama bir istem değildir. Bir haktır. Çünkü Özgürlük doğru ahlakla buluştuğunda, bütün halkların en meşru hakkı olmaktadır. Özgürlüğü bir istem veya bir talep doğrultusunda ele alıp, mücadele eden bir toplum, köleleştirilmiş ve bastırılmış bir toplumdur. İnsan, en genel ifadeyle toplumsal bir varlıktır. Toplumsallık, insanların belli bir etkinliği ve yaşam içerisindeki eylemiyle anlam değeri kazanır. O halde şunu söyleyebiliriz; İnsan toplumsallık halinde varoluşunu sağlarsa özgürleşir. Ahlaki-politik-komünal özelliklere göre kendisini şekillendirmiş bir insan, özünde toplumsaldır. Bir bireyin her haliyle özgürleşmesi demek, toplumsallığın da özgürleşmesi demektir. Yani, özgür birey özgür toplumsallığın teminatıdır. Peki, şeklini özlü yaptığımız özgür bir birey ve toplumun karşısında, sömürgecilerin politikası ve rolü nedir? Belki de en çok bu konuya açıklık getirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.

Tarihin derinliklerine indiğimizde, toplumların; sömürgeci egemen kesimlerin zor aygıtıyla, kendi olmaktan çıkarıldığına ve yabancılaşmayı derin yaşadığına dair, birçok şeyi bildiğimizi sıralayabiliriz. Bu bize bazen teorik olarak yorumlamayı getirir ve bununla sınırlı tanımlamalar yaparız. Fakat bu gerçeklik öyle sıradan ve geçiştirici tanımlanacak bir şey değil, bunun ötesinde değerlendirilmesi gerekir. Sömürgecinin sömürülesi durumuna düşenlerin çok acı ve trajik bir durumda olduğunu bildiğimiz kadar, insan olma vasfından uzaklaştığını ve onun yerine lanetlenmiş bir insan tipinin reva görüldüğünü belirtmek, yanlış olmagsa gerek. Bu tanımlamayı ilk kez yapmıyoruz, ama bu tanımlamayı derinliğine hissedip, gövdemizin üstünde başkalarının kafasının var olduğunu ve bize ait olmadığını görmek kadar, kör olmamamız gerektiğini de önemli görüyorum.

Bu tanımlamayla devam edecek olursak; Mezopotamya topraklarının en eski ve aynı zamanda ilk kavmi olan, bununla da yetinmemiş tüm halklarla birlik ruhu içinde sömürgecilere karşı her zaman isyanlar ve başkaldırılar içinde olmuş, bir halk gerçekliğinden bahsetmek önemli olacaktır. Evet, Kürt toplumsallığından bahsediyorum. Yıllar önce ama güncelliğini de koruyan bir biçimde Önder Apo’nun sözleri, her zaman insan olduğumuzu düşündüğümüz an’da kulaklarımızı çınlatmalı. Önderlik “Sömürgeci soykırımcı saldırıların karşısında örneği olmayan bir halksınız” demişti. Devamla “Sömürgecilerin, halkların ideolojik politik üretim mücadelesini görmeyince öne çıkaracakları ve baskın hale getirecekleri şey, güdüler olur. Açlık ve cinsellik güdüleri adeta şaha kalkar. Oysa Yahudi halkı da sömürgeci soykırım kıskacına alınan bir halktı. Ama bakın, bilim, felsefe, sanat, edebiyat ve ekonomiye her alana ekol düzeyinde damgalarını vurmuş durumdalar. Öncülüğünü yapmadıkları alan neredeyse yok. Çünkü soykırıma böyle bir ideolojik-politik entelektüel üretimle yanıt verdiler. Varlıklarını ancak böylesi bir yoğunlaşma ile koruyup sürdürebileceklerine inandılar. Hayat onları doğruladı. Bunları iyi anlamazsanız, Kürtlüğün içerisine düşürüldüğü derin açmazı anlama gücünü de gösteremezsiniz”  belirlemeleri, Kürt halkının her zaman doğruyu arayış yürüyüşü ve rehberi olmalı. Kürtlerin mevcut içinde bulunduğu durumun, Yahudi halkının daha da ötesinde bir durumda olması, ya da “örneği olmayan bir halk” denilmesi, elbette ki Kürtlerin milliyetçi ve ırkçı olduğu anlamına gelmiyor. Bilakis Halkları birbirine düşman ettiren, aralarında kutuplaşmayı derin yaratmak isteyen ve insanlarda milliyetçi-ırkçı zihniyetin örgütlenmesinde temel rol oynayan mimari güç, sömürgeci devletlerdir.

