Erdoğan’ın kirli siyaseti mülteciler konusunda da aynı- Fehim IŞIK

Erdoğan’ın kirli siyaseti mülteciler konusunda da aynı- Fehim IŞIK
19 May 2022   07:37

Arap Baharı başlamadan önce Erdoğan ve Esad arasındaki ilişkiler her açından gelişmişti. Bakanlar toplantısını birlikte yapıyorlardı, ailecek görüşüyorlardı. Erdoğan ve Esad’ı birbirine yakınlaştıran şeylerin Kürt düşmanlı olduğu belli.

Bu ilişkiler 2011 yılından veya Arap Baharı’ndan sonra bozuldu. Erdoğan bir günde değişti Baas rejiminin düşmanlığını yapmaya başladı. Aynı zamanda Beşar Esad’a sert sözlerle saldırdı. Bu siyasetle bu adım daha attı. Özellikle Afrika’nın kuzeyinde El Nusra ile diğer Selefi grupları Suriye’ye çekti ve Suriye’deki Müslüman Kardeşleri silahlandırdı. Suriye sınırlarında bu çetelere birçok kamp hazırladı. Beşar Esad’ı kısa süre içinde yıkmayı ve çeteler yoluyla Suriye yönetimini etkisi almayı hesaplıyordu.

ÜÇÜNCÜ YOL SİYASETİ ERDOĞAN’IN ÖNÜNÜ KESTİ

Evdeki hesap çarşıya uymadı. Suriye’de büyük bir iç savaş patlak verdi. Kürtler de harekete geçerek 19 Temmuz 2012’de Rojava Devrimi’ni ilan etti. Üçüncü Yol Siyaseti, Erdoğan siyasetinin tıkanmasına neden oldu. Çok sayıda çete grubu Erdoğan’ın uşağı oldu. Fakat Kürtler bağımsız bir siyasetle hem bölgelerini saldırılardan kordu hem de işgale karşı büyük bir direniş gösterdi.

Erdoğan, Rojavalı Kürtleri çeteler gibi yanına çekmek istedi. Çözüm sürecini de bunun için kullandı. Bu amaçla da İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’la birçok görüşme yaptı. Fakat Sayın Öcalan’ın kırmızı çizgisini geçemediler. Hem Sayın Öcalan hem de Rojavayê Kurdistan’daki askeri ve siyasi irade Türk devletinin kirli siyasetine fırsat vermedi.

YENİLGİDEN SONRA MÜLTECİ SİYASETİNİ YÜRÜRLÜĞE KOYDULAR

DAİŞ’in ortaya çıkışı da bunun sonucudur. Türk devleti diğer çeteler dışında DAİŞ çetelerine de destek verdi ve onları Rojavayê Kurdistan’a sürdü. Çeteler Rojava’ya geçmeden önce Suriye’de çok sayıda bölgeyi rejimin elinden almıştı. Hiçbir bölgede DAİŞ’e karşı bir direniş gösterilmedi. Fakat Kürtler direndi. Çetelere karşı durmanda öz savunma savaşı yürüttüler. Sonuç olarak büyük bedellerle DAİŞ’i yendiler.

2011 yılındaki olaylar başlayan olaylar 2013’ten bu yana DAİŞ çeteleri araçlığıyla Türk devletinin eliyle devam ettirdi. Çok sayıda göçmenin Suriye’den çıkıp Türkiye’ye gitmesine neden oldu.

2011 yılında Türkiye’de Ortadoğu’dan gelen mültecilere ilişkin bir kanun yoktu. Aynı zamanda Türkiye’nin doğusundaki ülkelerin mülteciler için de uluslararası anlaşmalarda devlet şerhi vardı. Türk devleti, mültecilere ilişkin uluslararası anlaşma ve kararlara göre veya BM’nin kararlarına göre hareket etmedi. Türk devleti bu boşluğu 2013 yılında ortadan kaldırdı. ‘Yabancılar Kanunu ve Uluslararası Savunma’yı kabul etti ve ‘geçici koruma’ adı altında mültecileri resmi olarak Türkiye’de kabul etti. Mülteciler için dünyada hiç olmayan ‘misafir’ kelimesini yarattı. Fakat gerçekte amacı diğer devletlerden farklıydı. Dertleri mültecileri korumak değildi. Sadece bir dertleri vardı o da kirli planlarını gerçekleştirmek.

