Erdoğan’ın yaşadığı çelişkilerin arka planı

Erdoğan’ın yaşadığı çelişkilerin arka planı
15 Sep 2020   07:33
SALİH MÜSLİM

Doğu Akdeniz’de son süreçte ciddi çelişkiler var ve bu çelişkilerin başını ise Türkiye çekiyor. Kimileri bu çelişkilerin suni olduğunu, kimileri ise bunların arkasında bazı gerçeklerin saklandığını ifade ediyor. Dolayısıyla eksik ve yetmezlik içermektedir. Bu yüzden sorunun temeline inilip bu krizi doğuran sebeplerin açıklanması gerekir.

Krizin birinci nedeni Erdoğan’ın kişiliğine, ikinci neden ise ‘Yeni Osmanlı’ politikasına dayanıyor. Ancak Erdoğan’ın işlediği suçlar ve bu suçların sonuçları Türkiye ve bölge halklarına büyük felaketler yaşatacak.

Erdoğan’ın hem maddi hem manevi kişiliği İstanbul Kasımpaşa’da oluştu. Ailesi onu zorunlu olarak cami imamları ve hatiplerinin yetiştirildiği İmam-Hatip okuluna gönderdi. Buradan alınan diplomalar, son değişikliklerden önce, herhangi bir alanda bir işe yaramıyordu. Erdoğan da camilerde oturuyordu. Ardından Fethullah Gülen’i destekleyen bir kişi, Erdoğan’ı camiden alarak Erbakan’ın Refah Partisi’ne getirdi. Kişiliği, hitap şekli yüzünden parti içinde hızla yükselen Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı olarak seçildi. Belediye Başkanlığı sırasında yaptığı devlet karşıtı dini bir konuşma yüzünden tutuklanan Erdoğan, bununla birçok dindar kişiyi daha etrafına toplamayı başardı.

1999-2001 yılında birçok Refah Partili yöneticinin desteğini alan Erdoğan, AKP’yi kurma izni almak için ABD’ye gizli bir ziyaret gerçekleştirdi. Ülke içinde ve dışında yapılan büyük propaganda hazırlıkları ve yeni partiye olan destekle 2002 seçimlerinde iktidara geçme şansı yakaladı.

Erdoğan’da “Demokrasi bir taksi gibidir, sana lazım olduğunda binersin ve hedefine ulaştığın an ise inersin” sözü çerçevesinde hareket ederek, iktidara geldikten sonra demokrasi vaatlerini kenara bırakıp diktatör oldu.

Yeni Osmanlı tarihine ilişkin ise yeni çağa ayak uyduramayan Osmanlı devletinin dünya devletlerine borçlanması ve ulus-devlet fikrinin yayılmasıyla Yunanistan gibi birçok Balkan ülkesi Osmanlı sömürgeciliğinden kurtulmayı başardı. Ancak Anadolu’daki Rumlar ise topraklarında kaldı. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle, Osmanlı’nın teslim edilmesine ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalarda Hilafet Sisteminin yanı sıra ülkenin karasuları ve özellikle Ege’deki adaların sınırları belirlendi. Anlaşmada Türkiye sınırına yakın 12 adanın da kaderi belirlendi. Birinci Dünya Savaşı’nda galip gelen ülkeler, bu ada sakinlerinin Rum olması nedeniyle bu konuda Yunanistan’ı destekledi. Dünya sisteminde bir kriz çıktığında ise Almanya ve ortakları Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda kendilerine destek vermesi halinde 12 adanın kendilerine verileceğini vaat etti. Fakat Türkiye bu teklifi reddetti. Savaştan sonra NATO’ya üye olan Türkiye, bundan güç alarak 1974’te Kuzey Kıbrıs’ı işgal etti. Halen Kıbrıs’ta 25 bin Türk askeri bulunuyor. Türk devletinin buradaki politikasına karşı hiçbir gücün tepki göstermemesi nedeniyle Türk devleti, kendisini dünya siyasetine yön veren bir ülke olarak gördü ve menfaatleri doğrultusunda politika üretmeye başladı. Ancak daha sonra hegomonik güçler Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye karar verdi. Türk devleti bu değişimin kendi çıkarları çerçevesinde gerçekleşmesi için harekete geçti.

Osmanlı tarihini İhvancıların zihniyetiyle ve imam hatip okullarında öğrenen Erdoğan’ın kişiliği, Osmanlı’nın efsane ve tarihteki kandırmalarıyla bütünleşti. Ardından 20’nci yüzyılın başlarında ‘yeni Türkiye’yi’ inşa etmek için Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliğiyle bütünleşti. Avrupa’nın Kürtlerin de yararlanabileceği insan hakları, düşünce özgürlüğü ve demokrasi gibi ölçütleri olmasaydı Türk devleti şu an Avrupa Birliği üyesi olabilirdi. Erdoğan ve destekçilerinin zihniyeti, demokrasi istenmesini “Türkiye’yi hedef alan komplo” olarak ele aldı. Bununla sultan Abdulhamit ve İttihat ve Terakki zihniyetine sığındı. Ayrıca Osmanlı’dan talep edilen ve Atatürk’ün yerine getirdiği şartları inkar etti. Lozan anlaşmasını kabul etmedi. Yine doğalgaz zengini Doğu Akdeniz’de hak iddia etmeye başladı.

Erdoğan yatağını başkasının toprağına kuruyor ve “Gelin, benim nereye oturacağıma dair diyaloglara başlayalım” diyor. Bu politikası da “Ben artık güçlendim ve taleplerinizi kabul etmiyorum. Sizin taleplerimi göz önüne almanız gerekiyor. Aksi halde bizim için Birinci Dünya Savaşı halen devam ediyor” anlamına geliyor.

Evet Erdoğan ve faşist Türk devletinin kullandığı dil budur. Peki dünya Yeni Osmanlı’ya boyun eğecek mi?

(hb-eyl)

ANHA