‘Tecrit politik hassasiyetler gözetilerek yürütülüyor’

TOHAV Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ayşe Bingöl Demir, Türk devletinin AİHM kararlarını en çok çiğneyen ve bu konuda en çok ceza alan ülkeler arasında olduğunu kaydetti.

‘Tecrit politik hassasiyetler gözetilerek yürütülüyor’
4 Sep 2021   03:10
HABER MERKEZİ-ZANA DENİZ

ÖHD, İHD, TOHAV ve TİHV, AİHM, kararlarının yerine getirilmesini denetlemekle ve sağlamakla sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AKBK) başvuruda bulundu.

Başvuru, AİHM’in, Önder Abdullah Öcalan, Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan’a yönelik verdiği şartlı salıverilme olasılığı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olmalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3’üncü maddesine aykırı olduğu yönündeki ihlal kararlarının Komite tarafından haftalık ve dönemsel tüm toplantıların gündemine alınmasına ilişkin yapıldı.

Türk devletinin uluslararası normları ihlalini, buna karşı yapılan başvurunun olumlu sonuçlanması durumunda atması gereken adımları, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) Yönetim Kurulu üyesi avukat Ayşe Bingöl Demir ile konuştuk.

Geçtiğimiz günlerde çeşitli hukuk kurumları, AİHM’in “ağırlaştırılmış müebbet” ile ilgili kararını gözden geçirmesi için Avrupa Konseyi Bakanlar Kuruluna başvuruda bulundunuz. Neden böylesi bir süreçte başvuru yapma ihtiyacı duyuldu? Uluslararası hukuk boyutunda bu adımınızı değerlendirebilir misiniz?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye hakkında verdiği çok sayıda ihlal kararı var. Bu kararların arasında özellikle halen sorun teşkil eden ve süren bazı hak ihlallerini işaret eden kararlar var. Türkiye’de “ağırlaştırılmış müebbet cezası”na ilişkin çeşitli grup kararları var. AİHM’in Sayın Abdullah Öcalan, Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan’a ilişkin Türkiye üzerine aldığı kararları var. AİHM’e taşınan ve mahkemenin ihlal kararı verdiği dosyalara ilişkin süreç mahkemenin vermiş olduğu ihlal kararıyla son bulmuyor.

Ülkelerin AİHM’in aldığı kararları yerine getirmesi gerekiyor. Türkiye’deki siyasi iktidar da, ‘AİHM kararı verildikten sonra, bu bir tazminat ödemesi kararıysa, tazminatı öderim sürecin bu şekliyle üstünü kapatırım’ şeklinde bir algı, bir anlayış var. Hukukçuların önceliği ise, söz konusu kararların tekrardan gözden geçirilmesi ve uygulanmasıdır. Bunların yanı sıra Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AKBK) de AİHM kararlarının yerine getirilmesini denetlenme görevi var.

Şu anda Türkiye’den aralarında TOHAV, İHD, ÖHD, TİHV gibi sivil toplum kurumları (STK) olarak hazırladığımız belgelerle, daha önce alınan ve emsal teşkil eden kararlar çerçevesinde Türkiye’deki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infaz sürecini, AKBK’nin etkin bir şekilde takip etmesi ve bu sürece ilişkin adım atması talebini içeren bir başvuru gerçekleştirdik. AKBK’nin AİHM kararlarının yerine getirilmesini denetlediği prosese STK’lar da “9/2” denilen kurallar kapsamında aktif bir şekilde dahil olabiliyor.

