Bayık: Ortadoğu’da sorunların çözümü komplo zeminlerini ortadan kaldırır
Kürt ve Filistin sorunları arasındaki paralelliklere işaret eden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, bu iki sorunun çözümü halinde Ortadoğu üzerindeki tüm operasyon ve komploların zemininin ortadan kaldırılacağını söyledi.
Ortadoğu'daki en büyük iki sorun olan Kürt ve Filistin sorunlarının aynı zamanda demokratikleşmenin en büyük iki dinamiği olduğunu kaydeden Bayık, "Bu iki sorunun çözümü demokratik bir zihniyeti ve yaklaşımı gerektirdiğinden, Ortadoğu'da sorunların kaynağı olan milliyetçilik, dincilik, ulus-devletçilik ve her türlü fanatizmin aşılması sağlanacaktır. Bu iki sorunun kalıcı çözümünün sonucu olarak İran, Irak, Suriye, Türkiye ve İsrail'in demokratik dönüşüm geçirmiş olmaları bile düşünüldüğünde gelişmelerin önemi ve büyüklüğü anlaşılmış olur. Öte yandan Ortadoğu üzerinde tasarlanan tüm dizayn, operasyon ve komploların zemini de ortadan kalmış olacaktır. Kürt ve Filistin sorunlarının çözümünden sadece bölge değil dünya da olumlu etkilenecektir” dedi.
Gazze’de açık bir katliam yapıldığını söyleyen Cemil Bayık, İsrail'e bir an önce saldırılarını durdurması, Kürt ve Filistin halklarına ise "ne olursa olsun yurtlarını bırakmama" çağrısı yaptı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 7 Ekim’den bu yana HAMAS’ın İsrail’e karşı gerçekleştirdiği saldırının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal saldırısını ANF'ye değerlendirdi.
SORUNUN TEMELİNDE KAPİTALİST MODERNİTE GÜÇLERİNİN POLİTİKALARI VAR
İsrail ordusu 50 yıl sonra resmi olarak savaş ilan etti. İki milyon nüfuslu Gazze şehri havadan yoğun bombalanıyor. Yoğun göç var. İsrail Gazze merkezine de girdi. İsrail’in Gazze’ye yönelik bir soykırım planı devrede. Gazze’nin insansızlaştırılması ve Filistinlilerin Sina Çölü'ne ya da başka ülkelere sürülmesi dahil birçok seçeneğin İsrail açısından masada olduğu belirtiliyor. Savaşın gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filistinlilere yönelik savaş yeni başlamış değil. On yıllardır süren savaş ve soykırım politikaları var. Şimdi yapılanlar da bunun bir parçası ve devamıdır. Savaş ilanının yapılması, hazırlığı yapılan planı gerçekleştirmek, yapılacaklara meşruiyet kazandırmak, içeride ve dışarıda destek almak için olabilir. Bunun ötesinde savaş ilanı yapılmasının bir anlamı yoktur. Bunun ancak ABD, NATO vb. hegemonik güçler açısından, yine bölgede bulunan ve bölgesel güç peşinde olan devletler açısından bir anlamı olabilir. Çünkü bu güçlerin kendi aralarında yaşadıkları sorunlar ve bölgedeki çıkarları vardır. İsrail devleti de bu güçlere dahildir. Dolayısıyla yapılanlar ve yapılmak istenenler bu durumdan bağımsız değildir. Savaş ilanının yapılması ancak bu çerçevede değerlendirilebilir. Yoksa Filistin ve Filistinliler açısından bunun hiçbir anlamı yoktur. Filistin halkı on yıllardır işgal ve soykırıma karşı direniyor, özgürlük ve kurtuluş mücadelesi veriyor. Kürtler gibi Filistin halkının da mücadelesi bir asrı buldu. Bir asırdır Filistin'de savaş vardır ve bu savaş hiç bitmemiştir. Şimdi elbette yeni gelişmeler ortaya çıktı ve bu yeni bir durumu ifade ediyor. Bize göre en genel olarak şu sonuç ortaya çıkmıştır; çözümsüzlük daha fazla sürdürülemez. Sorunun çözümü her yönüyle kendisini dayatmaktadır. Bu görmezden gelinemez. Savaş ilanıyla, katliam ve soykırımın derinleştirilmesiyle bu gerçeklik ortadan kaldırılamaz. Şimdi başta İsrail devleti olmak üzere küresel ve bölgesel güçler bu hakikate göre yaklaşmıyor. Böyle olduğu için de sorunun çözümü olmuyor. Kapitalist modernite güçleri sorunları daha da ağırlaştırıyor, çözümünü zorlaştırıyor. Zaten başta Kürt ve Filistin sorunu olmak üzere Ortadoğu'daki sorunların temelinde kapitalist modernite güçlerinin politikaları vardır.
İsrail devletinin geleneksel amaçları belli. Filistinlileri tarihsel Filistin toprakları üzerinden silmektir. Şu an Gazze'ye yönelik saldırılar bu amaç çerçevesinde olmaktadır. İsrail devleti şimdiye kadar bu politikanın dışına çıkmış değildir. Çünkü mevcut zihniyet buna imkan vermiyor. Hem geleneksel devlet zihniyeti hem de küresel ve bölgesel güçlerin oyun ve müdahaleleri yeni bir yaklaşımın gelişmesini, sorunun çözümünü önlüyor. Gazze'de yaşananlar bu zihniyetin, oyun ve müdahalelerin bir sonucudur. Eğer bunlar olmasaydı sorunun çözümü konusunda gelişme yaşanırdı. Bugünkü sonuçlar da ortaya çıkmazdı. Filistin halkı hiçbir zaman Yahudi düşmanlığı gütmemiştir. İşgal ve soykırımı yaratan ve sürdüren devlet ve zihniyetle mücadele etmiş, kurtuluşu bu zihniyetin aşılmasında görmüştür. İsrail halkında da gittikçe gerçeği gören, demokratik bir yaklaşımın ortaya çıktığını belirtmek mümkündür. Hatta bunun çok güçlendiği söylenebilir. Aylardır Netanyahu yönetimine ve onun izlediği politikalara karşı protestolar yapılıyordu. İsrail halkının Filistin sorununun çözümünü öncelikli kılarak yaptığı bu eylemler son derece önemlidir. Halkın bu tutumunun değişmediği bilinmektedir. İsrail devleti veya Netanyahu yönetimi, Hamas'ın sivilleri hedef alan ve tepkilere yol açan eylemlerini halkın bu tutumunu değiştirmesi için kullanmaya çalışmaktadır. Fakat buna rağmen ve bunca savaş ve savaş çığırtkanlığı içerisinde halkın bu tutumunu değiştirmemesi, demokratik çözümden yana olan tavrını sürdürmesi çok önemlidir. Öte yandan Filistin halkının bu haklı davası geçmişte olduğu gibi bugün de tüm ezilen halklar, sosyalistler, demokratik ve özgürlükçü kesimler tarafından desteklenmektedir. Tüm bunlar Filistin halkının demokratik mücadelesini ve sorunun demokratik çözümünü güçlendiren boyutlar olmaktadır. Fakat devletler ve onların etkisinde olan güçlerin yaklaşımında ise tersi bir etki vardır. Bunlar sorunu derinleştiriyor, çözümü zorlaştırıyor. Çünkü demokratik bir yaklaşımla değil siyasi, ekonomik ve diğer başka çıkarlar temelinde soruna yaklaşmakta ve müdahil olmaktadır. ABD'nin yaklaşımı böyledir. Avrupa devletlerinin yaklaşımı da böyledir. Başta Türkiye ve İran olmak üzere bölge devletlerinin yaklaşımı da böyledir. Özellikle Türkiye'nin yaklaşımı son derece pragmatisttir. Sahip olduğu Kürt soykırımı politikalarını sürdürme temelinde yaklaşmaktadır. Arap devletlerinin yaklaşımı da bugüne kadar çözümleyici olmamıştır. Çünkü mevcut yönetimler devlet çıkarlarına göre politika izlemektedir. Ortadoğu'da ise devlet toplumdan çok fazla uzaklaşmıştır. Devlet çıkarı büsbütün toplum karşıtlığı temelinde olmaktadır. Önder Apo Ortadoğu'daki bu durumu kapsamlı çözümlemiştir. Kaldı ki hem Arap devletleri hem de diğer bölge devletleri demokratik bir zihniyete sahip değildirler. Böyleyken Filistin sorununa doğru yaklaşmaları, gerçek bir ilgi göstermeleri, sorunun çözümünü gerçekleştirecek bir iradeyi ortaya koymaları mümkün olabilir mi? Elbette olamaz. Bu sadece Arap devletleri açısından değil tüm güçler ve devletler açısından da geçerlidir. Demokratik zihniyete sahip olmayanların çözüm gücü olmaları mümkün değildir.
