Adana Mutabakatı kime yaradı, niçin canlandırılmak isteniyor? – Halil CEMAL

Adana Mutabakatı kime yaradı, niçin canlandırılmak isteniyor? – Halil CEMAL
23 Aug 2022   00:42

Son dönemlerde özellikle 19 Temmuz 2022’de Tahran’da yapılan Astana formatlı görüşmeler ve faşist şef Erdoğan ile Putin’in 5 Ağustos 2022’de Soçi’de bir araya gelmesinden sonra, Suriye konusu Adana Mutabakatı söylemiyle birlikte anılmaya başlandı.

Bu bağlamda Adana Mutabakatı denilen antlaşma nedir, hangi koşullarda kimler tarafından ne için yapılmıştır, yine aynı mutabakat ekseninde ne tür gelişmeler olmuş ve bugün nasıl bir evreye geçilmiştir gibi soruların yanıtlarını aramak gerekecek.

20 Ekim 1998’de Türkiye’nin Adana şehrinde Suriye ve faşist TC’nin heyetleri arasında “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” Adana Mutabakatı adı altında imzalanmıştır. Bu antlaşmanın imzalanmasında ABD başkanı Bill Clinton’ın yanı sıra, Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek ve İran Dış işleri Bakanı Kemal Harrazi önemli rol oynamıştır.  O dönemde Suriye’de Hafız Esad devlet başkanı, Türkiye’de Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı ve Mesut Yılmaz da ANASOL hükümetinin Başbakanıdır.

Dönemin Türk yetkilileri bu arabuluculuk için “Mübarek ve Harrazi’nin ara buluculuğu olmasaydı Türkiye Suriye ile savaşa girmiş olurdu” şeklinde ifade etmiştir.

ADANA MUTABAKATI YALNIZ KÜRTLER VE ÖNDER APO ŞAHSINDA GERÇEKLEŞMEDİ

Bilindiği gibi antlaşma öncesi 9 Ekim 1998 tarihinde Önder Abdullah Öcalan, faşist Türk devletinin ve esas olarak da NATO’nun Şam hükümetine yaptığı baskılar sonucunda Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştı. Bu süreci Önder APO uluslararası komplo diye değerlendirmişti. Bu değerlendirme ile sürece müdahale eden gücün sanıldığı gibi sadece TC olmadığı ortaya konulmuştu.  Yani 9 Ekim Komplosu ile birlikte NATO’nun faşist TC eliyle Suriye’yi işgal süreci fiili olarak başlamış oldu. Adana Mutabakatı denilen 20 Ekim 1998 tarihli antlaşmayla faşist TC’nin Suriye’yi işgal etme hakkı resmileşti.

Bu gerçeklik yani 9 Ekim Komplosu ve Adana Mutabakatı ile Önder Apo şahsında başta Suriye olmak üzere bölgenin tümüne yönelik olarak ABD öncülüğünde NATO ve İsrail tarafından fiili müdahale başlamıştır demek hiç de abartılı olmaz. O nedenle de Adana Mutabakatı sadece Önder Apo ve Kürtlere karşı yapılmıştır demek bir yanılgı olur. Çünkü Adana Mutabakatı GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) projesinin hayata geçirilmesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Afganistan, Irak, Libya işgali, DAİŞ saldırıları ve İsrail’in bölge üzerinde yaptığı hamleler vb. gibi gelişmeler komplo ve Adana Mutabakatı sonrasında atılan adımlarla direkt bağlantılıdır. Bunun için de komplo sonrası Önder Apo esaret altında tutulduğu İmralı zindanında kaleme aldığı savunmalar ile komplonun boşa çıkarılmasının önemli bir ayağı olarak Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi projesini ortaya koymuştur.

GÜNCELLEMEYLE İŞGAL SÜRECİ BAŞLADI

Adana Mutabakatı, 2010 yılında faşist TC ile Şam Hükümeti arasında “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması" olarak güncellendi. 3 yıl geçerli kalacak olan 23 maddelik bu antlaşmaya göre başta PKK olmak üzere her iki devlet de kendilerini tehdit eden örgütlere karşı önlemler alacak ve tüm faaliyetlerine engel olacaktı. Karşılıklı olarak hiçbir ikamet, lojistik, eğitim, ulaşım ve silah kapasitesine müsaade etmemek konusunda anlaşan iki ülke ortak operasyonlar, tutukluların iadesi ile bilgi, belge ve istihbarat paylaşımı alanlarında iş birliği yapmayı kararlaştırdı.

