19 Temmuz Devrimi ile Halkların önünde açılan yeni ufuklar

19 Temmuz Devrimi ile Halkların önünde açılan yeni ufuklar
17 Jul 2021   01:59
HABER MERKEZİ

Halil Cemal

20. Yüzyılın başından itibaren dünyanın yeniden paylaşımı, küresel savaşları da baraberinde getirdi. Ve bu savaşlar egemenler başta olmak üzere diğer birçok kesim tarafından önceden ön görülemeyen devrimsel değişimler yarattı.

1. Dünya savaşı sona ermeden Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi, devrimsel değişimlerde adına ‘proleter devrimler ve ulusal kurtuluş savaşları’ denilen yeni bir çağ açtı. 2. Dünya Savaşı başlatılan bu yeni devrimler çağının kapsamını genişletti. Ve dünyanın üçte birini kucaklayacak hale geldi.

Dünyayı yeniden paylaşmak isteyen küresel güçlerin amacı sadece kendi hanelerine karlı sonuçlar katmaktır. Bunun dışında başka bir hesapları ya da öngörüleri yoktur. Halkların ve onların öncülerinin görevi ise kaçınılmaz ve önlenemez olarak ortaya çıkan bu durumu özgürlük ve demokrasi için bir fırsata dönüştürmektir. Ve her iki savaşta da öyle oldu.

İşte geçmişinde kan, vahşet, yıkım, kırım dışında böylesi sonuçları da yaşayan dünya savaşlarının şimdi dünyanın yeniden paylaşımı üzerinden gelişen bir üçüncüsü sürmektedir. Doğal olarak bu durum başta İslam dünyası olmak üzere tüm yer küreyi etkiledi.

Bölge olarak Ortadoğu bu etkilinmeyi en sancılı biçimde yaşadı. Sadece halklar değil yerel-bölgesel güçler de kaotik bir sürecin içinde belirsizliğe doğru hızla yol almaya başladı. Elbette mevcut kaotik durumdan yararlanmak için faşist TC. ve İran rejimleri, Suudi sultanlığı ya da Mısır Sisi yönetimi gibi güçler de yeniden paylaşım ortamını bir fırsata dönüştürmek isterken kendileri de değişim dalgasına kaçınılmaz olarak kapıldı.

Arap Baharı adı altında yaşanan süreci Libya’dan başlayarak kendi lehine kullanmaya çalışan başta ABD/İsrail olmak üzere merkezi uygarlık güçleri, Libya’da olduğu gibi Suriye’de de AKP faşist diktatörlüğünü sürece dâhil etti. Bu temelde çeşitli çete güçleri Faşist-sömürgeci TC. tarafından ağırlanarak eğitilmeye başlandı.

Aslında Hafız Esat yönetimine karşı Müslüman Kardeşler, Yeşil Kuşak Projesi’ne uygun olarak Türkiye tarafından 1970 lerde kurulan kamplarda eğitilerek hazırlanıyordu. Yani sömürgeci faşist TC’nin Suriye’yi işgal ya da kendine bağlama planı yeni değildi.

Böylesi bir tarihi geçmiş ve Arap Baharı koşullarında BAAS Rejiminin başta Kürtler ve Sünni müslümanlar üzerinde uyguladığı baskı/zulüm politikası temelinde 2011 yılında protestolar yani silahsız halk hareketlilikleri başladı. Kısa sürede tüm Suriye’ye yayılan bu hareketler, ilk başlarda demokratik Suriye muhalefeti ve Kürtleri de içine alan ortak öncülük platformları ile gelişirken, giderek Kürt inkarı, Alevi, hiristiyan inkarı ekseninde gelişerek tümüyle selefi karektere büründü. Bu durum Mısır da ortaya çıkan İhvancı hareketin hükümet olmasıyla da parelellik gösteriyordu. Yani “Arap baharı” denilen ayaklanmalarda ortaya çıkan halk tepkileri, siyasal İslamcı hareketlerin yörüngesine çekilmeye başlandı. Faşist TC’ye de bunun öncülüğü verildi. Bu bir BOP projesi idi. Ve bu temelde giderek selefileşerek çeteleşen ÖSO yapılandırıldı. İşte bu koşullarda El Kaide kökenli yapılar da TC destekli olarak sahada boy göstermeye başladı. Amaç belli idi. Suriye BOP temelinde bir bütün olarak yeniden yapılandırılacaktı. Ama bu konuda tüm küresel ve yerel/bölgesel güçlerin farklı amaçları vardı. Faşist AKP/MHP diktatörlüğü ile birlikte Kürtsüz-Alevisiz, Hıristiyansız, yani sadece Sünnü Selefi bir Suriye planı aktif olarak devreye girdi. Önce El Nusra ve arkasından DAİŞ şimdi de çeşitli adlar altında çete grupları bu temelde sadece Suriye değil, Irak’ta da Kürtlere, Şiilere ve Hıristiyanlara saldırtıldı.