İSRAİL DEVLETİ SOYKIRIM POLİTİKALARINI TERK ETMELİDİR
Bugün ortaya çıkan tablo çok acıdır. Gazze'de çok acı ve çok vahşi bir katliam yapılıyor. Bunu şiddetle eleştiriyor, kınıyoruz. Şunu açıkça belirtiyoruz ki, halklar kesinlikle bu soykırımcı devletlerden ve zihniyetten hesap soracaktır. İsrail devletinin bu soykırımcı politikalarının yanında duran ve destekleyen güçleri de şiddetle eleştiriyor ve kınıyoruz. Aynı yaklaşımı, sahte duruşlar sergileyen, Filistin halkının yanındaymış gibi kendini gösteren güçler için de belirtiyoruz. Sözü edilen tüm küresel ve bölgesel güçlerin yaklaşımları özünde aynıdır. Bunlar ne İsrail halkının ne de Filistin halkının dostlarıdırlar. Her biri sahip olduğu politikaları sürdürmek için meseleye yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımlar kabul edilemez. Herkes doğru yaklaşımı esas almalı, hiç kimse başta Filistin ve Kürt halkının haklı davaları olmak üzere halkların mücadelesinin karşısında yer almamalı, soykırımcı politikalara destek vermemeli. İsrail devleti ve yönetimi de mevcut yaklaşımını derhal değiştirmeli, saldırılarını durdurmalıdır. Savaş, soykırım, katliam politikalarını terk etmelidir. Şu an sizin de sözünü ettiğiniz senaryolar korkunçtur ve asla kabul edilemez. Hiçbir halk ve topluluk yerinden edilemez. Bu tam anlamıyla bir soykırımdır. Bunu haklı gösterecek bir neden yoktur, olamaz. Bugüne kadar Filistin halkına dayatılan hep bu olmuştur. Filistin halkı yerlerinden sürülerek toprakları işgal ve ilhak edildi. Halen milyonlarca Filistinli sürgünde yaşıyor. Şimdi aynı şey Gazze halkına dayatılıyor. Aynı şey Kürt halkına da dayatılmaktadır. Türk devletinin Rojava'da yapmaya çalıştığı budur. Bu asla kabul edilemez bir durumdur. Kürt halkı için savunduğumuzu Filistin halkı için de belirtiyoruz. Ne olursa olsun halklar yurdunu bırakmamalıdır.
ORTADOĞU ASIRLARDIR BİR SAVAŞ İÇERİSİNDE
Filistinli örgütlerin devam eden savaş için farklı farklı tavırları var. El Fetih Hamas çelişkisi ve ikili bir yönetim bugüne kadar söz konusuydu. Bu durum, Filistinli örgütlerin çelişkileri Filistin halkının mücadelesini nasıl etkiliyor? Önemli bir husus da Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında “kontrollü” şeklinde tanımlanan savaş. Hizbullah lideri Nasrallah 7 Ekim saldırıları için “kararı tamamen Hamas verdi” açıklaması yaptı ancak İsrail’in Gazze saldırılarından sonra yeni bir cephe açtı. Hizbullah’ın müdahil olması ne anlama gelir? Savaşın seyrini nasıl etkiler? İsrail-Hamas savaşının bölgesel bir savaşa dönüşme tehlikesi var mı?
Ortadoğu'da öteden beri bölgesel bir savaş söz konusudur. Bölge bir asırdır savaş içerisindedir. Çünkü hem sorunlar çoktur hem de birbiriyle ilgilidir. Bölgesel sonuçlar yaratmayan bir sorun yoktur. Her şey çok fazla iç içe ve birbirini etkilemektedir. Yirminci yüzyılın başından ortalarına kadar dünya iki büyük savaş yaşadı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları. Bu iki savaştan sonra Avrupa'da savaşlar azaldı. Fakat tüm dünyada böyle olmadı. Özellikle Ortadoğu'da savaşlar hiç bitmemiştir. Devletlerin kendi aralarında ve halklara karşı savaşları hep sürmüştür. Kurdistan'da, Filistin'de yüzyıldır devlet tarafından dayatılan soykırım savaşı vardır. Buna karşı halkın geliştirdiği direniş ve mücadele vardır. Dolayısıyla bize göre Ortadoğu'nun bölgesel bir savaşa sürüklenişini değil, bundan nasıl çıkacağını konuşmak ve değerlendirmek daha doğru olur. Öte yandan mevcut sorunlar olduğu sürece, sorunlara mevcut zihniyetle yaklaşıldığı sürece ve sorunlar çözülmediği sürece savaş ve çatışma bitmez, Ortadoğu dünyanın geri kalanını da içine çeken bölgesel savaştan kurtulamaz.
Filistinli örgütlerin kendi aralarında güçlü bir birlik sağlayamamaları elbette Filistin halkının mücadelesini olumsuz etkilemektedir. Fakat bunun neden böyle olduğunu, nasıl ortaya çıktığını bilmek ve anlamak önemlidir. Sorun sadece Hamas ve El Fetih arasında yaşanan çelişkilerden ibaret değildir. Filistin hareketi genel olarak zayıflamış ve parçalı haldedir. El Fetih ve diğer gruplar kendi içlerinde parçalıdırlar ve zayıf bir konumu yaşıyorlar. Bu durum sadece devletin baskısının sonucu değildir. Bu duruma yol açan ideolojik, siyasi ve tarihsel nedenler vardır. Filistin hareketi ancak bu sebepleri anlayarak ve çözerek mevcut durumu aşabilir. Bizlerin de Filistin halkının ve hareketinin durumunu anlamamız için bunu bilmemiz önemlidir.
Bilindiği gibi İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte Arap devletleri ile İsrail arasında birçok savaş yaşandı. Kapitalist modernite güçlerinden aldığı desteklerle İsrail devleti bu savaşlarda yenilmedi ve varlığını korudu. Esas aldığı zihniyet ve ideoloji doğrultusunda Filistin'de işgal ve soykırım politikalarını uyguladı. Arap devletlerinin yaklaşımında İsrail devletini yıkmak düşüncesi öndeydi. Filistin'in kurtuluşu İsrail'in yıkılmasında görülüyordu. Bu olamayınca da Filistin davasına olan ilgilerini yitirdiler. Öyle ki Filistin davasına en büyük zararı Arap devletlerinin bu yaklaşımı ve politikaları vermiştir. Bazı Arap devletlerinin Filistinli mültecilere nasıl yaklaştıkları biliniyor. Şimdi de Arap devletlerinin doğru ve tutarlı bir yaklaşımları yoktur. Devletçi zihniyetle soruna yaklaştıklarından çözüm gücü olamıyorlar. Zaten Arap devletlerinin Filistin sorununu çözemeyecekleri anlaşıldıktan sonra Filistin hareketi güçlenmiş ve Filistin halkının davası gelişme kaydetmiştir. Altı Gün Savaşı'ndan sonra Filistin hareketi bağımsız bir çizgide gelişmiş ve güçlenmiştir. Ortadoğu ve dünya genelinde halklardan önemli bir destek de alarak etkili olmuş ve Filistin sorununun tanınmasını ve çözümünü gündeme koymayı başarmıştır. Devletler bile güçlenen ve dünya haklarından önemli bir ilgi ve destek gören Filistin halkının davasına ilgisiz kalamamıştır.