Sömürgeci elit devletlerin en önemli karakterlerinden bir tanesi de, bir halkı uzun süreye dayalı soykırımdan geçirmek, kültürünü, tarihini, kutsal, mabetlerini ve kimliğini yok etmektir. Hakikat bilgelerinden Jean Paul Sartre, Albert Memmi’nin “Sömürgeci ve sömürgeleştirilmiş insan” adlı kitabının önsözünü yazdığında, çarpıcı bir beyanı hemen dikkatimi çekti. “Sömürgeci aygıtlar, sömürgeleştirmeye çalıştığı toplumun yok olmasını sağlarlarsa, kendi sonlarına da bir başlangıç yapacaklardır.”  demişti Sartre. Yani sömürgeleştirilmiş insan ortadan kalkarsa, sömürgeci ile birlikte sömürge de ortadan kalkacaktır, demek istiyor Sartre.

Bu formülasyonumuza devam edecek olursak; Ezilenin; sömürgecinin karşısında imkanlar dahilinde, insanlıktan ve kendi olmaktan çıkarılması, madalyonun öteki yüzünü de ele alırsak, ezenin belli bir süreden sonra, kendine yabancılaşmasına dönüşür. Onun için sömürgecilerin karşısında sömürülen durumda kalmamız, yaşamımız her zaman tehdit ve tehlikelerle dolu olacaktır.

Tüm bunların yanı sıra Kürt halkının kerametlerinden söz etmek, belki de insan olma prensiplerinde ne kadar ısrar ettiğimize de anlam vermek demektir. Çünkü Sömürgecilerin sömürgesi olmayı kabul etmemek, her gün biraz daha insan olmada ısrar etmek demektir. Öyle ya; bir sömürge insanının yapacağı ilk şey, sömürgecinin yönetmek istediği tüm zihniyet kalıplarını ve esir aldığı tüm ruh ve duygularını reddetmesidir. Bir halkın özgürleşmeye karar kıldığı günden sonra, önüne geleceği en temel kanunun; esiri olduğu sömürgeciliğin etkilerinden, alışkanlıklarından, dogmalarından kurtulması olacaktır. Bunun mücadelesi böyle köklü verilmezse, her zaman sınırlara, dogmalara, kültürel sömürüye gıpta edercesine sarılmaktan kaçamayız.

İnsanların düşünsel yoğunlaşması ve gelişme kaydetmesi, belki de sömürgeciliğin en çok saldırı hedeflerinden bir tanesidir. Etkilemek ve çarpıtmak istediği insanların duygu ve düşüncelerine kendi zihniyetini yerleştirmesi, sömürgeciler için olmazsa olmaz kabilinden bir ilkedir. Bu konuda yine Sartre’nin engin düşüncelerine yer verip, düşünsel sömürgeciliğin karakterini daha iyi anlamamıza yardımcı olacağına inanıyoruz. “Düşünce özgürlüğünün olmaması, düşüncenin olmaması değil; insanın düşünmemesidir. Düşüncenizi bir başkası yönetiyorsa, siz, siz değilsiniz, bir başkasının olduğunuzu anlayın.” Sartre’nin bu formülasyonu, sömürgeciliğin portresini gözler önüne sermiş ve düşünce-duygu ve fikir kulübümüze hitap edeninlerin, yarattığı başkalaşımı görmemizi sağlamıştır. Sadece görmek mi? Hayır. Görüp sorgulamak ve aşma gücünü geliştirip, mücadele etmek önemlidir.