Sayın Öcalan hakkında ilki 2014 yılında alınan kararının üzerinden 7 yıl geçmiş olmasına rağmen, Türk devleti hiçbir adım atmamıştır. Türkiye’de hali hazırda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı mağduru çok sayıda insan var. Konuyla ilgili istatistiki bilgilere ulaşmak mümkün değil. Son yaptığımız başvuruda, en son 2014 tarihinde bin 400’ün üzerinde kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmış olduğuna ilişkin raporu da paylaştık. O raporun ardından sağlıklı bir istatistiğe ulaşamıyoruz. Şu anda çok sayıda insan halen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebiyle yargılanıyor veya cezalarının infazı süreci devam ediyor. Dolayısıyla bu çok önemli ve can alıcı bir konu. AİHM’in 3’üncü maddesi kapsamında “ölene kadar hapiste tutulma” şeklinde infaz edilen bir cezanın insanlık dışı bir muamele olduğuna ilişkin bir tespit var. Türkiye’de bu duruma maruz bırakılanların serbest bırakılmaları söz konusu değil. Ancak ceza hukukunun, ceza infazı rejiminin temel prensibi olan, suçun sabit görülmesi halinde o kişinin cezasını gözden geçirilmesini talep etme ve bu yönde “umut hakkı” dediğimiz bir mekanizmayı işletme hakkı olması gerekiyor. Türkiye’deki hukuk sisteminde de bunun tanınması gerekiyor.

Bu konuda komite üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmişse de, fakat politik hassasiyetleri gözeterek süreci yürütmemiştir. Bakanlar Komitesi’nin Türkiye ile görüşmelerinde, ikili ilişkilerinde bu kararları gündeme getirdiklerine ilişkin ibareleri var, ancak komitenin çok keskin ve kararlı bir tutumunun olmadığını görüyoruz. Komitenin üç ayda bir gerçekleştirdiği toplantıları var ve eylül ayında bir toplantı gerçekleştirilecek. Bunlar ajandası daha önceden belirli olan toplantılardır. Toplantılarda hangi kararların tartışılacağına ilişkin öncesinden web sitesinde bir açıklama yayınlıyor, fakat bu dosya gibi düzenli toplantı gündemine alınmamış ve daha çok birebir ilişkilerle o sürecin denetimini yürüttüğü konular da var.

Şu an bizim başvurumuz komitenin eline ulaşmış durumda. Komite sekretaryası inceliyor ve bunu hükümete bildirecek. Hükümetin de görüşü alındıktan sonra, komite içinde değerlendirme yapılacak. Bununla birlikte STK’ların başvurusunu da değerlendirecek.

Hukukçular olarak attığınız bu adımın olumlu sonuçlanması durumunda tecridin tamamen ortadan kalkması mümkün mü?

Bu süreçte bahsettiğimiz, henüz sayısını bilmediğimiz yargılamalardan etkilenen çok sayıda insan var. Mevcut konuda atılacak herhangi bir adım, bütün yargılamaları ve infazları da etkileyecek. Tabi ki çok uzun süredir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı, söz konusu olan Sayın Abdullah Öcalan da bu durumdan etkilenecektir. Buradaki temel nüans şu, AİHM, ölünceye kadar hapis olarak infaz edilen bu cezayı insanlık dışı muamele olduğunu tespit ediyor. Uluslararası hukukta korunan umut hakkı, ceza infazında verilen cezanın yürütülmesinde ön görülen amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin bir gözden geçirme mekanizmasını şart koşuyor.

Türkiye’nin bu konuda AİHM’in istediği doğrultuda bir adım atması halinde, şu ana kadar belli bir süresini cezaevinde geçirmiş ve cezasının infazını yatmış kişinin otomatik bir şekilde salıverilmesi durumunu doğurmayacaktır. Fakat “umut hakkı” kararı ve bu kararın tanınması, verilen cezanın yerine getirilip getirilmemesi ve şartlı salıverilme talebinde bulunma ve bu talebin uluslararası prensiplere uygun bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğine işaret ediyor.

İmralı’da devam eden tecrit sisteminin bu durumu kapsayan bir yönü var. İmralı’da süren tecrit elbette ki uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bir tutuklunun, bir hükümlünün ve hukuki süreci devam eden birinin avukatlarıyla görüşememesi, avukatlarıyla iletişim kuramaması kabul edilemez. Bu başlı başına hukuka aykırı bir süreçtir. Başvurumuza bakmaksızın da zaten hukuka aykırı bir tecridin yürütüldüğünü söylemek isterim.