HAMAS’IN ÖNÜ FİLİSTİN MÜCADELESİ ZAYIFLASIN DİYE AÇILDI
Filistin hareketinin zayıf düşmesinin ve bugünkü parçalı durumun ortaya çıkmasının birçok nedeni vardır. Bunlardan en önemli olanlarını belirtmek önemlidir. Filistin hareketinin güçlenmesinin temelinde halkların işgal ve sömürgecilikten kurtuluşunu ön gören sosyalist ideolojinin etkisi veya katkısı belirleyicidir. 1960'lar ve 70'ler dünyasında Filistin hareketinin sağladığı gelişme bununla bağlantılıdır. Şüphesiz direniş gruplarının tümü sosyalist ideolojiye sahip değildi. Fakat sosyalist ideolojiye sahip olmayanlar bile bunun hem etkisi altındaydı hem de yarattığı siyasi ve toplumsal zemine dayanıyorlardı. Benzer çıkışlar ve gelişmeler Ortadoğu'nun diğer ülkelerinde de oluyordu. Bunlardan biri de Kurdistan'dı. Tabii dünya ve özellikle de Ortadoğu'da ortaya çıkan bu gelişmeler kapitalist modenitenin çıkarları açısından tehlike arz ediyordu. ABD, sosyalist gelişmenin önünü almak için dinci ideolojiyi benimseyen grupları destekleme, böyle gruplar yaratma yoluna başvurdu. Bunun sonucu olarak Ortadoğu'da radikal İslamcı denen gruplar ortaya çıktı. Bunlarla sosyalizmin daha fazla gelişmesinin önü alınmış oldu. Sovyetler dağıldıktan ve geleneksel sosyalist ideoloji etkisini yitirdikten sonra bu radikal dinci gruplara verilen misyon da tamamlanmış oldu. ABD'nin geliştirdiği bu politika NATO tarafından yürütülüyordu. Buna "Yeşil Kuşak Projesi" deniliyordu. Örneğin Türkiye'nin NATO'ya alınması ve daha sonra da gelişen demokratik halk hareketine karşı komünizmle mücadele adı altında tarikat ve dinci grupların peydahlanarak birer kontra haline getirilmeleri bu amaç ve politikayla ilgilidir. Bugün Türkiye'yi yöneten kadrolar ABD ve NATO'nun kurduğu derneklerde yetişmişlerdir. Dolayısıyla sarf edilen ABD, İsrail, NATO karşıtlığı söylemden ibarettir. Bunda amaç ABD, İsrail ve NATO'ya istemlerini daha fazla kabul ettirmek, onlardan daha fazla destek almaktır.
Birçok dinci örgüt gibi Hamas da bu politikanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Filistin hareketi parçalansın ve zayıflasın diye Hamas'ın önü açıldı. Bizzat ABD ve İsrail tarafından teşvik edildi ve desteklendi. Bununla sadece Filistin hareketinin zayıflanması değil, aynı zamanda Filistin davasının saptırılması da hedeflendi. Dinci ideoloji geliştirilerek Filistin halkının işgal ve soykırıma karşı mücadelesi saptırıldı. Kurtuluş ve özgürlük mücadelesi dini bir kisveye büründürüldü ve din savaşına dönüştürüldü. Zaten İsrail devleti dinci bir zihniyete sahiptir. Bunun karşısında dinci bir zihniyete sahip Hamas örgütü yaratıldı ve böylece Filistin halkının haklı davası saptırıldı. Şimdi dinlerin savaşı, Armageddon vb. şeyler belirtilmektedir. Bunlar çılgınlık derecesinde ortaya atılan yalan, yanlış ve saptırılmış şeylerdir. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Tevrat'ta sözü edilen olayları örnek vermesi, ondan kısa süre önce de İran cumhurbaşkanının BM toplantısında Mehdi'nin şu an yeryüzünde olduğunu ve yaşadığını belirtmesi bu saptırılmanın düzeyini ifade etmektedir. Bu söylem ve yaklaşımların altında söz konusu devletlerin çıkar çatışması vardır. Maalesef Hamas öne çıkarılıp Filistin davası zayıflatıldıktan sonra Filistin hareketi bağımsızlığını yitirdi. Şimdiki durumda Filistin hareketinin değil, dış dinamiklerin ağırlığı ve yönlendirmesi vardır.
HALKLARIN BİRLİKTELİĞİ YERİNE DİPLOMASİ İLE ÇÖZÜM, SORUNU ÇÖZMEDİ
Filistin hareketini zayıflatan bir diğer durum ise, salt diplomasi yapılarak sorunun çözüleceğine inanılması olmuştur. Hareketin önderliğinin Filistin ve İsrail halklarının demokratik birliğine ve ortak mücadelesine dayanma yerine devletle yapılacak diplomasiyi esas alması tarihi bir hata olmuştur. Bu yanlış yaklaşım pahalıya mal olmuştur. Eğer diplomasiye dayanma yerine İsrail ve Filistin halklarının demokratik ittifak ve mücadelesi esas alınsaydı hem Filistin sorununun çözümü mümkün olurdu hem de İsrail'in demokratikleşmesi gelişirdi. Fakat bu yapılamadı. Oslo görüşmeleriyle Filistin hareketi pasifize edildi. Bu, işgal ve soykırımın daha da derinleşmesine yol açtı. Bunu başaran Önder Apo olmuştur. Filistin hareketine dayatılanların benzeri Kürt halkına ve Kürt özgürlük hareketine de dayatılmıştır. Türk devleti özgürlük mücadelesinin önünü almak için Kurdistan'da tarikatları, JİTEM denen kontra örgütleri, koruculuğu geliştirdi. Bunlardan biri de, halkımızın Hizbulkontra dediği dini kisveye bürünmüş kontra yapılanmasıydı. Bugün de devlet bu yapıyı desteklemekte, onlar eliyle Kurdistan'da hakimiyetini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bir önceki İçişleri Bakanı'nın bu konuda söyledikleri işin özünü ortaya koymaktadır. Öte yandan tıpkı Filistin hareketine yapıldığı gibi görüşme ve diyalog adı altında Kürt Özgürlük Hareketi de teslim alınmak isteniyordu. Fakat Önder Apo geliştirdiği demokratik ulus çözümüyle, yeni dönemde mücadeleyi halkların demokratik ittifakına ve ortak mücadelesine dayandırarak bunun önünü almıştır. Böylece özgürlük ve demokrasi mücadelesi gelişmesini sürdürmüştür. Kurdistan ve Ortadoğu'da özgürlük umudu bununla korunmuştur. Bunun sonucunda Türkiye ve Suriye'de önemli gelişmeler sağlandı. Türkiye'de Kürt halkıyla demokrasi güçlerinin geliştirdiği demokratik ittifak önemli bir mevziiye dönüştü. Rojava Devrimi gerçekleşti. Kürtler ve Araplar demokratik temelde yeni bir ilişki geliştirdiler. Rojhilat ve İran'da da son derece önemli gelişmeler yaşandı.
Sorunuzun özüne gelince, İsrail-Hamas savaşı olarak tabir edilen bu savaşın bölgesel bir nitelik kazanmasından bahsedilmesi, hem başta belirttiğimiz Ortadoğu'daki meselelerin iç içe olmasını hem de birçok gücün ve bu arada dış güçlerin meseleye dahil olmasını ifade etmektedir. Lübnan Hizbullahı'nın konumu ve meseleye dahil olması da bu çerçevededir. İran'ın, Lübnan Hizbullah'ı ve diğer birçok güç üzerindeki doğrudan etkisi ve yönlendirmesi bilinmektedir. Bunlar sır değildir. Hamas üzerindeki etkisi de malumdur. Dolayısıyla Hizbullah veya diğer güçlerin belirttiğiniz biçimde hareket etmeleri İran'dan bağımsız olmaz. Türk devletinin de Hamas'la ilişkileri vardır. AKP-MHP iktidarı ve Tayyip Erdoğan öteden beri Hamas'ı ve Filistin davasını kullanmaya çalışıyor. Filistin davasını en fazla kullanan, istismar eden devlet Türkiye'dir. İsrail üzerinde ise ABD'nin ve diğer belli başlı kapitalist modernite güçlerinin etkisi vardır. Tüm bu güçler İsrail-Filistin sorununu kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar. Bu açıdan savaşın, sözü edilen biçimde bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığı ve tehlikesi vardır. Zaten olup bitenler Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında olmaktadır. Kapitalist modernite güçleri arasında güç mücadelesi vardır. Enerji kaynaklarına, enerji hatlarına, ticaret yollarına, suya, toprağa, şuna buna sahip olma mücadelesi vardır. Birbirlerini zayıflatmak için her türlü konuyu ve sorunu kullanmaktan geri durmuyorlar.
