8 Mart direniş ve zulüm arasında kutlanıyor - Nêrgiz Îsmayîl

8 Mart direniş ve zulüm arasında kutlanıyor - Nêrgiz Îsmayîl
6 Mar 2024   04:52

Otoriterlerle (iktidar) dolu uygarlık zihniyeti, kadınları, toplumu, aileyi, çocukları ve toplumsal yaşamı, toplumsal doğasından uzaklaştırıp, doğal ve toplumsal haklarını kullanmaktan, iktidar sisteminin duvarları içine hapsetmiştir. Bireyi ailesinden ve toplumdan uzaklaştıran şey, tarım ve köy toplumu geriletip, üzerinden gelişen kentleşme ve uygarlık olgusudur. Ticari ilişkiler, serbest piyasa, toplumsal değerler üzerinden alışverişi hesabı yapıldı. 

Toplumun doğasına aykırı olan bu sistem, toplumu doğal kimlik ve yeteneklerinden yoksun bir "köle topluluğu"na dönüştürmüş, doğal toplum üzerine kurulu simbiyotik ilişkiyle çelişerek, bunun sonucunda kadınları ve aileyi olumsuz yönde etkilemiş, çevre, doğa ve benzeri toplumlarda afetlere ve savaşlara neden olmuştur.

Kapitalist modernite kadın ve aile için en tehlikeli felaketlerden biridir. Çünkü entelektüel (aydın), ideolojik ve toplumsal kültürel yanını değil, sadece maddi yanını ele alıyor ve kadını iktidardaki yöneticilerin malı ve mülkü olarak kullanıyor. Medeniyet ve uygarlık demokratik ulus kavramıyla karşılaştırırsak, Kuzey ve Doğu Suriye düzeyinde demokratik ulus pratiğine örnek, pratik deneyimi, ruhu ve özgür iradeyi temsil ediyor. Kadın, Demokratik Özerk Yönetim’de temel özne olarak yer almıştır.

Devrim yıllarında ve 2011'den bu yana, toplumun özgürlüğünü temsil eden, toplumsal ahlaka dayalı, kadın özgürlük fikrine ve ideolojisine dayalı demokratik bir sistemin inşa edilmesi örgütsel mirasıyla tarihi bir adımdır. Doğal toplum, çevresi ile dostane ilişkiler, doğa ve çevre ile uyum ile temsil edilir. Yaygın olarak Arap Baharı olarak tanımlanan devrimin, kadınların özgürlüğü ve toplumlarının kurtuluşu açısından tarihi bir adım ve değişim şansı olarak görülebilir ve bu temelde hareket edilebilirdi.

Kadın özgürlüğünü değişimin ve dönüşümün vazgeçilmez değeri (unsuru) olarak ele alan 2011 Devrimi, kadın emeğiyle demokratik bir sistemin kurulmasına yol açtı. Bu sistemin kendisi de toplumun tüm kesimlerini toplumsal, kültürel, mezhepsel, dini ve etnik bileşenleriyle, kadınlarıyla, gençleriyle, çocuklarıyla örgütleyerek çok renklilik temelinde ulus hegemonya düşüncesine karşı mücadele ediyor. "Tek fikir (düşünce), tek renk, tek dil, tek kültür ve milliyetçilik" temelinde kurulan devletler, bu dogmatik ve şiddet dolu zihniyetlerden kurtulamadı.

Uygarlıkta sınıf ve tek taraflı kontrol olgusu artıyor, toplumsal ilişkiler ve bağlar azalıyor. Demokratik ulus, toplumsal, kültürel, ekonomik ve politik tüm yönlerdeki ufku ve standartları, kadın-erkek eşitliği ve adalete dayalıdır.

Demokratik ulus, doğası ve çevresi ile demokratik, ahlaki, ekolojik bir topluma sahiptir, kadın-erkek arasındaki ilişki eşitlik üzerine kuruludur ve içindeki tüm unsurların ortak noktası ortak yaşamdır.

Kürdistan ve Ortadoğu tarihinde ilk kez düşünür ve Önder Abdullah Öcalan, kadın-kadın bilimi, kadın-kadın kültürü-kadın ile aile-kadın vb ve demokratik aile konularında detaylı ve derinlemesine analizlerini sundu. Kadın, toplumun örgütlenmesi, ilişkiler biçimi, günlük yaşamı ve özgürlük devrimi gibi temel konuları ideoloji, felsefi çalışmalarının önemli bir dayanağı haline getirmiştir.

Bu nedenle Ortadoğu'nun birçok ülkesinde 8 Mart kutlanmıyor. Kutlanmış olsa bile bir sembol (kadınlara özel bir gün) olarak anlamlandırılmıştır. Arap ülkelerinde kadınlar hâlâ baskı ve zulüm altında yaşıyor. Sadece iktidar değil, "Kadın ailenin ve aşiretin namusudur” anlayışı da hakimdir. Kadın hakları hala yalnızca aile içinde gerekli olduğu tartışılıyor.

Son yıllarda bizim de dünyayla birlikte yürümemiz gereken bir yöntem çokça konuşuluyor; ama ne yazık ki bu fikir ne kadar sürede başarıya ulaşır, bunun üzerinde çok düşünülmesi ve araştırılması gerekiyor. Tam tersine din ve dincilik toplum kültürü üzerinde hâlâ bir etkisi vardır. Din bile kadın-anneye çok değer vermişse de ama yıllar geçtikçe bu değer kaybolmuş ve çarpıtılmıştır.

8 Mart, ister Mısır'da, ister Tunus'ta, ister Cezayir'de olsun, seminerler, toplantılar, konferanslar aracılığıyla kadınlar bu günü kutlanıyor. Bugünde kadınların hakları ve toplumun vazgeçilmez bir parçası olarak var olmaları tartışılıyor. Ama gerçek şudur ki Sudan, Afrika, Afrika ülkelerine ve Ürdünlü kadınlara yönelik baskı ve zulüm hala açık bir şekilde sürüyor. En temel sorun kadınların hâlâ kendilerini, yaptıkları işi, dünyalarının büyüklüğü kadar tanımlayamamalarıdır. Bu çok büyük bir problemdir. 8 Mart kadınlar günü olarak tanımlansa da hâlâ erkeğin izniyle anılıyor. Kadın hakları ya da kadın hakları adına mücadele ettiğini belirten kurumlar bile, mevcut hükümet ve iktidarın izniyle bir şeyler yapıyor.

Kadın ne ülkesinde özgürdür, ne de toplumunda. Anayasa’da bile yüzde 10'un hakları ya vardır ya yoktur. Bu sorun ciddi bir sorundur. Toplumu yormakla kalmıyor, birçok düğümü kör, çözüm gücünden uzak bırakıyor. Arap ülkelerinde son yıllarda pek çok kurum ve kuruluş ortaya çıksa da bunların içinde hâlâ anlamlı direnişlere ve isyanlara ihtiyaç var. Ortadoğu kadını tarihi bir güce sahiptir. Asaletle, gerçek kültürle her türlü krizi aşabilir. Sadece kadın özgürlük fikrinin derinleşmesine ihtiyaç var. Ortadoğu kadınları bugün direniş ve işgallerin ortasında 8 Mart için ayağa kalkıyor. Bu da çok önemlidir. Dolayısıyla özgür ve anlamlı bir yaşamın, toplumun benimsediği özgürlüğün geri dönüşü günü anlamında kadınlar için sadece bugün değil yılın tüm günleri 8 Mart olmalıdır.

(ma)

ANHA