Sayın Abdullah Öcalan ve İmralı’daki diğer tutuklulara uygulanan tecridin ağırlaştırılmış hapis cezalarıyla nasıl bir bağı var? Türk devleti uluslararası hukuk normlarını neden yerine getirmiyor? Kararları uygulamamasının hukuksal bir yaptırımı yok mu?

Türkiye, AİHM kararlarını en çok çiğneyen ve bu konuda sürekli çeşitli cezalara çarptırılan ülkeler arasında. Özellikle Bakanlar Komitesi nezdinde Türk devleti, sistemli hak ihlalleri konusunda en sorunlu ülkelerden. Türkiye’de insan haklarına yaklaşım, hukuk devleti ve demokratik sistem konuları politik bir sorun haline gelmiş.

Türkiye’de de özellikle 2011 sonrası insan haklarına ilişkin “hukuk devleti” ve “yargı bağımsızlığı” ilkelerine karşı gittikçe ağırlaşan ve derinleşen sorunlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sorunların önemli bir boyutu, Kürt politikasına, Kürt hareketine ve onun etrafında gelişen muhalefete yöneltilen hak ihlalleri var. Bunun dışında ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, HDP’ye dönük saldırılar, sisteme karşı her türlü itirazı yasaklama, dile getirmesini engellemeye dönük bir mekanizma olarak kullanılması, hak ihlallerini bir mekanizma haline dönüştürüyor.

Bu durumun sistemlerin yarattığı bir demokrasi ve hukuk devleti sorunu olduğunu düşünüyorum. Şu andaki anayasa kapsamında Türkiye’nin uluslararası hukuk içerisinde, insan hakları hükümleri net ve belirgindir. Fakat buna uymamak da devletin tercih ettiği politik bir yaklaşımdır. Biz buna karşı insan hakları kurumları, hukukçular, STK’lar olarak mücadelemizi sürdüreceğiz.

Yaptırımlar konusunda, AİHM tarafından yürütülen denetim sisteminin de kendi içerisinde bir işleyişi var. Bakanlar Komitesi’nin bu kapsamda üstlendiği çok önemli bir rol var.  Özellikle 2006 yılı sonrasında AİHM’in aldığı kararları denetleme rolünden söz etmek mümkün.

Bakanlar Komitesi’ni diplomatik olarak da göz önünde bulundurmak lazım. Hukuki mekanizmalar, mahkemelerde görmeye alışık olduğumuz net çizelgelere bağlı değil. Komitenin ilgili dosya gruplarına ilişkin iltisaklı olduğu yerler, barındırdığı hassasiyetler, buna ilişkin değişimin mümkün olup olmadığı, siyasi ve diplomatik dengeler ve hassasiyetler çerçevesinde kendisini şekillendiriyor. Bu hassasiyetlerin dayandığı şey AİHM kararlarının Türkiye’de uygulamasının mecburiyetini ortadan kaldırmayacaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 46. maddesine göre bütün devletler AİHM kararlarına uymak ve kararların gereğini yerine getirmek zorundadır. Diplomatik bir irade oluşması durumunda AKBK, Türkiye nezdinde gittikçe sert adımlar atabilir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun Sayın Abdullah Öcalan’a ilişkin alınan kararlar karşısındaki görevlerini yerine getirmemesi kimi çevrelerce siyasi olarak yorumlanıyor. Siz bir hukukçu olarak nasıl yorumluyorsunuz?

AİHM’in bu konuda yapılan başvurulara ilişkin verdiği önemli ve güçlü ihlal kararları var. Sayın Öcalan’ın avukatlarının yaptığı başvurular var. Yine anayasa mahkemesinde süren davalar ve işletilen süreçler var. Tabi ki kimliğinden dolayı bu konularda bazı kurumlarda hassasiyetler oluşmuş olabilir. Ancak o hassasiyetler hukuken oluşan bir durum değil. Hukuk herkes için aynı, mekanizmalar herkes için aynı. Dolayısıyla hiçbir ayrım yapmadan, kişinin kimliğinden bağımsız olarak hukuksal durumu korunmalıdır. Yapılan incelemeler de bundan bağımsız olarak hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmek zorundadır.