ÇATIŞMAYA YOL AÇAN HER YAKLAŞIM SORUNUN DERİNLEŞMESİNİ SAĞLAR
İsrail’e her tür desteği sunan ABD’nin İsrail’i “frenleme” çabalarından bahsediliyor. ABD ne yapmak istiyor? Başını çektiği hegemonik güçlerin bu savaşla hedeflediği nedir? Büyük Ortadoğu Projesi güncelleniyor mu?
Bu konuda öncelikle şunu belirtmek istiyoruz. ABD başta olmak üzere tüm güçlerin yaklaşımı çatışmayı derinleştiren tarzda olmamalı. Çatışmaya yol açan her yaklaşım sorunun daha da derinleşmesine, çözümsüz kalmasına yol açar. Çaba gösterilecekse, bunun çatışmanın önlenmesi ve sorunun çözümü için olması gerekiyor. Bu, demokratik ve siyasi bir iradenin ortaya konulmasıyla, demokratik yöntemlerin esas alınmasıyla olabilir. Küresel ve bölgesel çıkarın korunması, birbirine karşı hamle yapma veya mevzi tutma kaygısıyla yapılanlar buna hizmet etmez. Filistin halkına bir soykırım uygulanıyor. Gazze'de yapılanlar da budur. Bu uygulamanın sona ermesi, Filistin topraklarının işgal edilmesinin durdurulması gerekiyor. Çözüme bununla gidilebilir. Bunu sağlayacak çabalar olmalıdır. Çözüm bunun üzerinden gelişebilir. Çokça sözü edilen İsrail'in güvenliği de ancak bununla olabilir. Tabii başta ABD olmak üzere kapitalist modernite güçlerinin bu tarzda yaklaşmadıkları, sorunun çözümünü sağlayacak demokratik bir yaklaşım içerisinde olmadıklarını, siyasi ve ekonomik çıkarlara göre yaklaştıklarını ve bunun da çatışmayı ve çözümsüzlüğü derinleştirdiğini biliyor ve görüyoruz. ABD, kapitalist modernitenin hegemonik gücüdür. Üçüncü Dünya Savaşı'nın en önemli tarafıdır. Bu özelliğinden dolayı ABD'nin sorunların demokratik çözümünün parçası olması, bunun çabası içerisinde olması mümkün olamamaktadır. İsrail'in frenlenmesinin sözü ediliyor fakat İsrail'i bu noktaya getiren, bunca yıldır işgal ve soykırım politikalarını uygulamasına zemin oluşturan; ABD, NATO ve diğer küresel sermaye güçlerinin politikaları olmuştur. Dolayısıyla sınırlandırılması gereken güçlerin başında ABD gelmektedir. ABD'nin başını çektiği kapitalist modernite sistemi sınırlandırılırsa, kapitalist modernitenin küresel çıkarlarına dayalı politikaların önü alınırsa İsrail devleti de sınırlandırılmış olur. Peki bunu mevcut ABD veya ABD yönetimi yapabilir mi? Bunun yorumlamaya gerek yoktur, çünkü yapmadığı ortadadır. Devletler ve tüm kapitalist modernite güçleri sorunların çözümünü sağlayacak zihniyete ve ferasete sahip değildir. Tek tek devletlere veya kapitalist modernite sistemine bir adım attırılacaksa bu, toplumsal mücadelenin gelişmesiyle olabilir. Toplumun güçlü tepkisi gelişirse ABD de diğer kapitalist modernite güçleri de adımlar atmak zorunda kalabilirler. Dolayısıyla çözümü sağlayacak olan toplumsal mücadeledir.
ABD'nin ve Ortadoğu'daki devletler dahil diğer tüm güçlerin Üçüncü Dünya Savaşı çerçevesinde hareket ettikleri çok açıktır. Üçüncü Dünya Savaşı, kapitalist modernite güçleri arasında süren ve küresel ve bölgesel düzeyde başat güç olma, enerji alanlarına ve hatlarına, ticaret yolları ve stratejik jeopolitiklere sahip olma mücadelesinden kaynaklanan bir savaştır. Bu savaş aynı zamanda kapitalist modernite sisteminin derinleşen krizini ortaya koymaktadır. Kapitalist modernite güçleri dünya savaşıyla ayakta kalmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bu savaş her ne kadar devletler arasındaki güç mücadelesinden, maddi kaynaklara sahip olmaktan kaynaklansa da özünde topluma ve halklara karşı yürütülmektedir. Dikkat edilirse bu savaşın kurbanları toplum ve halklar oluyor. Gazze'de süren savaş buna en iyi örnektir. ABD, Türkiye, İran, NATO güçleri ve diğer birçok devlet Filistin halkının davasını çıkarları için kullanmaktadırlar. Buna İsrail devletini ve yönetimini de dahil etmek gerekiyor. İsrail devleti de kapitalist modernitenin bir parçasıdır ve İsrail halkı üzerinde geliştirdiği baskı, korku ve komplolarla özünde sistemin çıkarlarını sağlamaya çalışıyor. Bu yöntem ve politikalarla Yahudi halkının özgür ve güvenli yaşamının sağlanamadığı çok açıktır. Filistinliler katledilirken, Filistin işgal ve ilhak edilirken nasıl Yahudi halkı özgür olabilir, güven içerisinde yaşayabilir? Buna dayalı bir Yahudi vatanı olabilir mi? Olamayacağı çok açıktır. Demek ki İsrail devleti ve yönetimleri çokça sözünü ettikleri kaygılarla hareket etmemektedir. Günümüzde bu gerçeğin İsrail halkı tarafından da kavrandığına inanıyor ve bunu önemsiyoruz.
FİLİSTİN HALKININ DAVASI ÇIKAR MÜCADELELERİNDE KURBAN EDİLİYOR
Ortadoğu önemli bir merkezdir. Ortadoğu'ya dayanmayan bir sistemin veya gücün ayakta kalması, başat konuma geçmesi mümkün değildir. Tarihte de günümüzde bu gerçeklik değişmemiştir. Bazılarının dillendirdiği gibi Ortadoğu'nun öneminden herhangi bir azalma yoktur. Tam tersine tüketim toplumu aşamasına varan kapitalist modernite sistemi açısından merkez teşkil eden alanların önemi daha da artmıştır. Günümüzde önemsiz bir coğrafya kalmamıştır demek yanlış olmaz. Ortadoğu ise önemli bir jeopolitik alana sahiptir. Hem çok büyük enerji kaynaklarına sahiptir hem de enerji hatlarını ve ticaret yollarını kesmektedir. Bağrında güçlü bir toplumsal kültürü de barındırmaktadır. Böylesi özellikleri olan bir yer elbette önemlidir. Şimdi ABD'nin yanı sıra Rusya'nın, Çin'in ve hatta Hindistan gibi güçlerin bölgeye olan ilgisi ve ilişiği artmıştır. İran ve Türkiye küresel güçlerle geliştirdikleri ilişkilerle bölgede etkili güç olmaya çalışıyorlar. Suudi ve benzer devletlerin de böyle bir iddiası ve yaklaşımı vardır. İran geniş bir alanda kendisine bağlı gruplar oluşturmuş ve bunlara dayanarak bölge üzerindeki etkisini artırmaya çalışıyor. ABD'yle olan sorunlarının içe yansımasını da bu şekilde engelliyor. Adeta kavgasını dışarıda yürütmesini sağlayan bir sistem kurmuştur. Türkiye ise Kürt soykırımı üzerinden bölgede güç olmaya çalışıyor. Kürt soykırımı konusunda destek almak şartıyla her türlü ilişkiye gerebilmektedir. Tabi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu'da da ABD'nin önemli bir etkisi vardır. ABD öteden beri Ortadoğu'yu çıkarları çerçevesinde dizayn etmek istemektedir. Şimdi de bu saikla hareket etmektedir. Öte yandan ABD ile Çin arasında süregelen çelişki ve rekabet vardır. Pasifik Asya üzerinden süren bu çelişki ve rekabetin dünyanın başka alanlarına taşındığı görülmektedir. Bunun Ortadoğu'ya da yansıdığı söylenebilir. Son dönemde Çin'in bölgeyle ilişkileri artmaktaydı. Bazı stratejik hamleler yaptı. Bunların başında aralarında tarihsel çelişkiler olan İran ve Suudi devletlerini buluşturması, iki devlet arasındaki ilişkilerin düzelmesini sağlayama dönük çabası öne çıktı. Çin aynı zamanda Filistin sorunuyla da ilgilenmek istediğini belirtmekteydi. Ortadoğu'daki her şey bu kadar iç içe ve birbirini etkiler durumdayken, 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas'ın eylemleriyle başlayan ve İsrail devletinin Gazze'ye yönelik saldırılarıyla derinleşen ve şimdi bunun bölgesel bir savaşa yol açabileceği söylenen gelişmelerin bu durumdan bağımsız olması mümkün müdür? Elbette değildir. Olabilir demek Ortadoğu gerçeğinden hiçbir şey anlamamak demektir. Kısa süre önce Hindistan'da yapılan G-20 zirvesinde Çin'in geliştirmek istediği enerji ve ticaret sistemini ve yollarını boşa düşüren kararlar alındı. Çin'in yanı sıra İran, Türkiye, Rusya vb. güçlerin bu kararlardan ve oluşturulan yeni enerji ve ticaret projesinden rahatsız oldukları bilinmektedir. Dünyaya ve yaşama bu pencereden bakan, maddiyat ve güç istemiyle hareket eden tüm bu kapitalist modernite güçlerinin üzerinde oyun oynamayacakları, çıkarlarına alet edemeyecekleri konu yoktur. Bu güçler Filistin halkının davasını da çıkarlarına, aralarındaki güç ve rekabet ilişkisine kurban etmektedirler. Bu çok açık bir durumdur. Kürtlere de bu çerçevede yaklaşmaktadırlar. Önemli olan bunun farkında olmamız, özgürlük ve demokrasi mücadelemizi halkların gücüne ve birliğine dayandırarak sürdürmemizdir.
Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Irak, Körfez ülkeleri… Bölgesel bütün ülkelerin içine girdiği diplomasi trafiği söz konusu. Arap ülkelerinde öne çıkan “ateşkes” talebi var. Arap devletlerinin Filistin sorununa yaklaşımı nedir? Bu yaklaşım, Filistin halkını ve mücadelesini nasıl etkiliyor?
İsrail devleti öteden beri Siyonist ideolojinin öngördüğü amacı gerçekleştirmenin çabası içerisindedir. Buna göre Yahudi toprakları olarak belirlenen coğrafyanın diğer haklardan veya topluluklardan arındırılması, buranın tümüyle Yahudilerin yaşadığı bir yer haline getirilmesi gerekiyor. Bu da Filistin'in işgali ve Filistin halkının soykırımdan geçirilmesi anlamına geliyor, ki tüm sorunlar kaynağını buradan alıyor. Bu fikir İsrail devletinin ve yönetimlerinin resmi politikası olmuştur. Genel olarak Arap halkının ve kısmen de Arap devletlerinin mücadele, itiraz ve baskısı; özelde ise Filistin halkının örgütlü mücadelesi ve direnişi yer yer İsrail devletini bazı çözümleri gündeme almaya zorlamış olsa da bu fikir ve politika değişmemiştir. Şimdi de İsrail'in ulaşmak istediği amaç ve izlediği siyaset budur. Öte yandan bu ideoloji ve politika başta ABD olmak üzere kapitalist modernite tarafından da daima desteklenmişti. Dolayısıyla İsrail devletinin zihniyeti ve izlediği politikalar salt iç dinamiklerin sonucu da değildir. Kapitalist modernitenin Ortadoğu'da İsrail'e biçtiği bir rol vardır ve İsrail'den bu rolü oynaması beklenmektedir. Bazılarının böyle düşünmediğini hatta tersi olarak İsrail'in başkalarına rol verdiğini düşündüğünü biliyoruz. Fakat gerçeklik böyle değildir. İsrail devleti Siyonizm denilen ideolojiye ve politika mahkum kılınmıştır. Bunun değişmesi, içte ciddi bir toplumsal mücadele ve bunun sonucunda gerçekleşecek dönüşümle mümkündür. İsrail toplumu içerisinde gittikçe böyle bir bilincin ve hareketin oluştuğunu söylemek yanlış olmaz. Bunu doğru ve olumlu bir gelişme olarak görmek gerekiyor. İsrail'i dönüşüme uğratacak, Filistin sorununun çözümünü de kapsayan Arap-Yahudi çelişki ve çatışmasını sonlandıracak olan bu türden gelişmeler olacaktır. Dolayısıyla bunu önemsemek ve bunun gelişmesi için çabalamak gerekiyor. Bu olmadan arkasına ABD, NATO ve diğer kapitalist modernite güçlerini alan İsrail'in işgal, ilhak ve soykırım politikasından vazgeçmesi mümkün olmaz. Öte yandan bu durum, karşıtını da kendisine benzetmektedir. İsrail'e ve onun politikalarına karşı olanlar, böyle bir İsrail'e karşı mücadele etmek için ABD'lere, NATO'lara ihtiyaç duymaktalar. Bu da onları ya ABD ve NATO'ya ya da ABD ve NATO güçleriyle bazı çelişkiler yaşayan ama özünde ABD ve NATO güçlerinden farklı olmayan, onlar gibi ekonomik-siyasi güç peşinde koşan, küresel ve bölgesel çıkarlarını düşünen güçlere bağımlı kılmaktadır. En büyük kördüğümlerden birinin bu olduğunu düşünüyoruz. Ne yazık ki Filistinli örgütlerin içerisine düştüğü durum ekseriyette böyledir. Ya ABD ve NATO'nun ya da onlarla çelişki yaşayan güçlerin bağımlısı durumuna gelmişlerdir.
ARAP DEVLETLERİ İLE ARAP HALKIN SORUNA YAKLAŞIMLARI FARKLI
Arap ülkelerine gelince... Buna Arap devletleri demek daha doğru olur. Çünkü halkın yaklaşımı ile devletlerin yaklaşımı farklıdır. İsrail devletinin kuruluşu sürecinde krallıklarla yönetilen Arap devletleri vardı. Bu devletlerin nasıl oluşturulduğu bilinmektedir. Bu krallıklar İngiltere tarafından kurulmuştur ve ona bağımlıydılar. İsrail de İngiltere'nin oluruyla kurulmuş bir devlettir. Halktan kopuk bu krallıkların İngiltere ve dolayısıyla kapitalist modernite tarafından stratejik rol verilen İsrail devletini durdurmaları mümkün olamazdı. Arap milliyetçiliğinin geliştiği ve bu ideolojiye göre rejimlerin değiştiği süreçten sonra da bu durum değişmemiştir. Zaten 1970'lerle birlikte Arap devletlerinin Filistin sorununa olan ilgileri azalmıştır. Kendi içlerinde çelişkileri derinleşmiş, İsrail ve dış güçler bu çelişkilerden yararlanmıştır. Resmi düzeyde olmasa da birçok Arap devleti bu tarihten sonra İsrail'le ilişkiler geliştirmişlerdir. Filistin hareketine ise kerhen ve sınırlı bir destek vermişlerdir. Devlet çıkarları ve dengeler öne çıkmıştır. Şimdi de bu kaygılar öndedir. Hatta geçmişe göre devlet çıkarları ve dengeler çok daha fazla öne çıkmıştır. Söz konusu gelişmeler başlamadan önce birçok Arap devletiyle İsrail arasında resmi diyaloglar vardı. Abraham-İbrahimi Antlaşma adıyla aralarında bir uzlaşma ve anlaşma sağlanmıştı. Şimdiki durumdan dolayı bu sürecin akamete uğradığı belirtiliyor, fakat bu sürece taraf olan hiçbir Arap devletinin bunu doğrulayacak bir tutumu görülmemektedir. Tabii şu da görülüyor. Arap devletleriyle İsrail arasında yapılan anlaşma Filistin sorununun çözümünü öngörmekten uzaktır. Filistin sorununu çözmeyen veya böyle bir çözümü öngörmeyen bir anlaşmanın olması veya başarılı olması ise kolay değildir. Şimdi Arap devletlerinin çok önemli bir kısmının ABD'yle ilişkileri vardır. Bir nevi ABD ve İsrail'e bağımlıdırlar. ABD'nin Ortadoğu'da kurduğu dengeye göre vardırlar ve siyaset yapıyorlar. Şu anki durumda tümünün gözü kulağı esas olarak ABD'dedir. Ne Arap Birliği, ne İslam İşbirliği Teşkilatı ne de diğer hiçbir oluşumun ABD ve NATO'ya rağmen bir şey yapacak durumları yoktur. Ateşkes çağrıları ve sözlü tepkilerin hiçbir gerçek değeri yoktur. Bunlar görüntüyü kurtarmak, Arap halkının tepkisini dindirmek için yapılmaktadır. Bu süreci yöneten güç, ABD'dir. ABD'nin ise küresel ve bölgesel hesapları, planları vardır. Buna göre hareket ediyor. Şüphesiz ciddi bir toplumsal tepki ve baskı ABD'ye, İsrail'e, hatta Arap devletlerine bazı adımları attırabilir ve bu da planda değişikliklere yol açabilir. Bunun dışında işleyecek olan ABD'nin planıdır.