İşte bu güncelleme arkasından 2011 yılında da NATO ve faşist TC’nin Suriye’yi işgal süreci başladı. Adına Suriye Muhalefeti denilen güçler NATO’nun “eğit-donat” projeleri çerçevesinde Türkiye’de Şam Hükümetini yıkmak için hazırlandı. Şubat 1982’de gerçekleşen faşist TC destekli Müslüman Kardeşlerin ayaklanması ile birlikte alınmak istenen sonuç, aslında Adana Mutabakatı ve onun güncellenmesi olan 2010 antlaşması ile alınmaya başlandı. Yani Adana Mutabakatı ve güncellenmesi, Önder APO ve PKK şahsında Kürtlere karşı yapılacak katliamların habercisi olurken esas olarak da Yeni Osmanlıların Misak-î Milli projesinin hayata geçirilmesi imkanlarını faşist TC’ye sunuyordu. O nedenle bu mutabakat çift taraflı teröre karşı ortak mücadele perspektifinden çok Şam Hükümetinin kendi sonunu hazırlaması anlamına geliyordu.

Dikkat edilirse Türkiye tarafında onlarca çete kampı bulunmasına rağmen Şam Hükümeti oralara yönelik tek bir hareket bile yapamıyor. O çete kamplarında eğitilip donatılanlar mevcut Şam Hükümetine karşı savaşıyor. Fakat buna rağmen faşist TC’nin Suriye topraklarını işgal edip sömürgeleştirmesinin aracı olan ve faşist TC tarafından beslenen bu çetelere karşı Şam Hükümeti tek bir adım bile atamıyor. Adım atma şöyle dursun “Adana Mutabakatının gereği olarak” onlara karşı tek bir talepte bile bulunamıyor.  Türkiye sınırları içindeki bu Suriye düşmanı güçlere karşı ortak planlama çerçevesinde tek bir hamle bile yapamıyor.

DEMOKRATİK SURİYE’YE SADIK KALANLAR HEDEF ALINDI

Adana Mutabakatı ve 2010 tarihinde yapılan antlaşmalara rağmen Kürtler, 2011’de Şam Hükümetini yıkmaya yönelik NATO ve faşist TC destekli başlatılan saldırılara ortak olmadı. Suriye Muhalefeti adı altında örgütlenen güçler faşist TC ile birlikte yeni bir hükümet arayışı içinde bu projeye Kürtleri de ortak etmek istedi. Önder Apo’nun 3. Yol çizgisine bağlı olarak PYD öncülüğünde Kürtler ilk önce Rojava olmak üzere giderek Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim alanlarında esas olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunarak Demokratik Suriye mücadelesine sadık kaldığı için çetelerin ve faşist TC’nin saldırı hedefi haline geldi. Önceleri El Nusra ve daha sonradan DAİŞ saldırıları ile Kürtler ve demokratik özerk alanlar ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu süreçlerin yaratmış olduğu sorunlar ve ortaya çıkan kazanımların gelişim düzeyi bilinmektedir. Tüm eksikliklerine rağmen Kuzey ve Doğu Suriye özerk yapılanması sadece Kürtler değil tüm bölge halkları ve hatta insanlık için ilham kaynağı oldu. Önder Apo’nun “Ekolojik-demokratik ve Kadın özgürlükçü paradigması” hayat buldukça, faşist TC ve onunla çıkar birliği içinde olan başta ABD/NATO olmak üzere Rusya gibi küresel güçler Kuzey ve Doğu Suriye’deki demokratik özerk yapılanmaya karşı gizli ya da açık saldırı sürecini başlattı.

