Ortadoğu denkleminde Türkiye ve yeni dönem söylemi üzerine – HAKKI TEKİN

Ortadoğu denkleminde Türkiye ve yeni dönem söylemi üzerine – HAKKI TEKİN
7 Nov 2024   09:52

Önder Apo’yu az da olsa takip edenler, koşullar ve imkanlar ne olursa olsun onun çözüm için olağanüstü çaba içinde olacağını bilirler. Önder Apo’nun 50 yıldır kesintisiz olağanüstü çaba içinde olduğu ortadadır. İmralı’nın ağır tecrit ve izolasyon ortamında bile çözüm için olağanüstü çaba içinde olduğunu, devleti çözüm zihniyetine çekmek için mücadele ettiğini, Önder Apo’yu takip edenler bilir. Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın 1988 yılında Önder Apo ile yaptığı ilk röportajın videoları dijital medyada yeniden dolaşıma sokuldu. İzleyenlerin bugün ile o günkü söylemler arasında ciddi bir farkın olmadığını fark etmiş olmaları gerekir. 

Bu kısa anlatımı, faşist Bahçeli ve Erdoğan’ı konuşmak zorunda bırakan asıl gücün Önder Apo olduğuna dikkat çekmek için yaptık. Art niyetli ve baştan başa hileli, tuzaklı açıklamalar olsa da, gelişim seyri hangi yöne olursa olsun, gelinen noktada tek muhatabın Önder Apo olduğunu itiraf etmiş olmaları çok önemlidir.

Önder Apo’nun çözüm zihniyeti ve mücadelesi karşısında Türk devletinin yaklaşım ve  kimyasında çözüm tercihinin olup olmadığı konusuna dikkat çekmek gerekiyor. AKP-MHP anlayışında köklü kırılma yaşanmadan çözümün gerçekleşmeyeceğini anlamak önemlidir. Devletin çözüm zihniyetine yanaşmayacağı açıktır. Dünyada sorun çözme süreçlerinde Türkiye gibi duran, ancak sorunu çözen örnekler vardır. Güney Afrika Apartheid rejimin başında olan De Klerk, tıpkı Devlet Bahçeli gibi azgın bir faşist ve ırkçı kişiliğiyle biliniyordu. De klerk’ in çıkışı sorunu çok hızlı bir biçimde çözmüş, Mandela’ya bir gecede özgürlüğüne kavuşmanın yolu açılmıştı. Fakat Kürtler dünyada örneğine az rastlanan Türkiye gibi bir devlet ve düşman gerçekliğiyle karşı karşıya olduklarının bilincinde olmalıdır.

12 Eylülle başlayan ikinci cumhuriyet rejimi, 30 Nisan 2014 çöktürme planı ve 2016 yılında gerçekleşen darbe sonucunda ikinci kırılma yaşarken, Türk- İslam sentezine dayalı ittihat terakki devleti şekillendi. AKP-MHP faşist zihniyeti yeni bir devlet yapılanmasına gitti. Türk devlet yapılanmasında ilk kırılma Osmanlı devleti bakiyesi üzerinden gerçekleşen Kemalist, ulus-devlet yapılanmasıdır. İlk devlet yapılanması modernist, ulus-devletçi bir devletti. Başta Kürtler olmak üzere, Rum, Ermeni, Yahudi, Laz, Çerkez, azınlıklar ve inançlar ulus-devlet yapısında eritilerek tekçi bir devlet modeli hedeflendi. Kültürel, siyasi ve fiziki soykırım uygulamalarına rağmen Kürtler ve kısmen de Aleviler eritilemedi, yok edilmedi. Ancak birçok etnik ve inanç kesimleri  fiziki, siyasi ve kültürel soykırım uygulamalarıyla eritilerek, ulus-devlet sistemine entegre edildi.