İRAN KAPİTALİST MODERNİTE SİSTEMİNİN BİR PARÇASIDIR
İran ve Türkiye’nin resmi olmasa da fiili olarak bu savaşta olduğu çokça değerlendiriliyor. Bu iki ülkenin Filistin meselesine yaklaşımı nedir, ne tür hesapları var? Filistin meselesi bu iki ülke ilişkilerini nasıl etkiler? Bu durum Suriye ve Irak’taki pozisyonlarını, politikalarını etkiler mi? Yaşanan savaş Kürt sorununa nasıl yansır?
İran ve Türkiye bölgede etkinliklerini arttırmaya çalışan iki devlettir. Çıkarları farklı olsa da ikisi bu hedefte birleşiyorlar. Bu da onları hem birbiriyle rekabet ve güç mücadelesine itiyor hem de birbirini gözetlemeyi zorunlu kılıyor. Elbette nihai olarak biri diğerinin etkinliğini olabildiğince azaltmaya ve mümkünse sıfıra düşürüp kendi egemenliğine almaya çalışır veya bunu ister. Bu, devletlerin temel bir özelliğidir. Fakat bu her zaman olan bir şey değildir. Çoğunlukla başka güçlerle geliştirilen ilişkilerle birbirini dengeleme veya birbirine üstünlük kurmaya çalışırlar. Birbirini yutup yok etmek az rastlanır bir durumdur. Bu olsa bile zamana yayılmış bir politika ve planın sonucu olabiliyor. Bununla birlikte aralarındaki çelişki ve mücadeleyle birlikte birbiriyle ilişkiler de olmaktadır. Biri diğeri üzerinde mutlak bir üstünlük kurmadan ötekini görmezden gelemez. İran ve Türkiye arasında da böyle bir diyalektik vardır. Hem aralarında bölgesel güç olma mücadelesi vardır hem de birbirleriyle ilişki içerisindedirler. Biri diğer üzerinde mutlak bir üstünlük kuramadığından birbirini gözetleyen dengeli bir politika izliyorlar.
İran, sistemin dışında olan bir güç değildir. O da kapitalist modernite sisteminin bir parçası ve sistem içi güç mücadelesinin bir tarafıdır. Dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı'nın aktif bir gücüdür. Eğer kategorize edilirse ABD-Avrupa-Rusya-Çin çelişki ve çatışmasında Rusya-Çin cephesinin yanında yer alarak politika yapmaktadır. ABD'nin siyasi ve ekonomik baskılarını bu cephenin yanında yer alarak etkisizleştirmeye veya savuşturmaya çalışmaktadır. Bunun yanında bir de İran'ın bölgede geliştirdiği bir cephe vardır ki, bu Şii Hilali olarak tanımlanıyor. Irak'ta, Suriye'de, Lübnan, Yemen ve daha başka yerlerde bu cepheye dahil olan güçler vardır. Bu güçler, aynı zamanda sözü edilen devletlerin yönetimi konumundadırlar. Fakat bu devletlerde bir dağılmadan da bahsedilebilir. Ya iç savaş içerisindedirler ya da dağılmış, parçalanmış durumdadırlar. Zaten böyle bir durumu yaşamalarından dolayı İran onları kendisine yaklaştırmış veya kendisine yakın olanları devlet üzerinde etkili kılmıştır. Yine de bunlar önemli güçtürler. İran'ın bu güçlere dayanarak bölgede siyaset yaptığı ve bundan önemli bir güç devşirdiği bilinmektedir. Bölgede ABD ve İsrail'in kendisine karşı siyasetini bu güçler eliyle dengelemeye çalışıyor. Bundan belli sonuçlar da almaktadır. Fakat buna rağmen İran tehlikeyi atlatan, bölgede siyasetini kabul ettiren bir ortam yaratmış değildir. Tıpkı İsrail devleti gibi İran devleti de varlığını tehlikede görüyor.
Her şeyde olduğu gibi Filistin davasına yaklaşımı da bu çerçevede olmaktadır. İran öncelikle devlet olarak varlığını koruma kaygısını taşıyor. Bu kaygıyı çok fazla hissettiğinden tehlikeyi artıracak adımlara fazlasıyla dikkat ediyor. İran devleti esasta mevcut konumuyla ve siyasetiyle bölgede kabul görmesini istiyor. Bölgedeki ilişki ve ittifaklarını bunun için kullanıyor. Hamas'la ilişkileri de bu çerçevededir. Hamas ise demokratik bir öze ve çizgiye sahip olmadığından İsrail karşısında mücadele etmek, etkili olmak veya varlığını korumak için İran ve Türkiye gibi güçlere ihtiyaç duyuyor. Başka güçlerle ilişkileri olsa da esasta Türkiye ve İran'la geliştirdiği ilişkilerle etkili olmayı umuyor. Bu da Hamas'ı bölgesel çıkar, rekabet ve güç mücadelesinin parçası haline getiriyor. Bu, tabii ki Filistin davasına zarar vermektedir. Filistin davası bölgesel çelişkilerin parçası haline geldikçe demokratik mücadele çizgisi gerilemekte ve çözümden uzaklaşılmaktadır. Halbuki gelişme demokratik mücadele çizgisinin esas alınması ve güçlenmesiyle olabilir. Filistin hareketi Altı Gün Savaş'ından sonra Arap devletlerinin çözüm gücü olmadığının anlaşılması üzerine gelişip güçlenmiştir. Filistin halkının mücadelesi bununla güçlenmiştir. Fakat şimdi bu bağımsız ve demokratik duruş kaybedilmiştir. Eski dönemin bile gerisine düşülmüştür. Şüphesiz bu Filistin hareketinin ilişkiler geliştirmeyeceği, devletlerden destek almayacağı anlamına gelmemektedir. Önemli olan halka dayalı direniş ve mücadelenin esas alınmasıdır. Bu esas alınmadığı sürece alınan hiçbir destek mücadeleye hizmet etmez. Kaldı ki devletlerin vereceği destek yürüttükleri siyasete göre olmaktadır. İran da, Türkiye de ve bir bütün Arap devletleri de çıkarlarını esas alan bir siyaset izlemektedirler. Bu devletlerin hiçbiri ezilen halkların stratejik ilişkileri olamazlar. Görüldüğü gibi İran dahil hiçbir devletin somutta attıkları bir adım yoktur. İran, dışarıda oluşturduğu halkaları kendi politikasına göre işlemektedir. İsrail'in Gazze'ye yönelik planı netleştikten sonra İran'ın Hizbullah'ı ve diğerlerini aktif bir şekilde harekete geçirerek ve bizzat kendisi de devreye girerek hamle yapacağı birçok çevre tarafından bekleniyordu, fakat böyle olmamıştır. Çünkü ne İran ne başkası dengeleri alt üst edecek bir tutumu göze alacak durumda değildirler. Şüphesiz Ortadoğu'daki sorunlar derindir ve dengeleri sarsacak ve değiştirecek bir potansiyele sahiptir. Buna yol açacak faktörlerden biri de hiç şüphesiz İsrail-Filistin sorunu ve çatışmasıdır.