Bu aşamadan sonra faşist AKP/MHP diktatörlüğü amaçlananlar bakımından NATO projesinden faydalanarak, DAİŞ eli ile kendi halifeliğini kurma arayışına girdi. Yani BOP projesi-Yeni Osmanlı Projesi ile çelişti. Böylesi bir çelişkili dönemin içine Rusya ve İran’ın aktif olarak katılımıyla yeni bir durum ortaya çıktı. Pers ve Çarlık hayalleri de bölgenin çatışan unsurları haline gelmiş oldu. Çin’in ekonomik olarak Pazar paylaşımına dahil olmasıyla birlikte Suriye tam bir küresel savaş alanına dönüştü.

Buraya kadar anlatılanlar sadece bölgede nasıl paylaşım yürütüldüğünü ve bunun karekterinin ne olduğunu ortaya koymak içindi. Dikkat edilirse bu paylaşım içinde başta Kürtler ve diğer halkların geleceğine ilişkin olumlu anlamda hiçbir şey görülmemektedir. Yani kendilerinin ya da bazılarının dediği gibi ABD veya Rusya burada demokratik hak ve özgürlkler için bulunmamaktadır. Aksine ekonomik çıkarlar anlamında ne gerekiyorsa o yapılmaktadır.

İşte bölgede böylesine kaotik bir sürece girilirken, Reber APO da mevcut durumun bir devrimle sonuçlanmasını sağlayacak paradigmasını oluşturdu. Yani Modernist projeler yeni bir kaosun temellerini atarken, bu kaostan devrimle çıkışın hazırlıkları da paradigmal olarak Önder Apo tarafından yapılıyordu. Bu temelde Reber APO, Ekolojik-Demokratik ve Kadın özgürlükçü paradigmayı başta bölge halkları olmak üzere insanlığın gündemine koydu.

Sorunu Siyasal, eko-ekonomik ve kadın özgürlüğü temelinde ele alan bu paradigma, sadece Kürtler değil başta bölge halkları olmak üzere insanlığa farklılıkların eşit-özgür birlikteliğinin nasıl olacağının yolunu gösterdi. Bu yol devletçi uygarlığa karşı, demokratik uygarlık perspektifi ile döşeniyordu. Erkek egemenlikçi İktidarcı devlet anlayışı ve uygulaması olan ulus devlet’e karşı demokratik ulus ve demokratik özerklik yeni bir kurtuluş yolu olarak öneriliyordu. Buna bağlı olarak bölge halklarının kurtuluş yolu olarak da demokratik konfederalizm eksenli demokratik Ortadoğu Projesi ortaya konuluyordu.

Her kaos aynı zamanda devrimlere de gebedir. Önemli olan bu kaos süreçlerinde bilinçli-örgütlü yapıların süreci yönlendirecek, ortaya çıkacak fırsatları değerlendirecek bir pozisyonda bulunmasıdır. Çalışma/eylem tarz ve temposunu buna göre ayarlamasıdır. Aksi durumda kaosun nedeni olan devletçi uygarlık güçleri bu durumdan kendileri yararlanma imkânına sahiptir. Dikkat edilirse 3. Dünya Savaşı’nın şu ana kadar ki tek kazananı silah tekelleri ve küresel güçler olurken, Kuzey Suriye’de de Rojava devrimi kazananlar hanesinde görünmeye başladı.

Bütün bölge yıkım halinde dünya savaşının kurbanları olurken, Rojava’da Kürtler öncülüğünde her türlü tehdit, kuşatma, ambargo ve saldırıya rağmen istikrarlı bir alan oluştu. Kobanê’ de DAİŞ ya da DAİŞ şahsında Faşist TC’nin Osmanlı hayalleri darbelenirken, sadece Kürtlerin değil, halkların da zamanının geldiği ilan edildi. İşte bu perspektif Rojava devriminin çeperini genişletti. Kuzey ve Doğu Suriye adıyla halkların özgürlük vahası olarak Suriye’nin üçte birine yayıldı. Bu durum aslında bir anlamda da Rus devriminin önceleri Ruslarla tanımlanırken sonraları herhangi bir etnik kimlikten bağımsız olarak SSCB adını alması aşamasına geçişine benzemektedir.