TÜRK DEVLETİ KİRLİ SİYASETİNİ ‘İNSANİ’ MASKESİ ALTINDA SAKLADI

2013’ten sonra artık Suriye savaşını uzun yürüteceği belli oldu. Erdoğan bu da Suriye ve Rojavayê Kurdistan’dan mültecileri Türkiye’ye çekti. Bu siyasetine de ‘açık kapı’ adını koydu. Evet bütün kapılar mültecilere açıktı. Dahası bu meseleyi insani bir mesele gibi gösterdi. Fakat gerçekler böyle değildi. Türk devleti, kirliliğini ‘insani’ maske altında sakladı. Bu siyasetiyle bir yandan Suriye’yi boşaltmak bir yandan da Rojavayê Kurdistan’ın statüsünü engellemek istedi. Öte yandan ekonomik krizini mülteciler yoluyla güçlendirmek istedi. Şüphesiz çok sayıda mülteci hem çete güçleri arasında kullandı hem de mültecilerle Avrupa ülkelerini tehdit etti. Başka bir deyişe bir taşla on kuş vuruyordu.

Erdoğan rejimi, uluslararası hukukta hiçbir anlamda kullanılmayan ‘misafir’ kelimesini kullandı. Fakat bazı özel isimler de kullandı. Onları bazen ‘ensar’ adıyla tanıtıyor. Bununla dini siyasete dikkat çekiyorlar. Ya da İslam dinini bu kirli siyaseti için kullanıyorlar. Bu isimlerim hukuki hiçbir dayanağı yok. Bu isimlerle sadece kirli siyasetlerini hukuki olmayan kelimelerle saklamak istiyorlar.

Eğer mülteciler aracılığıyla yürütülen bu kirli siyasete bakacak olursan konuyu daha iyi anlamış oluruz. Bu bağlamda bu siyaseti birkaç noktayla gözden geçirebiliriz.

MÜLTECİ SİYASETİNİN AMACI DEMOGRAFİK DEĞİŞİM

Türk devletinin mülteci siyasetinin bir amacı Suriye ve Rojavayê Kurdistan’ın demografik yapısını değiştirmek. 2017’den sonra bu amacını adım adım geliştirdi. İşgal altındaki bölgeleri Kürtlere dönük soykırım siyaseti olarak kullandı. Kürtleri atalarının topraklarından çıkardı. Kürtlerin yerine farlı devletlerden çeteleri ve ailelerini buraya yerleştirdi. Bu bölgelerde kurum ve kuruluşlar aracılığıyla Türk ırkçılığını yerlilere dayattı. İşgal bölgelerindeki eğitimi dini ilkelere göre yürüttü, Selefi şeriatına göre bir yaşam kurdu ve Türk dili bu bölgelerin resmi dili oldu.

Bu bölgelerdeki idari ve askeri kontrol Türkiye tarafından sağlanıyor. Her bölge için de vali ve kaymakam atadı. Bütün askeri ve idari kurumlar Türkiye’nin kanunlarına, Erdoğan’ın tek adam rejimi kararlarına göre yönetiliyor. Bu siyaset bize Türk devletinin amacının ilhak olduğunu gösteriyor. İlk fırsat olarak Efrîn, Cerablûs, Bab, Azez, Mare, Girê Spî ve Serêkaniyê’yi Türkiye topraklarına katmak istiyorlar. Bütün girişimleri bu temel üzerine.

ERDOĞAN MÜLTECİ POLİTİKASIYLA SURİYE VE ROJAVA’YI SOYDU

Bu ilhak siyasetine de Batı devletleri destek veriyor. 4 milyona yakın Suriyeli mültecinin Avrupa’ya gitmemesi için başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ekonomik yönde Türk devletini destekliyor. İşgal altındaki bölgelerde sözde mülteciler için hazırlanan evler, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri tarafından finanse ediliyor. O ülkeler, Türkiye’de bulunan mülteciler için de Erdoğan rejimine milyarlarca euro eriyor. Erdoğan bu imkanları kendi kirli siyaseti için kullanıyor. Bu destekler sayesinde yaşadığı ekonomik krizin önünü tutmaya çalışıyor.

Erdoğan’ın imkanları sadece Avrupa’nın ekonomik desteklerinden ibaret değil. Çünkü Erdoğan sadece mültecileri Türkiye’ye taşımadı. Bu mültecilerle birlikte Suriye ve Rojavayê Kurdistan’ın bütün sanayisini de çalıp Türkiye’ye yerleştirdi. Halep’te şuan bir tane fabrika çalışmıyor. O fabrikaların hepsi şuan Hatay, Dîlok (Antep) ve Türkiye’nin diğer kentlerinde çalışıyor. Bu sanayi malzemelerinin hepsi Türk devletinin eliyle resmi bir şekilde çalındı. Suriye’nin Kuzeyi ve Rojavayê Kurdistan’daki gıda maddeleri ve bahçelerde çalınıyor. Efrîn’nin zeytinleri Türk markaları adı altında tüm dünyada satılıyor. Bu Türk devletinin ekonomisinin düzelmesinden Erdoğan rejimi için büyük bir imkandır.