TÜRKİYE GAZZE'DEKİ SAVAŞIN İÇİNDEDİR, BİR PARÇASIDIR
Türkiye'nin bölgedeki gelişmelere yaklaşımı ise büsbütün faydalanma temelindedir. Türk devlet sistemi demokratik özden tamamen kopuk olduğundan, yani devlet üzerinde toplumun etkisi hiç olmadığından, olanın çok üstünde bir pragmatizmle hareket edebiliyor. Bugün yanlış dediğine yarın doğru diyebiliyor, düşman bellediklerine yarın sarılabiliyor. Şüphesiz Türk devleti sahip olduğu jeopolitik konumunu kullanarak böyle bir siyaset yürütebiliyor. Eğer bu olmasaydı böyle bir tarzı sürdüremezdi. Türk devleti tüm bunları ise sahip olduğu tek politika olan Kürt soykırımı politikalarını geliştirme uğruna yapıyor. Türk devletinin temel politikası Kürtleri soykırıma uğratma politikasıdır. Bütün siyasetini ve ilişkilerini buna göre yapıp yürütüyor. Filistin davasına yaklaşımı da bu şekildedir. Filistin davasını savunuyor gibi görünerek gerçekte yaşanan durumdan istifade etmek istiyor. Türkiye, gerçekte Kürt soykırımı politikalarını sürdürmenin imkanlarını geliştirmenin ve bu şekilde bölgede gücünü artırmanın kaygısı içerisindedir. Söylemde sert görünüp hiçbir somut adım atmaması bundan dolayıdır. Çünkü Türk devleti çok iyi biliyor ki ABD, İsrail, Avrupa ve NATO desteği olmadan Kürt soykırımı politikalarını sürdüremez. Bugüne kadar bu güçlerden aldığı destekle Kürt soykırımı politikalarını yürütebilmiştir. Dolayısıyla Türk devleti açısından bu destek önemlidir. Tayyip Erdoğan'ın ortaya koyduğu rahatsızlıklar ve itirazlar bu desteği arttırma amacıyladır. AKP-MHP iktidarı bugüne kadar bu desteği aldığı için Filistin davasıyla gerçekte ilgilenmemiştir. Bu durumlar ortaya çıkmadan çok kısa süre önce Tayyip Erdoğan ABD'de de Netanyahu ile görüşme yaptı. Gazze'ye yönelik saldırılar başladığında Tayyip Erdoğan "Ben İsrail'e gidecektim ama artık vazgeçtim" dedi. Gazze halkı katliamdan geçirilirken Tayyip Erdoğan ağzından Türk devletinin tepkisi bu olmuştur. Halbuki Türkiye ile İsrail arasında milyar dolarları bulunan askeri, ticari, ekonomik anlaşmalar vardır ve bu anlaşmalar olduğu gibi sürmektedir. İsrail ordusunun mermilerinin bile Türkiye'den giden çelikten yapıldığı bilinmektedir. İsrail'in ordusu, uçakları, tankları Konya'daki merkezde tatbikatlar yapıyor, bir kısmı Türkiye'de üretiliyor. İşte Türkiye bu kadar bu savaşın içerisindedir, bu savaşın bir parçasıdır. Bunlar kamuoyundan gizlenerek ikiyüzlülüğün üstü örtülmeye çalışılıyor. Çok riyakarca bazı göstermelik şeyler yapılarak; örneğin, sözüm ona parlamentoda İsrail ürünlerinin alımı ve tüketimi yapılmayarak İsrail devletine karşı tepki geliştirilmiş oluyor. Fakat askeri ilişkiler, enerji ve ticaret hatları full çalışıyor, günlük olarak milyon dolarlar gidip gelmeye devam ediyor. Gerçekten de çarpıtmanın, özel savaşın bu kadarına pes doğrusu! Maalesef sözüm ona muhalif geçinenlerin içerisinde bulunduğu zavallı durum iktidarın bu oyunları oynamasına zemin sunmaktadır.
Türk devletinin İsrail'e yönelik belli bir söylem geliştirmesinin nedenlerinden biri de İran faktörüdür. Filistin sorunu çözülmediği müddetçe Arap ve İslam ülkeleri içerisinde İsrail'e yönelik tepkiler sona ermez. İran, bu tepkinin oluşturduğu ortamdan faydalanmaktadır. Bölgede İran'la çelişkileri olan ve aralarında bölgesel güç mücadelesi olan Türkiye'nin bunun dışında kalması, bu alanı tümüyle İran'a bırakması düşünülemez. Türkiye belli bir tepki geliştirerek ve tepkinin bir kısmını etrafında toplayarak ilginin tümüyle İran'a kaymasının önünü almaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin yaklaşımları son derece "politiktir" ve bu ABD'nin oluru dışında değildir. Bir diğer neden ise Türkiye'deki iç kamuoyudur. AKP-MHP iktidarı toplum üzerinde sıkı bir yönlendirme ve kontrol kurarak devleti ve ülkeyi yönetmektedir. Bunun olması için algı oluşturmak ve algıları yönetmek çok önemli hale gelmiştir. Yakın zamanda yerel seçimlere girileceği de düşünüldüğünde AKP-MHP iktidarının bu durumu bir fırsata dönüştürmek isteyeceği çok açıktır. Nitekim sözüm ona Filistin ve Gazze için İstanbul'da yapılan mitingde kitlelere Kürt ve Rojava düşmanlığı anlatıldı, yeni işgallerin yapılacağı belirtildi. Türkiye'de milliyetçilik, dincilik ve Kürt düşmanlığıyla kitleler ajite ediliyor. İslami-dini söylemlerle yürütülen Kürt düşmanlığının üstü örtülüyor. Gerçekte ise Türkiye'nin tek politikası vardır, o da Kürt soykırım politikasıdır. Türk devleti Kürt düşmanlığı ve soykırımı üzerinden bölgede güç olmayı hesaplamakta ve arzulamaktadır. Dini de İslamiyet'i de milliyetçiliği de bunun için kullanmaktadır. Hamas'ı da Filistin davasını da buna alet etmektedir. Bunun ötesinde Türk devletinin Filistin davasına bir ilgisi ve desteği yoktur.
TÜRK DEVLETİ ÇATIŞMALI DURUMDAN RAHATSIZLIK DUYMUYOR
Türk devletinin kaygılı durumu aleyhine olacak şekilde dengelerin değişmesi ve bunun Kürt soykırımı politikalarına zarar vereceği nedeniyledir. Tayyip Erdoğan'ın kaygılı ruh hali bunun içindir. Tayyip Erdoğan'ın tüm çabaları bunu önlemeye ve dahası buradan soykırım politikaları lehinde sonuçlar almaya yöneliktir. Şu bir gerçek ki; Türkiye, dünyada ve bölgede çelişki ve çatışmaların artmasından sürekli faydalanmıştır. Kürt soykırımı politikalarını yürütmede çatışmalı durumun oluşturduğu ortamdan ve dengelerden gördüğü fayda belirleyici olmuştur. Bu faktörler olmasaydı, Türk devleti, kendi gücüne dayanarak Kürt soykırımı politikalarını yürütemezdi. Dolayısıyla Türk devleti Ortadoğu'da çatışmalı durumun gelişmesinden rahatsız değildir. Tam tersine çatışmalı durumdan kendisi için fırsatlar yaratmayı planlıyor. Bunu yaparak Kürtlere karşı savaşta daha fazla destek almayı, Rojava ve Suriye'de yeni işgaller yapmayı planlıyor.
Abdullah Öcalan, Ortadoğu’daki savaş ve çatışmaları değerlendirirken dincilik ve milliyetçiliğin çözüm yaratamayacağını, aksine “İster dincilik ister laik milliyetçilik tarzında olsun, ulus-devletçilik zihniyeti devam ettikçe bu toplumların daha da çatışmaları kaçınılmazdır” diyor ve bu zihniyetin savaşların ve sorunların temel sebebi olduğunu belirtiyor. Çözüm olarak Demokratik ulus çözümünü ortaya koyuyor. Bu çözüm Filistin-İsrail sorununa nasıl uyarlanabilir?