AKP-MHP devlet yapılanmasında farklılıklara, özgür Kürt iradesine ve Alevi toplumuna yer olmayacağını artık bilmek ve anlamak gerekmektedir. Başta CHP ve Kürt siyasi partisi olmak üzere sol muhalefet ve emek örgütleri, 2016 süreci sonrası inşa edilen Türk İslam sentezli ittihat terakki devlet yapılanmasını görmemiş ve neyle karşı karşıya olduklarını çözememişlerdir. Yeni devlet yapısına katılmayan ve normal bir yaşam varmış havasında olan tüm kesimler çok ciddi anlamda hedeftirler. Belki Kürt halkı bu hedefin başında duruyor, ama ilgili-ilgisiz tüm toplumsal dinamikler hedefin başındadır. Yeni devlet yapılanması Kürt soykırım politikasını ve darbe sürecini fırsata çevirerek yeniden yapılandırılmıştır. Çöktürme planıyla İmralı eksenli bir soykırım politikası üzerinden oluşturulan bu yeni devlet yapısı, birinci cumhuriyette yapılamayan eritme hedefini; siyasi, kültürel ve fiziki soykırım uygulamasıyla bir devlet projesi olarak önüne koymuştur. İttihat ve terakki eksenli Türk- İslam ideolojisi, etnisite ve inançlara yer vermeyen bir yapılanma biçimidir. Cinsiyetçi, milliyetçi, ırkçı ve dinci-Sünni bir devletle karşı karşıya olduğumuz artık bilinmelidir. Bu yeni devlet yapısında özgür Kürt ve farklılıklara yer yoktur.  Birinci cumhuriyetten tek farkı daha kurnaz, hileci ve sinsi olmasıdır. Oluşturduğu yeni siyaset sosyolojisiyle bu örgütsel yapısını topluma zorla, şiddetle kabul ettirmek, onun dışında kalanları teslim almayı hedefleyen bir yapılanmadır. Günlük olarak trajik bir şekilde haberlere konu olan kadın, çocuk katliamları, toplumun farklı kesimlerine yönelik baskılar, bu dayatmanın sonucudur.  Seçimden sonra ‘yumuşama’ adı altında CHP ile yapılan diyalog, iradeyi kabul eden bir yumuşama değildir. Cihadist, ırkçı, eril, lümpen, üretimden kopuk, mafya-çete ve yeşil sermaye zihniyetine dayalı eşi benzeri olmayan ucube sınıfsal siyaset sosyolojisi üzerinden kendi sistemlerine entegre eden bir süreçtir. CHP’nin bu siyate dahil olduğu görülmüştür. Ortaya çıkan acı manzarada CHP’nin payı yadsınamaz.

AKP-MHP yeni devlet yapısının ilk hedeflerinden biri Kürtlerdir. Çöktürme konseptiyle gelişen Kürt karşıtlığını kendisi için varlık-yokluk gerekçesi yapmıştır. Özgür Kürdün tasfiye stratejisi kendileri için varlık gerekçesi olmuştur. Yani devletin varlığı Kürtlerin yokluğuna dayalıdır. Fakat 10 yıllık büyük savaş sürecinde askeri, siyasi, diplomatik, toplumsal ve ekonomik kırılmayı yaşadığı görülmüştür. 29 Ekim 2023’te Kürt iradesini askeri olarak bitirdiklerini ilan etmeyi planlanmışlardı, olmadı. Ortadoğu ve Avrupa devletleriyle kopan ilişkiler sonucunda diplomatik ve siyasi olarak tecrit olmuş, kırılma yaşamıştır. Taktik manevralarla ilişkileri düzeltme arayışı olsa da, en güvenilmez ülke konumundadır. Ekonomik olarak iflas etmiş, sermaye yatırımlarına kapalı bir duruma gelmiştir. Bir zamanlar dışta sempati ile karşılanan, ülke içinde her iki kişiden birinin oyunu alan AKP-MHP faşist rejimi, artık toplumsal desteğini kaybederek, toplumsal kırılma yaşamıştır. En önemlisi, Kürt karşıtlığı ile Ortadoğu’da jeo-stratejik konumunu kaybederek, süreç dışında kalmış ve rol verilmemiştir. Arap-İsrail ilişkisi Ortadoğu yapılanmasında öne çıkmıştır. Bu gelişmeler Kürt karşıtlığı, Kürt iradesini kırma ve Ortadoğu’da statüsüz bırakma stratejisinin sonucudur. Kürt karşıtlığı, Türk devletini Ortadoğu’da denklem dışında tutarak, dıştan yeni dayatmalarla karşı-karşıya getirtmiştir.

Ortadoğu’da 7 Ekimle birlikte yeni bir süreç gelişmiştir. Temeli birinci dünya savaşına dayanan bu süreç, Kürtlerin aktör olmalarını sağlayacak yeni fırsatlar yaratmıştır. Birinci dünya savaşında oluşturulan statükocuya dayalı dengeler, birkaç halkaya dayandırılmıştır. Birincisi doğu ve batı blokunda oluşan dengeler olmuştur. İkincisi, İran ve Türk statükosu ve uzlaşması, üçüncüsü Sünni ve Şii dengeye dayalı statüko, dördüncüsü İsrail ve Arap dengesine dayanmaktaydı. Reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte 11 Eylül, Afganistan, Irak süreci ve Arap baharıyla büyük halka ve denge yıkılarak, Irak’ta güney Kürdistan statüsü, Suriye’de Rojava gerçekliği ortaya çıktı.