TÜM SURİYE HALKLARINA KARŞI YAPILAN İHANET ANLAŞMASI

Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgalleri bu temelde gelişti. Faşist işgalci TC, Adana Mutabakatına uygun olduğunu iddia ederek işgal saldırılarını artırırken güya egemen olduğunu iddia eden Şam hükümeti faşist TC’nin saldırıları karşısında sessiz kaldı ya da bu saldırılara ortak oldu. En son faşist diktatör RT Erdoğan ve onun adamlarının yaptıkları açıklamalardan da anlaşıldığı kadarıyla Şam yönetimi bu saldırıların temel ortaklarından biri olmaya devam etmiş. Bu ortaklık süreci boyunca demokrasi güçlerine karşı olmanın karşılığı olarak faşist yeni Osmanlılar, her adımda bir parça Suriye toprağını daha kendi topraklarına kattı. Bir zamanlar “Hatay benim toprağımdır” diyen Şam yönetimi artık kendi egemenlik sahasını bile koruyamaz durma geldi. O nedenle de bu mutabakat sadece Kürtlere karşı değil tüm Suriye halkına karşı yapılmış bir ihanet antlaşması olmaktadır.

 

SERÊKANIYÊ VE GİRÊ SPÎ İŞGALİ ÖNCESİ DİLLENDİRİLDİ

Rusya devlet Başkanı Putin, 23 Ocak 2019 tarihinde Moskova’da faşist çete başı RT. Erdoğan ile görüşmenin arkasından Suriye'de Beşar Esad rejimi ile doğrudan görüşmenin başlatılması için bir ara formül olarak Adana Mutabakatını dile getirdi. Bir gün sonra da “Adana Mutabakatının üzerinde ısrarla durulması gerekiyor” diyen faşist çete başı Erdoğan, 7-8 Ekim 2019 tarihinde Sırbistan’a yaptığı ziyaret de Serêkaniyê, Girê Spî işgali için “Biz Adana Mutabakatına dayalı olarak oradayız… rejim tarafından PKK'ya karşı tedbir alınmayacak olursa, bizim güçlerimizin onu kovalama hakkı vardır” dedi.  22 Ekim 2019'da Rusya ile Türkiye arasında imzalanan Soçi Antlaşmasıyla birlikte Rusya, Adana Mutabakatının uygulanmasını kolaylaştıracağını teyit etti.

SOÇİ VE TAHRAN’DA DA DİLLENDİRİLDİ

19 Haziran 2022 Reisi, faşist şef RT Erdoğan ve Putin’in Tahran Zirvesi ve 5 Temmuz 2022 Putin-Erdoğan Soçi görüşmesi arkasından Adana Mutabakatının güncellenmesi ve Şam Hükümeti ile ilişkilerin geliştirilmesi konuları faşist çete başı ve adamlarının dilinden düşmez oldu.  Bugün bu çerçevede önemli gelişmelere tanık olmaktayız. Zaten hem Tahran hem de Soçi görüşmelerinin arkasından Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar artmış bulunmaktadır. Soçi ve Tahran’da ne tür sözlerin verildiği ve ne türden antlaşmaların yapıldığı sorusunun yanıtı giderek artan saldırılarda ortaya çıkmaktadır. Faşist AKP/MHP iktidarının sözcüleri Şam hükümeti ve istihbaratı ile olan ilişkilerin geçmişe dayalı olduğunu itiraf etmektedir. Faşizmin baston değnekliğini yapan CIA patentli Doğu Perinçek önümüzdeki ay Şam’a gitmeyi planladığını açıkladı.

Bu süreç içinde faşist TC’nin olası bir işgal saldırısına karşı QSD ile askeri ittifak içine giren Şam hükümetinin faşist TC ile de Özerk Yönetim’e karşı istihbarat paylaşımı içinde olduğu sık sık dillendiriliyor. Rusya, bir yandan Şam hükümeti ile Özerk Yönetimi ortak müzakerelere zorlarken diğer yandan da faşist TC ile de uzlaştırma arayışını sürdürüyor. Bir yandan Kuzey ve Doğu Suriye için işgal hazırlıkları yaptığını dile getiren faşist AKP/MHP iktidarı, diğer yandan “dünyanın anlayacağı dilden” dediği SİHA saldırıları ve top atışlarıyla soykırımdan vazgeçmediğini ortaya koyuyor. Tahran ve Soçi sonrası “ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesi gerektiğini” söyleyen faşist çete başı, Rojava’yı Kürtsüzleştirmek istediğini ortaya koyan saldırılara ağırlık veriyor.