IRKÇILIK ÜZERİNDEN REJİMLERİNİN TEMELİNİ GÜÇLENDİRMEK İSTİYORLAR

Suriyeli mültecilerin çalıştırılması da büyük bir imkandır. Şu anda Türkiye’de yaşayan Suriye ve Rojavayê Kurdistan’dan milyonlarca mülteci var. Çok ucuz ve kayıt dışı çalışıyorlar. Bu da sermaye sınıfı için bulunmaz bir nimettir. Devlet bu hukuksuzluğu engellemiyor hatta bu hukuksuzluğu destekliyor. Bu uygulamalar usulsüz ve kanuna aykırıdır. Erdoğan rejimi tarafından uygulanan bu hukuksuzluklar, Türkiye’de ırkçılığı da büyütüyor. Eğer bugün Türkiye’de Kürtler ve diğer halklar dışında mültecilere karşı ırkçı politikalar sürdürülüyorsa, sebeplerinden biri de bu kirli siyasettir. Erdoğan rejimi mültecileri çok ucuza ya da karın tokluğuna köle gibi çalıştırıyor. Bu da işçiler arasında düşmanlığı arttırıyor. Gerçek siyaseti göremeyenler, yoksulluğun ve işsizliğin sebebi olarak mültecileri görüyorlar ve mültecilere düşmanlık yapıyorlar. Bu artık Türk siyasetinin en önemli noktalarından biridir. Birçok ırkçı parti ve Turancılar mülteciler üzerinden ırkçılığı büyütüyorlar ve halkı konsolide ederek kirliği politikalarının temelini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.

ERDOĞAN MÜLTECİLERİ ‘NEO-OSMANLI’ POLİTİKALARINI GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN KULLANIYOR

Türk devletinin mültecileri kullanmasındaki en büyük amacı Neo-Osmanlı’nın işgalci ve sömürgeci politikalarıdır. Erdoğan rejimi 2011 yılından bugüne kadar Ortadoğu’da bu politikaları sürdürüyor. Neo-Osmanlı siyasetinin iki amacı bulunuyor. Biri Kürtlerin statüsüzleştirilmesi, diğeri de Türk topraklarının genişletilmesidir. 1926 yılında yapılan Ankara Anlaşması’nı yürürlükten kaldırmak ve Misak-ı Milli’yi tekrar uygulamak istiyor. Eğer bu hedefi gerçekleşirse, Efrîn’den Kerkük’e kadar tüm bölgeleri işgal edecek ve Türk topraklarına katacak.

Ne yazık ki bu kirli politikalar Batı devletleri tarafından destekleniyor. Batı devletlerinin derdi kendi çıkarlarıdır. Çoğu da bölgenin gaz ve petrolüne gözünü dikmiş durumda. Özellikle Ukrayna savaşından sonra yeni bir hat açarak Ortadoğu’nun gaz ve petrolünü sorunsuz bir şekilde Avrupa’ya getirmek istiyorlar. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için de, Erdoğan onlar için en iyi ortaktır. Erdoğan zayıftır. Onun zayıflığından yararlanmak istiyorlar. Bunun içinde işgal saldırılarına göz yumuyorlar. Erdoğan her türlü silahla Kürt halkına saldırıyor. Başûrê Kurdistan’ı işgal ediyor, Kürdistan dağlarını kimyasal silahlar bombalıyor. Ancak bu ülkelerden tek bir ses duyulmuyor. Erdoğan’ın kirli politikalarından güç alıyorlar. Bu nedenle Erdoğan’ın karşısında sessiz kalarak, onun katliamcı ve ırkçı politikalarını destekliyorlar.

KALICI ZAFER İÇİN ÜÇÜNCÜ YOL SİYASETİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ GEREKİYOR

Erdoğan’da Batının desteğinden yararlanıyor. Kendini güçlü biri gibi olarak gösteriyor. Her iki taraf birbirini tamamlıyor. Elbette, Erdoğan’ın sürdürdüğü siyaset, sadece Kürtler için tehlikeli değil. Erdoğan, Batı ülkelerinin sömürge politikalarının jandarmasıdır. Eğer bu taraflar hedeflerinde başarılı olurlarsa bölgede yaşayan bütün halklar ve inançlar tehlikede olacaktır. Bu da ancak Üçüncü Yol Siyasetiyle yenilebilir. Üçüncü Yol siyaseti Kuzey ve Doğu Suriye’de başarılı olmasaydı, Erdoğan ve müttefikleri şimdiye kadar onlarca defa zafer elde etmişlerdi.

Üçüncü Yol siyaseti, büyük bir bedel sonucu bu kirli politikaların önünü tuttu. Artık bu politikanın korunması ve geliştirilmesi gerekiyor. Halkların ve inançların özgür olması, eşit ve radikal demokrasinin sağlanması, kadınların özgür olması, bölgenin doğasının ve bileşenlerinin bilime göre korunması için Üçüncü Yol politikalarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bölgenin tüm farklı halkları ve inançları, Neo-Osmanlı sömürge politikaları ve Erdoğan’ın hedeflerinin önünü tutmak için tek ses olmak zorundadır.

(df/ff)

ANHA