Kürtler tarihi boyunca sömürgecilerin kıskacı altında yaşamlarını sürdürdü, sürdürüyor. Kürtlerin, Kürdistan’ın her alanında geliştirdikleri direniş çizgisi ile sömürgecilerin sömürgesi olmaktan kurtulması, artık bir amaç ve bir hedefli yürüyüş olmuştur. Lanetlenmiş bir o kadarda kendine karşı cüzzam portresiyle yön vermiş bir halk gerçekliği olan Kürt halkı, deyim yerindeyse Önder Apo’nun özgürlük felsefesiyle yeniden can bulmuş, kendinin ve toplumsallığının farkına varmasında yaşamını sürdürmektedir. Toplumun öz değerlerini koruması ve kendisini daimi yenileyerek yeniden oluşmasının felsefesini yaratan Önder Apo’nun birey ve toplumun dışarıdaki yaşamının daha vahim olduğunu ve dışarıdaki yaşamın aslında yanılsamalı bir özgürlük bilinci olduğunu belirterek; “Benden daha ağır bir çarmıhta olduğunuzu unutmayın” diyerek, özgürlüğün yeniden ele alınması ve anlamlı bir tanıma kavuşması gerektiğine işaret ediyor. Kürtler, artık bir başkasının kafasını kendi omuzlarının üstünde kabul etmemesinin mücadelesini veriyor. Onun için, özgürlük bilincinin kişiliğini yakalamada, Kürtlerin esas aldığı çizgi Önder Apo’nun özgür yaşam çizgisidir. Önder Apo; Özgürlük bilincinde zirveleşip ve özgürlük tacını başına takarak, tüm duygu ve düşünce labirentlerimize nasıl yaşamamızın rotasını çizmiştir. Bunu Sadece toplumlara sunmakla yetinmeyip, Her şeyini toplumun özgürlük değerlerine adamış ve amaç odaklı yaşamın sahibi olan hakikat önderlerini de, kendi özgürlük halkasında yaşatmış ve onların ruhuyla, kendi tabiriyle “tabutluk hücresinde” gam yemez hale gelmiştir.

Sömürgecilerin, halkların özgürlük umudu olan Önder Apo’nun üzerinde geliştirdiği tecrit ve işkence sistemi, Devletlerarası yapılan komplonun devamı niteliğinde görmek gerekir. Bir soykırım suçu olmasıyla beraber, tüm toplumun yaşamını izole altına alma ve nihayetinde bir halkı yok etme amacı gütmektedirler. Bu tecritin kırılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, her şeyden önce karşımızdaki sistemin bir soykırımcı ve sömürgeci karakterde olduğunu doğru anlamamıza, onunla da yetinmeyip, öfke duyarak, samimi bir şekilde insani ve vicdani mücadelemizi sürdürmemize bağlıdır. Bu özelliği yakalarsak, Önder Apo’ya bir soluk oluruz ve aramızda açılan makasın daraltılmasını sağlarız.

Sömürgeciliğin karakteri karşısında insani ve vicdani duygularını kaybetmemek önemlidir. Bunun biraz daha Amerikalı filozof ve Şair olan E.E. Cummings’ın sözleriyle revize edersek; “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı? Artık hiç bitmez.” Söylemi anlamlıdır. Yani özcesi; Kendini, evreni, mücadeleyi ve bir bütünen yaşamı tanımanın biricik yolu, hakikatin marifet adımlarından geçmek ve kıldan ince, kılıçtan keskin olan sırat köprüsüne çıkartma yapmaktır. Düşmek, daha büyük kalkışların ve büyümenin teminatıdır. Önder Apo’dan önceydi düşmelerimiz. O’ndan sonra ise, en eski halk olarak düşmelerin kalkış sevincini yaşadık. Bir arayış ve akıştır anlamlı yaşamak, O’nun felsefesinde. O’nun aydınlığı hepimizi yaşatıyor, büyütüyor. Bu aydınlığın içerisinde sömürgecilerin dışında herkes vardır. Onun için Önder Apo, “Herkes içinde gömülü insanı bende bulur. ‘bende bir parçayı sen temsil ediyorsun’ der. Ama gömülüdür o. Onun fiziğe vuran, görünüşte yaşayan kişiliği başkadır. Yüreğinin bir köşesinde kalmış, yaşamadığı bir insan var. O da benim. Bu çok yaygındır ama gömülüdür. Yüreklerinin küçük bir yerindedir. Onların bir toplamı olarak beni düşünebilirsiniz.” demektedir.

Evet, İnsan-i Kamil olmanın kendi yaşamına sahip çıkmanın ve kendini yeniden yaratmanın, hakikati ifade eden sözlerin Cem’ini tutmanın ve semaha dönmenin en güzel duygusu, Önder Apo’yu düşünmek ve onun felsefesinde erimektir.

ANHA