BAŞ DÜŞMANLAR KENDİ ÇIKARLARI İÇİN HALKLARI KURBAN EDİYOR

Ukrayna savaşı ile birlikte ekonomik, mali, askeri ve siyasi alanda ciddi problemler yaşayan Rusya bir yandan buğday diğer yandan da enerji krizlerini bir silaha dönüştürüyor. Var olan kuşatmanın etkilerini azaltmak isteyen Putin yönetimi, faşist AKP/MHP iktidarının Kürt düşmanlığını tahrik eden eylem ve söylemler içinde yer alıyor. Yani yapılan ikili ya da heyetler arası görüşmelerde, Rusya faşist TC’nin Kürt düşmanlığını NATO’nun ambargosunu delmek için bir silaha dönüştürmekte. Bunun için de faşist TC’nin soykırımını kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için kullanıyor.  NATO Madrid Zirvesinde de görüldüğü gibi başta ABD olmak üzere NATO’nun yaklaşımı da Rusya’dan pek farklı değildir.  Şu an birbirlerini baş düşman ilan eden ve bu düşmanlıklarını halkları kurban ederek yürüten bu iki temel küresel yapı Suriye’de de benzeri bir politikayı izliyor. Kendi çıkarları için halkları kurban etmekten çekinmiyorlar.

Bütün bunlara rağmen Kuzey ve Doğu Özerk Yönetimi devrimin çıkarları için yapılması gereken ilişki-ittifak arayışını terk etmezken kapsamlı bir seferberlik çağrısı ile Kuzey ve Doğu Suriye halkını sadece olası bir işgal saldırısına karşı değil her türden askeri, ekonomik, kültürel, siyasi vb. saldırılara karşı hazırlıklı olmaya ve mücadele etmeye çağırdı. Mevcut dünya gerçekliği içinde kapitalist küresel yapıların halkları kendi çıkarları için kullanmaktan başka bir yaklaşımı zaten olamaz. Zaten bugün Libya, Suriye, Yemen ve şimdi de Ukrayna’da süren bitmeyen savaşların yanı sıra Afrika’nın birçok yerinde yaşanan kaos da küresel kapitalist modernitenin yaklaşımını tüm boyutları ile ortaya koymaktadır. Dünyayı uzayı, denizi, akarsuları, yeşil alanları başta olmak üzere yaşanılmaz hale getiren bu güçler şimdi de nükleer savaş tehditleriyle yer küremizin sonunu getirme gayreti içindeler. O nedenle olması gereken ilişki ittifak anlayışı dışında bu güçlere dayalı politikalar üzerinden varlığını korumak isteyenler sadece büyük hayal kırıklıkları yaşarlar.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER GİBİ AKP/MHP DE HÜSRANI YAŞAYACAK

Şimdi bu hayal kırıklığını kendisine özgür Suriye Ordusu diyen güçler faşist TC’nin son Suriye politikalarında yaşamaktadır.  Faşist TC ile KDP ve Sünni Türkmenler üzerinden ilişki kurmaya çalışan Irak siyaset ve ekonomik çevreleri giderek derinleşen Irak kaosu ile birlikte aynı hayal kırıklığını yaşamaktadırlar. Müslüman Kardeşler gibi Faşist AKP/MHP endeksli güçler de benzeri hüsranı yaşayacağa benziyor. Onurlu-ilkeli ve öz güce dayalı ilişkilerin dışında pragmatik, güncel çıkarlara endeksli tüm ilişki ve ittifak yaklaşımlarının aynı hüsran ile sonuçlanacağı açıktır.

O nedenle de bugün varlık-yokluk savaşı içinde özgür bir yaşamı yaratma mücadelesi veren Kuzey ve Doğu Suriye halkının önünde tek bir seçenek vardır. Çözüm adına Devrimci Halk Savaşı denilen stratejiye bağlı olarak geliştirilecek örgüt ve eylem biçimleri ile “Özgürlük Zamanı” şiarı etrafında kenetlenmekten geçmektedir.

ANHA