Kuzeydoğu Suriye’de yaşanan bu devrimle İşçi sınıfı öncülüğü perspektifli devrimlerden farklı olarak, kadın öncülüklü bir devrimle erkek egemenlikli sisteme tarihsel bir darbe indirildi. Komünleri-meclisleri, kooperatifleri ve akademileriyle hiçbirini azınlık olarak görmeden tüm farklılıkların yerinden temsile kavuşması hedeflendi. Kuzey ve Doğu Suriye bir anlamda Arap halklarının bahar özlemini gerçekleştiren biricik coğrafya oldu. Hiçbir çatışan gücün yanında yer almayan Kuzey ve Doğu Özerk yönetimi üçüncü yol çizgisi ekseninde, Kürtlerin ve halkların özgürlük taleplerine uygun ittifak politikaları geliştirdi. Üçüncü dünya savaşıyla “tarihin ve ideolojilerin sonu” getirilmek istenirken, Kuzey ve Doğu Suriye’de adeta yeni bir başlangıç anlamında halkların birlik ve dayanışma tarihi yeniden yazıldı. Liberalizm/neo liberalizm kavramları içinde ve öncülüğünde yok edilmek istenen sosyalist ideoloji, sisteme öykünen iktidarcı yaklaşımlardan arındırılarak demokratik bir özle pratikleşme imkanına kavuşturuldu. Bu yönüyle de Kuzey ve Doğu Suriye “Sosyalizmde ısrar İnsan olmakta ısrardır” özdeyişini dünyaya haykırdı.

Özyönetim- özsavunma ve özgüç gibi kavramların içeriği doldurulurken Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyası ve halkları demokratik Özerk yapılanma ekseninde meşru bir statüye kavuştu. Bu özelliklerinin yanında DAİŞ karşısında kazandığı zaferlerle insanlığın gönlünü fethetti. O nedenle Küresel güçler direk hedeflemek yerine faşist AKP/MHP diktatörlüğünü Kuzey ve Doğu Suriye’nin özgürlük ve demokrasi vahalarına karşı saldırı pozisyonunda tuttu. Bu durum aslında 2. Dünya savaşında faşistlere karşı direnerek zafer kazanan halkların savaş sonrasında sürekli olarak saldırı altında tutulmalarını anımsatmaktadır. Faşist TC. bu durumdan güç alarak demokratik özerklik alanlarını işgal etti ve işgalle tehdit etti.

Bu özellikleriyle Kuzey ve Doğu Suriye devrimi Reber APO’nun geliştirdiği yeni paradigma temelinde örgütlenen tüm halkların zaferi anlamına geldi. O nedenle de Kürt Halk Önderi diye tanımlanan Önder APO, Kuzey ve Doğu Suriye’de tüm halkların Önder APO’su oldu. Böylece Rojava’da Kürt devrimi ile başlayan süreç, tüm Ortadoğu halklarının da umudu haline geldi.

Üçüncü dünya savaşı sadece Pazar paylaşımı içinde olan güçlerin ve bölgesel egemen güçlerin arasında geçmiyordu. Egemen güçler bu savaş içinde hem inanç ve hem de etnik kimlik üzerinden halkları birbirine kırdırtma söylem ve politikaları geliştirdi. Bir yandan siyasal dincilik diğer yandan milliyetçilik harmanlanarak bu kırdırtma politikasında mutlaka bir sonuç almak istendi.

Bu temelde Arap/Fars, Kürt/Türk, Arap/Kürt, Türk/Arap, Şii/sünni, Alevi/sünni, selefi/diğer mezheplerin yanısıra tarikatların çatıştırılmasına kadar toplumlar adeta atomlarına ayrılarak birbirine kırdırılmak istenmektedir. Bu özellikleriyle üçüncü dünya savaşı Ortadoğu’yu adeta yangın yerine dönüştürdü. Reber APO’nun yeni paradigması işte bütün bunlara set çekme mücadelesi anlamına geldi. Kuzey ve Doğu Suriye devrimi bu anlamda da halkların çatıştırılmasına neden olan tüm propaganda ve ideolojik söylemlere karşı bir direnme merkezi oldu. Ve bu merkezde tüm oyunlara rağmen halkların birliği, yaşamın her alanında etkin bir şekilde geliştirildi. Bugün eğer farklı inançları çatıştırtırmayı esas alan Siyasal İslam önemli oranda gerilediyse ve tüm saldırılarına rağmen AKP/MHP faşist diktatörlüğü giderek yolun sonuna geldiyse, bunda başta 14 Temmuz ruhuna uygun olarak geliştirilen Önderlik paradigması ve gerillanın direnişine bağlı olarak herşeye rağmen varlığını koruyan Kuzey ve Doğu Suriye devriminin rolü başat olmuştur.