Yeni süreçle birlikte, Şii-Sünni dengesi ve İran-Türk uzlaşması-statükosu darbelenerek, Ortadoğu bölgesini bağlayan kelepçe açılmıştır. 7 Ekim Lübnan, Suriye, Irak, Filistin ve Yemen’de oluşturulan Şii hilalini etkisizleşme sürecidir. Bu sürecin sonunda İran merkezi devlet mekanizmasının ve siyasetinin çözülerek, yeni bir sürecin başlatılması hedefleniyor. Batı blokunun İran’ın nükleer güce ulaşmasını ve geniş bir nüfusa dayalı İran hegemonyasını istemediği görülmektedir. Bu durumda Kuzey ve Doğu Suriye’nin resmi statü kazanma, doğu Kürdistan’da Kürtlere yeni bir alanın açılması ihtimali doğuyor. Batı hegemonyası İsrail üzerinden bölgeyi yeniden dizayn etme süreci başlatmıştır. İsrail’e, hegemon güçlerin çekirdek gücü olarak rol verildiği anlaşılmıştır. Şii eksen kırılırken Kürt halkına yeni alanların açılması söz konusudur. Arap baharıyla birlikte ılımlı İslam, cihadist çizgi kırılmıştı. Birinci dünya savaşından kalma Sünni-Şii dengesine yeni dizaynda olmayacağını öngörmek gerekir. Birinci dünya savaşında çözülmeyen ve bir denge unsuru olarak bırakılan Kürt gerçekliği bu süreçte gündem yapılarak yeni dizayn sürecinde en önemli araç konumuna getirilmek istenmektedir.

İttihat terakki zihniyeti, Kürtleri tasfiye etmeyi planlarken, hegomonik güçlerin kendisi gibi yaklaşmadığını görmüş durumdadır. Hatta Kürtler üzerinden bir müdahalenin parçası olma kaygıları artmış durumunda. Bu süreçte Kürtleri kendilerine karşı kullanacaklarını görmüş ve değerlendirmiştir. Bunun için ‘iç cepheyi güçlendirme’ süreci içine girmiştir.

Rojava alanının bu süreçte öne çıkma ihtimali vardır. Rojava’nın Batı ve Türkiye için hem uzlaşma hem de gerginlik alanı olduğu bir gerçekliktir. Aynı şekilde Kürtler ve Türk devleti için uzlaşma ve savaş gerekçesi olacağı bilinmektedir. 2013 müzakere sürecinde hem Kürt halkı hem de Türkiye için bu alan kırmızı çizgiydi. Rojava bütün güçler için konumunu daha ileri düzeyde korumaktadır. Başta ABD olmak üzere koalisyon güçleri Türk devleti ve Kürtleri uzlaştırıp, İran’a yoğunlaşmak istiyor.

Türkiye Hindistan’dan başlayıp Körfez, Ürdün ve İsrail üzerinden batıya açılan enerji-ticaret koridoru projesinden çıkarılmıştır. Abraham antlaşmasıyla körfez ülkelerinin jeo-stratejik konumları güçlenmiştir. Türkiye hem enerji koridoru hem de model olma pozisyonunu kaybetmiştir. Kürtler ve Kıbrıs üzerinden bir dizaynla karşı karşıyadır. Özelikle Davut koridoru olarak bilinen İsrail projesi, Türkiyeyi ciddi anlamda kaygılandırmıştır. Türkiye’nin hem bu tehlikeyi bertaraf etmek, hem de yeni denkleme dahil olmak için Kürtlerle görünürde anlaşması gerekmektedir.  Türkiye’de yapılan tartışmaların temelinde bu gerçeklik yatmaktadır. Türk devleti ABD ve batının teşvikiyle Rojava üzerinden sürece dahil olmak istemektedir. Fakat İttihat Terakkici devlet zihniyetinin soykırım politikasından vazgeçtiğine dair hiçbir işaret görülmemektedir.

Başta da belirttiğimiz gibi, Önder Apo, Türk devletini çözüm zeminine çekmek için olağanüstü çaba içine girmiştir. Önder Apo’nun tercihi içte doğru temelde bir çözüm sürecinin başlatılmasına dönüktür.  Önder Apo’nun ısrarlarına rağmen çözüm gelişmez, devlet çözüme gelmezse, Kürtlerin başka tercihe zorlanacağı anlaşılmalıdır. Türk devletinin soykırım politikası nedeniyle Kürtleri hegemonya tarafına ittiği bir gerçektir. Soykırım politikası ile hem Kürtleri hegemonya tarafına itmekte, hem de  hegemonyanın Kürtler üzerinden Türkiye’yi dizayn etmesine neden olur. Gelişen yeni süreçle Türk devleti çözüme gelmezse, Kürtlerin batı ittifakı içinde yerini alma ihtimali vardır. Kürtlerin tercihi bu değil, ancak Türk-İslam sentezli devlet anlayışında özgür Kürde yer yoktur. Teslim olmuş, iradesinden vazgeçmiş, kendini inkar eden bir Kürt istedikleri anlaşılmaktadır. Devlet Bahçeli’nin ‘istediğimize gelmezseniz daha sıkı bir yumrukla sizi yok ederiz’ biçimindeki açıklamalarını bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Devletin açıklamaları teslimiyeti dayatma dışında bir şey değildir.

Önümüzdeki sürecin Türkiye’nin tavrına göre şekil alacağı görülmektedir. Kürt halkı için yeni imkanlar kadar tehditlerin de olacağı bir süreç olacaktır.