Reis için her şey beis-RAUF KARAKOÇAN

Günümüz Türkiye’sinin her açıdan normal bir ülke olmadığına dair birçok örnek göstermek mümkündür. Partili cumhurbaşkanlığı idari sistemi, yargı sistemi, yasama sistemi, eğitim sistemi gibi sistemsel mekanizmaların tümü arızalı ve ciddi sistemsizlikler içermektedir.
Kayyumlar, yargılamalar, tutuklamalar, infaz yakmalar, muhalefeti bastırmalar, baskılar, korkutmalar, sindirmeler ve daha nice ler, lar ekiyle tanımlanacak konular dikkate alındığında Türkiye’nin normal bir ülke olmadığı görülecektir.
Barış sürecine yaklaşımı da yeterince net ve açık değildir. PKK, neyi var neyi yok, hepsini terazinin bir kefesine bıraktı. Kendisinden beklenen adımları attı. Kamuoyuna deklere edilen kararlarla barışa giden yolun taşlarını döşemeye başladı. Terazinin diğer kefesi hala boş çekiyor. Devasa bir sorunun çözümüne yaklaşımı da geldiğimiz aşamada normal değil.
Türkiye normal bir ülke değil dediysek, demek istediğimiz odur ki ülkeyi a-normal hale getiren Reis’in nereye varmak istediği tam olarak kestirilmiyor. Siyasi-ekonomik istikrardan uzak bir menzilde yol almaya devam ediyor. Dış politikadaki sıkışıklığı daha da derinleşiyor. Hal böyleyken, bölgedeki siyasi dengeler de hallaç pamuğu gibi atılmış haldeyken, Reis hiçbir konu da istikrar emaresi göstermiyor.
Muhalefeti, muhalifleri kırmızı görüp saldırılarına devam ediyor. Yani, Reis için her şey beis. Telaffuzunu tasvip etmediğimiz ‘Terörsüz Türkiye’ kavramının içine devlet terörünü koymadan ülke terörden nasıl arındırılacak acaba? En büyük terör devlet eliyle yapılan terördür. Eğer devlet terörü kast ediliyorsa ‘Terörsüz Türkiye’ kavramına anlam vermek mümkündür.
PKK’nin 12. Kongresi Türkiye için ciddi bir rahatlama yarattığı kesindir. Türkiye için yeni yüzyıl vizyonu çizmiştir. Reis’e siyasi ve hukuki düzenlemeler yapma gibi ev ödevleri konusunda ciddi bir kredi sunmuştur. Devletin ve Cumhurun Reis’i, ortaya çıkan fırsatları kendi iktidarının siyasi çıkarlarına heba edecek konumda kalması kuşkulara yol açmaktadır. Külhanbeylik üslubu da kullandığı dil de yeteri kadar rahatsızlık vericidir.
Suriye meselesini, filli durumda ki varlığıyla özerk yönetimi, PKK ile ilişkilendirip Rojava’da ki siyasi yapıyı karşı cepheye konumlandırarak düşmanlaştırıyor. Kendi kamuoyuna da bu algıyı pompalayıp duruyor. Suriye’de ki HTŞ iktidarının Alevilere, Dürzilere, Kürtlere, Seküler Araplara ve diğer azınlıklara karşı düşmanca uygulamaları bilinmektedir. Kökten dinci, tekfiri selefi, cihatçı bir Suriye idaresinde hiçbir etnik ve dini kimlik güvencede değilken Türkiye’de ki Reis Rojava konusunda ipe un seriyor.
Dürziler, Aleviler özerklik ve güvence istiyor. Benzer istemler Kürtler için de geçerlidir. HTŞ yönetimi, birlikte yaşama bilinci ve kültüründen uzak bir noktada, üstten yaklaşımla selefi, cihatçı kafa yapısıyla idari sistem dayatması kabul görmemektedir. Eğer HTŞ, Suriye’de iş başına getirildiyse, asıl amaçlardan biri de radikal İslam’ın evcilleştirilmesi ve ehlileştirilmesine ilişkindir. Tıpkı Reis’in Türkiye’de iktidara getirilmesinde AKP’nin bir proje partisi olarak kurulduğu gibidir.
HTŞ ile birlikte eski Suriye’den eser kalmadı, yeni Suriye’de de yoğrulan hamur daha çok su kaldıracaktır. Nasıl şekil alacağını şimdiden kestirmek pek mümkün değildir. Kaldı ki Suriye konusu Türkiye için ‘Halep Yarası’ (Kûla Helebê) gibidir. Bulaştıkça bünyeye yayılan bir yaradır. Çünkü, Suriye’ye bakarken sadece ‘Kürt anasını görmesin’ politikasından ötesini görmeyen bir körlük yaşanmaktadır. YPG, PYD deyip ‘Terörist’ yaftası yapıştırmak Türkiye’ye hepten kaybettirecektir. Oysa ki Türkiye ancak Kürtlerle büyür ve Kürtlerle güç kazanabilir. Bölgede kurulmak istenen yeni siyasi denklem bunu zorunlu kılıyor. Zaten barış sürecinin asıl yolu da Suriye’den geçmektedir. Kürtlerle, PKK ile diyalog ve barış için ‘İç cepheyi tahkim etme’ sözün karşılığı da Suriye’de ve bölgede yaşanan ve yaşanacak muhtemel gelişmelerdir.
Suriye, ‘İbrahim enerji yolu, Davut koridoru’ gibi projelerle, küresel güçlerin ve büyük sermayenin bir parçası haline gelmiştir. İsrail’in güvenlik ekseninde işleyen ‘stratejik çıkarlarla’ çevrelenmiştir. Suriye’nin, Suriye halkına bile hayrı kalmayacak noktaya getiriliyor. Ne yazık ki Reis’in Kürtler konusunda ki kör inadı, maalesef Türkiye’yi Suriye pastasından mahrum bırakmıştır.
İç politikada, birinci sıraya yükselen Ana muhalefet partisi olan CHP’yi kıskaca almakla, bütün muhalefeti susturmakla barışa yol aldırması, ‘iç cepheyi tahkim etmesi’ nerdeyse olanaksızdır. Kürtlerin demokrasi talepleriyle de uyumlu bir pratik değildir.
Dış politikada ise yeni kurulacak siyasi denklemin dışına itilmiş bir Türkiye manzarası seyretmekteyiz. Türkiye, Fillerin kavga ettiği Ortadoğu sahasının çimi haline geldi. Enerji ve ticari hatların rotası artık Türkiye’den geçmez hale gelecektir. Yeni rotanın adresi olacak Suriye’yi askeri, siyasi, ekonomik, idari ve güvenlik konuları dahil her açıdan hizaya getirecekler. Yeni Suriye’ye küresel güçlerin ve İsrail’in beklentilerine cevap verecek düzeyde rol biçecekler. HTŞ liderinin boynuna kravat taktırarak çıkarlarına hizmet edecek şekilde köçek gibi oynatacaklar. Suriye’de vaziyet bundan ibaret.
Kürtler bu sürecin öne çıkacak aktörü olmaya adaydır. Bunu görmekte olan Türkiye’nin tez elden, zamana oynamadan, oyalanmadan Kürtlerle ‘iç cepheyi tahkim etme’ istemi çok uygun bir paradigmadır. Fakat, Reis için her şey beis yaklaşımıyla olmayacağı da bilinmelidir.