Avrupa Konseyi ve BM, ülkelerin bir araya gelmesinden oluşan yapılardır. Bundan kaynaklı insan hakları konusunda normalde sert adımlar atmaları beklenirken belli başlı hassasiyetlerden kaynaklı daha yumuşatıcı adımlar söz konusu olabiliyor. Son dönemde ortaya çıkan uluslararası gelişmeler, mülteci sorunu, ülkelerin birbirleriyle yaptıkları anlaşmalar ve popülist rejimlerin Avrupa’da rol oynaması durumunu da göz önünde bulundurmalıyız. Kimi Avrupa ülkelerinin bu mekanizmalar üzerinde bazı etkilerinden söz edebiliriz. Bu mekanizmaların denetim gücünü zayıflatan, etkisiz bırakan, gücünü düşüren bazı yönler olabiliyor. Bunu Türkiye’deki birçok davada görebiliyoruz. Bütün bu durumlardan bağımsız olarak uluslararası hukuk kapsamında korunan bütün hakların, özgürlüklerin istisnasız bir şekilde korunması ve ilgili mekanizmaların gereken rollerini oynaması gerekiyor.

Türkiye’de siyasetin yargı mekanizmasına müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle 2011 sonrası Türkiye’deki politik atmosfer sistemli bir şekilde yargı mekanizmaları ve hükümet içerisinde oldukça etkili oldu. Bu sadece hak savunucularının ifade ettiği bir durum değil. AİHM’in bu konuda güncel olarak iki kararı var. Bu kapsamda Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararları örnek olarak önümüze çıkıyor. Türkiye’de politik hassasiyete sahip yargılamalarda hükümetin ve devlet organlarının yargı süreçlerine haksız müdahalesinin tespit edildiğiyle ilgili AİHM’in verdiği kararlar mevcut.

Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve yargının tarafsızlığı çok ciddi bir tehdit ve müdahale altında. Bu da Türkiye’de hakları ve özgürlükleri korumak için var olan yargı sisteminin hak ve özgürlükleri ihlal eden bir mekanizma ve araca dönüştürülmesi gibi bir sorunu ortaya çıkartıyor. Dolayısıyla Türkiye’de bahsettiğimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yürütülen yargılamaların büyük çoğunluğu politik davalar. Özellikle politik davalarda TCK (Türk Ceza Kanunu) ve TMK (Terörle Mücadele Kanunu) yargı tarafından hukuka, anayasaya ve evrensel hukuk prensiplerine aykırı, geniş, keyfi, sınırsız bir şekilde uygulandığı bir sistem söz konusu. Bu konuda verilen çok fazla ihlal kararı ve yayınlanan çok sayıda rapor var.

Önder Öcalan’ın halen ısrarla tecrit altında tutulmasının hukuki, insani ve ahlaki boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu konuya ilişkin avukatları tarafından yürütülen çok ciddi adımlar var. Çok sayıda başvuru yapmış durumdalar. Müvekkil haklarının yok sayıldığı bir ortamda CPT’nin bu konuda hazırladığı raporlar oldu. Elbette ki bir tutuklunun, bir hükümlünün fiziksel sağlığı da söz konusu. Son derece önemli ve gözetilmesi gereken bir husus ise, Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit sistemidir. Yine hasta mahpuslara, ilişkin yaşanan sorunlar var. Devletler tarafından bu konuda kasıtlı bir şekilde adım atılmaması, hasta tutsakları koruyan hukuk kurallarının rafa kaldırılması ve onları korumakla yükümlü olan hükümetlerin bu süreci çözme sorumluluğunu yerine getirmediği çok açıktır. Bu süreçte bu sorunu çözmek için adım atmayan yargı makamlarıyla birlikte devlet mekanizmaları da birinci derecede sorumludurlar. Bu duruma karşı yapılacak öncelikli şey, hukuk mücadelesini her alanda daha güçlü bir şekilde sürdürmek ve bu kapsamda itirazların da daha güçlü bir biçimde dile getirilmesini sağlamaktır.

<iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/vYgTk-i6Mrw" title="YouTube video player" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>