Tarihsel olarak devletçi sistemin gelişmesiyle birlikte toplumsal sorunlar artmıştır. Devlet geliştikçe insanlık eşitlik, özgürlük, kardeşlik, bir arada ve barış içerisinde yaşamaktan uzaklaşmıştır. Sömürü ve savaş hakim hale gelmiştir. Bu tarihsel bir gerçekliktir. Ulus-devlet sistemi ise içerisinde çatışma, savaş ve sömürünün en fazla olduğu devlet sistemidir. Birinci ve ikinci dünya savaşları ve bu iki büyük savaşın öncesinde ve sonrasında yaşanan yüzlerce yerel ve bölgesel savaşlar ulus-devletlerin çıkardığı ve yürüttüğü savaşlar olmuştur. Son iki yüzyıllık çatışma, savaş, sömürü on binlerce yıllık insanlık tarihinde yaşanan olumsuzluklardan yüzlerce kat daha fazladır. Bu savaş aletlerinin gelişmişliğiyle değil, tamamen zihniyetle ilgili bir durumdur. Ulus-devletin en fazla zarar verdiği ve çözüm gücü olmadığı yerlerin başında ise Ortadoğu gelmektedir. Ulus-devlet Ortadoğu'da var olan sorunları katbekat artırmıştır. Şimdi de Ortadoğu'da tüm sorunlar kaynağını ulus-devletten almaktadır. Gelişmelerin önündeki en temel engel ulus-devlettir. Önder Apo hem genel olarak devletin hem de özelde ulus-devletin karakterini, zihniyetini ve yol açtığı sonuçları tarihsel toplumsal gerçeklik içerisinde genişçe ele almıştır. İster laik tarzda olsun isterse de dinci tarzda olsun ulus-devletin yol açtığı sonuçlar aynıdır. Her iki durumda da sorunları arttırmakta, çözümsüzlüğü derinleştirmektedir.
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNÜN ANAHTARI DEMOKRATİK ULUS
Ulus-devletin laik ve dinci biçimine verilecek en iyi örneklerden biri de Türkiye'dir. Türkiye, kuruluşu itibarıyla laik-milliyetçi bir biçime sahipti. Şimdi dinci-milliyetçilik esas alınmaktadır. Her iki durumda da Türkiye'nin sorunlarına gerçek çözüm bulunamamıştır. Çünkü ulus-devletle sorunların çözümü mümkün değildir. Ulus-devlet özünde bir savaş ve soykırım doktrinidir. Topluma karşı yürütülen savaşın yanı sıra ulus-devlet içerisinde olup bitenler krallık ve hanedanlık sürecinde olanlardan daha vahşi, yırtıcı, entrika ve komplolarla doludur. Böyle bir sistemle toplumun aydınlanacağını, ilerlemenin sağlanacağını düşünmek son derece yanlıştır. Özellikle Türkiye'de laiklik fikrini esas alan kesimler böyle bir düşünceye sahiptirler. Dinci milliyetçilik iktidar olup devlete yerleşince laik milliyetçilikle doğru yaşanılacağı, sorunların çözüleceği sanılıyor. Halbuki ulus-devlet aydınlanma, demokratikleşme, doğru ve özgür yaşam önünde bir engeldir. Dolayısıyla milliyetçiliğin her iki türü aşılarak sorunlar çözülebilir ve ilerleme sağlanabilir.
Ortadoğu'da sorunların gerçek çözümü demokratik ulus zihniyetiyle olabilir. Demokratik ulus, ulusal gerçeğin gerçek boyutlarıyla yaşandığı, milliyetçiliğin kör edici ve saptırıcı yönlerinin olmadığı bir ulusal demokratik yaşam biçimidir. Mesela çok sözü edilmiyor ama halkların, toplumların, inanç topluluklarının yanı sıra kadının da kendini en doğru ve özgürce yaşayıp ifade edeceği sistem, demokratik ulustur. Ulus-devlet aynı zamanda erkek egemen zihniyetin ürünü olan güç ve iktidar erkinin en kristalleşmiş halidir. Laik milliyetçilik ve dinci milliyetçilik sadece ulus-devletin farklı biçimleridirler. Böyle bir sistemde toplumun, halkların, kadının var olması, özgürce yaşaması ve kendisini ifade etmesi mümkün değildir. Mümkün olmadığı zaten pratiğiyle ortadadır.
Arap-Yahudi çelişki ve sorunun temelinde milliyetçilik vardır. Dolayısıyla bu sorunun aşılması, birlikte ve barış içerisinde yaşamak ancak milliyetçiliğin aşılmasıyla, ulus-devletin her iki versiyonu olan dinci ve laik milliyetçiliğin aşılmasıyla olabilir. Bizim savunduğumuz çözüm yöntemi budur. Biz daha fazla ulus-devlet kurularak sorunların çözüleceğini düşünmüyoruz. Filistin sorununun çözümü için şu an en ileri çözüm olarak bu sunulmaktadır. Şüphesiz İsrail devleti bunu da kabul etmemektedir. Fakat Filistinliler için de bir devlet kurularak sorunun köklü bir çözümü sağlanamaz. Evvela ulus-devletçi zihniyetin aşılması gerekiyor. Bu gerçekleşmedikçe çelişki ve çatışma bitmez. Ulus-devlet mantığıyla coğrafyalar, dağlar, nehirler, şehirler birbirinden koparılarak çözüm sağlanamaz. Kudüs için bulunan çözüm şehrin ikiye ayrılması olmaktadır. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kadim topraklarda birçok halk, topluluk ve inanç birlikte yaşıyor. Böyle bir çeşitliliğin olduğu bir coğrafyada milliyetçilik ve ulus-devletçilikle sorunların çözümü mümkün olamaz. Bu, birbirini boğazlamaktan başka sonuç vermez. Nitekim yüz yıldır olan budur. Bunun aşılması ancak tüm farklılıkların bir arada yaşayacağı, ulusal, kültürel, inançsal tüm toplulukların kendilerini ifade ettiği demokratik ulus zihniyeti ve çözümüyle olabilir. Demokratik ulus çözümünün en fazla zemin bulacağı yer İsrail ve Filistin halkının yaşadığı coğrafyadır.
ÇÖZÜMSÜZ BIRAKILARAK ORTADOĞU’DAKİ SORUNLU DURUM SÜRDÜRÜLDÜ
Ortadoğu'da sorunların çözümü ve demokratikleşmenin gelişmesi, halkların özgür, güvenli ve barış içerisinde yaşaması açısından Kürt sorunu ile Filistin sorununun çözümünün nasıl bir önemi var?
Aslında röportaj boyunca bu iki sorunun önemi ve öngördüğümüz doğru çözüm yönetimini anlatmaya çalıştık. Ortadoğu'da kapitalist modernite güçlerinin oluşturduğu düzen, halkların aleyhine olmuştur. Kürt ve Filistin halklarının inkarı ve soykırımı bu düzenin bir sonucudur. Bu iki sorun çözümsüz bırakılarak ve soykırıma terk edilerek Ortadoğu'da sorunlu durum sürdürülmüştür. Bununla Ortadoğu'daki ulus-devletler kendi içlerinde ve birbiriyle çatıştırılarak hegemonik güçlerce kontrolü sağlanmış ve böylece Ortadoğu tümüyle bağımlı hale getirilmiştir. Ortadoğu halkları bundan çok büyük acılar çekmiş, zarar görmüştür. En çok Kürt halkı ve Filistin halkı zarar görmüştür. Bu iki sorunun çözümsüzlüğü sadece bu halklara değil, sözünü ettiğimiz biçimde bölge üzerinde sömürgeci güçlerin, emperyalistlerin egemenliğinin gelişmesine ve tüm halkların bundan zarar görmesine yol açmıştır. Bu iki sorunun çözümü durumunda Ortadoğu'da önemli gelişmelerin yaşanacağı, çatışma ve savaşın sona ereceği ve gerçek barışın sağlanacağı söylenebilir. Kürt ve Filistin sorunu Ortadoğu'nun en büyük iki sorunudur. Ama aynı zamanda Ortadoğu'da demokratikleşmenin en büyük iki dinamiği konumundadırlar. Bu iki sorunun çözümü demokratik bir zihniyeti ve yaklaşımı gerektirdiğinden, Ortadoğu'da sorunların kaynağı olan milliyetçilik, dincilik, ulus-devletçilik ve her türlü fanatizmin aşılması sağlanacaktır. Bu iki sorunun kalıcı çözümünün sonucu olarak İran, Irak, Suriye, Türkiye ve İsrail'in demokratik dönüşüm geçirmiş olmaları bile düşünüldüğünde gelişmelerin önemi ve büyüklüğü anlaşılmış olur. Öte yandan Ortadoğu üzerinde tasarlanan tüm dizayn, operasyon ve komploların zemini de ortadan kalmış olacaktır. Kürt ve Filistin sorunlarının çözümünden sadece bölge değil, dünya da olumlu etkilenecektir.