Diğer yandan her türlü baskı ve metalaştırmanın kadın üzerinde yaygın olduğu bölgemizde, Kuzey ve Doğu Suriye devrimi ve Önder Apo paradigmasının şekillendirdiği siyasal yapılarla kadın baharları önemli oranda karanlığı yırttı. Böylece tüm İslam coğrafyasında kadın özgürlük eğilimleri de güçlendi. Bir anlamda kadın özgürlük ve öncülük çizgisi Kürdistan cografyasını aşarak bölgeyi sarıp sarmaladı. Kısacası Kuzey ve Doğu Suriye devrimi ve Önderlik paradigması Kürtlerin, kadınların ve bir bütün olarak halkların baharını müjdeleyen olgu olarak insanlığın gündemine girdi.

Bugün bu özellikleriyle insanlığın gönlünü fetheden Kuzey ve Doğu Suriye devrimi, 3. Dünya savaşının da önemli oranda çehresini değiştirdi. Paylaşım savaşında sadece kullanılmak ve çatıştırılmak için yer verilen Kürtler ve halklar, kadın özgürlüğü ekseninde bir irade olabileceğini daha şimdiden ortaya koydu.

Devlet ve toplum dengesi üzerinde kurulan ve bu temelde devleti demokrasiye duyarlı hale getiren mücadele anlayışı ile Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi, Suriye’nin bütünlüğü içinde demokratik bir yapılanmayı esas alarak paylaşım savaşının hiçbir aşamasına dahil olmadı. Yani ulus devletçi paradigmanın karşısında yer aldığını somut olarak gösterdi.

İşte bütün bunlar nedeniyle Üçüncü Dünya Savaşını yürüten paylaşım güçleri Önder APO üzerindeki tecriti giderek artırdı. Kuzeyden Güney Kürdistan’a kadar Kürt soykırım politikalarını besledi-destekledi. Ve Kuzey ve Doğu Suriye devrimini özellikle faşist TC. eliyle kuşatma ve saldırı altında tutmaya devam etti.

Yukardan beri sayılan devrimin özellikleri nedeniyle Küresel güçler, Kuzey ve Doğu Suriye’nin siyasal statü kazanmasına engel oldu.

Bitin bu özellikleriyle Kuzey ve Doğu Suriye devrimi sadece kapitalist modarniteye karşı değil reel sosyalizmin ideolojik etkilerine karşı da bir direnme merkezi haline geldi. Devletçi-iktidarcı paradigmadan kaynağını alan proletarya diktatörlüğü, ulus devlet fideliğinde büyüyen sosyalist devlet, kendisini sınıf mücadelesiyle sınırlayan işçi sınıfı öncülüğü anlayışına Önderlik paradigması temelinde yeni bir yorum getirdi. Diğer yandan 20. Yüzyılın klasik halk savaşı anlayışı ve halların kendi kaderini tayin perspektifine yeni bir yorum getiren Kuzey ve Doğu suriye devrimi, sosyalist ideolojiyi liberalizmin etkilerinden arındırmayı esas aldı. Bu özellikleriyle de savaşa, devrime, özgürlüğe bakış açısından halkların çağına yeni bir ufuk kazandırdı.

Bugün bu özellikleriyle devrimimiz kadın ve erkeğin özgür birlikteliği temelinde başta Arap-Kürt, Süryan olmak üzere tüm halklarla kolkola özgür bir dünya yaratma çabasındadır. Ve bugün Önderliğini her zamankinden daha güçlü sahiplenen halklar Kuzey ve Doğu Suriye’de kahraman öncülerinin rehberliğinde İşgale, Faşizme Karşı Özgürlük zamanı şiarıyla geleceğe koşarken insanlık için ilham kaynağı olmaktadır.

ANHA